[voiserPlayer]
Kraliçe Elizabeth Britanya’nın şanlı günlerinin temsilcisiydi. Her ne kadar dünya değişmiş ve Birleşik Krallık zaman içinde eski prestijini yitirmiş olsa da Kraliçe, iki dünya savaşının kazanıldığı, Britanya’nın denizlere hakim olduğu dönemin sembolüydü. İngiltere, İskoçya, Galler, Kuzey İrlanda ve tüm Commonwealth’i birlik içinde tutan figürdü.
Fakat II. Elizabeth 8 Eylül 2022 tarihinde İskoçya’da öğleden sonra hayatını kaybetti. 96 yaşındaki Kraliçe için tüm dünyadan anma mesajları yağdı. 70 yıl boyunca saltanat süren ünlü Kraliçe, iki gün önce Liz Truss’a hükümeti kurması için yetki vermişti.
Başbakan Liz Truss ise şimdiden Birleşik Krallık’ın yeni demir leydisi olarak anılıyor. Margaret Thatcher ile Truss’ın ortak bağlarından birisi de ise Kraliçe ile olan iyi ilişkileriydi. Truss’ın uygulaması beklenen radikal politikalarının yanında, monarşi ve geleneklere bağlı klasik bir muhafazakar lider olarak öne çıkacağı tahminler arasında.
Fakat yeni demir leydi Truss, Birleşik Krallık’ın en zor zamanlarından birinde başa geçti. İngiltere hükümeti Boris Johnson ile rezil skandallara tanık oldu. Belki de ilk defa İngiltere’de bir başbakanın bu kadar yozlaştığı görüldü. Avrupa Birliği’nden çıkıldı, Covid-19 döneminde İngiltere zor bir dönemden geçti, Kraliyet Ailesi’nde çatlamalar yaşandı, İskoçya bağımsızlık talep etti. Theresa May ve ardından Boris Johnson da dönemini tamamlayamadan istifa etmek zorunda kaldı ve Avrupa’da enerji krizi ortaya çıktı.
Yine de bugüne kadar Kraliçe baştaydı. Onunla beraber Birleşik Krallık ayrılmaz bir bütündü. İngiltere’nin birçok eski kolonisinde saygıyla yaklaşılan güçlü bir role sahipti. Ama artık II. Elizabeth yok. Peki Elizabeth’in ölümü, Birleşik Krallık’ın da sonu demek olabilir mi?
İskoçya’nın Bağımsızlık Talebi
Londra yönetimi ne zaman tökezlese -ki son yıllarda bu sık gerçekleşen bir durum- İskoçya hükümeti referandum talep ediyor. Aslında bağımsızlık isteği yeni bir şey değil. 2014 yılında İskoçya, Birleşik Krallık’tan ayrılma talebi üzerine referanduma gitti fakat bağımsızlık isteyenlerin oranı yüzde 45’te kaldı. Böylelikle bağımsızlık istekleri bir süreliğine halı altına itildi. Çünkü o zamanlar Birleşik Krallık hala ekonomik ve siyasi olarak iyi bir konumdaydı, insanlar hükümete ve Kraliçe’lerine bağlıydı. Kraliçe’nin birleştirici rolü öyle büyüktü ki İskoçya hükümeti ayrılma durumunda dahi monarşiye bağlı kalacaklarına yönelik söylemler geliştirmişti. Yine de bağımsızlık kampanyaları İskoçları tatmin etmedi. Çünkü İskoçlar, Birleşik Krallık vatandaşı olmanın yanında Avrupa Birliği üyesiydi. Tüm bu olumlu durumlara rağmen yine de yüzde 45’lik bir kesimin bağımsızlık istemesi bile büyük bir durumdu.
2016’da Brexit konuşmaları başladığından beri İskoçya’da ciddi bir şekilde bağımsızlık talepleri başladı çünkü İskoçya AB’nin parçası olarak kalmak istiyordu. Fakat 67 milyonluk Birleşik Krallık’ın 55 milyonu İngiltere’de yaşadığı için İskoçya’nın, Galler’in veya Kuzey İrlanda’nın değil İngiltere halkının seçimi kararı belirleyecekti. Nitekim öyle oldu, İngiltere halkı yüzde 53’lük bir oranla AB’den ayrılmaya karar verdi. İskoçya ve Kuzey İrlanda AB’de kalma yönünde oy verse de sonuç olarak 2020’de Birleşik Krallık, AB’den tam olarak ayrıldı.
Birleşik Krallık’ta kurallar biraz farklı işliyor. İskoçya’nın kendi parlamentosu bulunuyor ve savunma, maliye ve dış politika bakanlıkları haricinde kendi bakanlıklarına sahipler. Bunun yanında İskoçya gerek doğal gerek yeraltı kaynakları açısından oldukça zengin bir ülke.
Johnson döneminde Covid-19 nedeniyle İskoçya hükümeti sert bir şekilde referandum talebi propagandası yapamadı çünkü halkın önceliği farklıydı. Fakat Muhafazakar Parti kriz yönetimini başaramadı ve bu da bağımsızlık taleplerini arttırdı. O dönemde SNP milletvekili Tommy Sheppard şunları demişti: “İskoçya’yı bağımsız görmek isteyenler olabildiğince Boris Johnson’ı ülkemize davet etsin. Çünkü Johnson İskoçya’ya her ayak bastığında halkın bağımsızlığa olan isteği artıyor.”
Sorun sadece ekonomik değil. İskoçlar tarih boyunca kendi devletine ve kültürüne sahip olmuş bir millet. Kendi dilleri, kendi kahramanları ve yönetim şekilleri var. Ayrıca, Truss’un yönetime gelmesi İskoçları mutlu etmedi. Birçoklarına göre Boris Johnson popülist ve Trump’un İngiliz versiyonu, saçma bir başbakandı. Nitekim gitti ama Truss, Johnson’dan çok daha beter olacak. İskoçların problemleri yine ‘göz ardı’ edilecek ve bağımsızlığa izin verilmeyecek. AB ile beraber hareket etmek yerine ‘eski imparatorluk kafası’ sürdürülecek. Unutmayalım ki İskoçlar ilk bağımsızlık referandumunu Margaret Thatcher’ın politikaları nedeniyle talep etmeye başlamıştı. Şimdi de yeni bir Thatcher’ın yönetimi İskoçları kışkırtmaktan başka bir işe yaramayabilir.
Son yıllarda artan sıkıntılar da İskoçları rahatsız ediyor. Halkın çoğu İskoçya’nın kendi kendine yetebilecek durumdayken İngilizlerin faturalarını ödediklerine yönelik rahatsızlıklarını belirtiyor. Ayrıca Londra yönetiminin de İskoçya’yı umursamadığını, bir nevi koloni gibi davrandığını ifade ediyorlar. Bu gelişmeler, İskoçya’nın bağımsızlık şansını hiç olmadığı kadar yükseltiyor. Anketler bağımsızlık isteklerinin yüzde 55’i bulduğunu gösteriyor. Avrupa Birliği ile bağlar koparıldı. Birleşik Kralık ekonomik olarak iyi gitmiyor. Muhafazakar Parti’ye güven hem İngiltere’de hem de İskoçya’da oldukça düşük. Avrupalı devletlerin bağımsız İskoçya’ya bakış açısı çoğunlukla pozitif. Ülkenin bağımsız olması halinde 5 yılda AB’ye ve NATO’ya üye olabileceği sessiz bir şekilde konuşuluyor. 70 yıllık güçlü bir meşruiyete sahip ve oldukça sevilen Kraliçe Elizabeth hayatını kaybetti. Son gelişmeler dahilinde İskoçların tekrardan tarih sahnesine bağımsız bir devlet olarak çıkma zamanı gelmiş olabilir mi?