[voiserPlayer]
11 Eylül 2001 tarihindeki İkiz Kuleler saldırısıyla ilgili Ian McEwan The Guardian’a yazdığı makalede[1], “Eğer uçak korsanları, yolcuların duygu ve düşüncelerini hayallerinde canlandırabilselerdi, bu işi devam ettiremezlerdi. Kurbanınızın düşüncelerine nüfus ettiğiniz anda ona karşı acımasız olmak gittikçe zorlaşır. İnsanlığın özü, kendiniz dışında birisi olmanın nasıl bir şey olduğunu hayal etmektir…” diye yazmıştı. Ian McEwan, İngiliz Edebiyatı’nın önde gelen romancılarından biri ve yapıtlarıyla belki de kendisine en uzak insanları anlamaya çalışıyor hep. Karşıdakini anlamak, Aristocu anlamda erdemin başladığı yerdir. Kabul etmek gerekir ki bunu da en iyi kurgu eserler ve hikayeler aracılığıyla yapabiliyoruz.
Son yirmi yılda nörobilim alanındaki çalışmalar, 1,5 kilogramlık jölemsi yetişkin insan beyni ve onun yaklaşık yüz milyarı bulan nöronlarıyla ilgili birçok yeni bilgiyi ortaya çıkarmıştır. Ancak bilinç olgusu hakkında aynı şeyi söylemek pek kolay değildir. Düşünce ve düşlerimizin, anılarımız ve deneyimlerimizin tümü bu tuhaf nöral dokulardan doğmakta. Beyin denilen bu engin ve muazzam sinir hücresi kümesi, sevinç ve üzüntülerimizi, anı ve tutkularımızı nasıl bir örüntüyle ortaya çıkarıyor? Evrimsel olarak gerekliliğinin bile tartışıldığı bilinç denilen olgunun gerçekte ne olduğu hala büyük bir muamma.
Bilinç Nedir: Bilinç Kavramına Kısa Bir Bakış
Bilinç dediğimiz olgu ve onun ayrıksı yeri insanlık tarihi boyunca türlü şekillerde ifade edilmeye çalışılmıştır. Bu ifade tarzlarında pek tabii düalist bir konumlandırma kaçınılmaz olmuştur. Ten ile can, beden ile ruh, dünyevi ile aşkın olan gibi… Doğa bilimleri penceresinden bakıldığında bilincin bu belirsiz durumu ve onu konumlandırma zorluğu, bilinç olgusunun uzun bir süre bilim dışı olarak değerlendirilmesi sonucunu doğurmuştur. Bilinç, felsefenin alanına giren metafizik bir olgu olarak değerlendirilmiştir.
Yirminci yüzyıl başından itibaren psikoloji disiplini ve günümüzde bilişsel psikoloji, Freud’u ve Jung’u da içeren bir şekilde bilinç olgusuna eğilse de kabul edelim ki bilinç denilen kavram uzun bir süre felsefe ve edebiyat için daha merkezi bir fenomen olmuştur. Bunda büyük oranda Kartezyen görüşün de etkisi vardır. Uzun yıllar boyunca biyolojik çalışmaların ana amacı bedenin fizyolojisi ve patolojisi olmuştur.
Zekâ, akıl, mantık, düşünce ve algı dediğimiz olgular, kısacası kafatasımızın içinde bir yerden dünyaya bakan bir benlik, beynimizin içindeki nöral aktiviteden başka bir şey değildir. Nörobilim penceresinden her şey; basit, cansız, biyokimyasal olaylardan ibaret. Nörobilim, beyin ve sinir cerrahisi, psikofarmakoloji, biyolojik psikiyatri, nöroanatomi, nörofizyoloji, moleküler biyoloji ve genetik; beynin anatomik olarak farklı bölgelerinin işleyişi ve bazı hastalıkların örüntüsü hakkında paha biçilmez bilgiler sunmuş olsa da bilinç kavramı ve beynin, insan davranışlarını nasıl yönlendirdiği konularında açıklama getirmekte zorlanmaktadır. Zira bilinç deneyimin kendisidir. Sevdiğimiz o yemek, bir türlü etkisinden kurtulamadığımız şarkı, bizi ağlatan bir şiir ya da unutamadığımız bir sevgilidir. Tüm bunlar kafamızın içindedir ve sanki bedenden ayrı, kurtarılmayı bekleyen bir alandadır; ya da anlaşılmayı.
Evrim süreci içinde beyin ile beden arasındaki etkileşim olmasaydı zihnimiz şu anki çalışma biçimini alamazdı. Bugün ayrı bir gerçeklik olarak gördüğümüz zihin, öncelikle beden için var olmak zorunda. Peki, biz günlük hayatımızda bilinç fenomenini düşünürken bu olguyu aklımıza getiriyor muyuz? Kabul edelim ki pek değil.
Bilinç, Beden ve Deneyim
İnsan beyni ve bedenin diğer bölümleri, birbirleriyle devamlı etkileşim içinde olan bütünleşik bir organizmadır. Ancak bu organizma kapalı bir sistemden ibaret değil. Organizma çevreyle de sürekli etkileşim içinde. Zihin ya da bilinç dediğimiz fizyolojik işlemler ise salt beyinden değil, bu etkileşim ağından türemekte. Denilebilir ki bilinç, tamamıyla bu açık sistemin bir ürünü.
Buraya kadar her şey çok rahat açıklanabilirmiş gibi görünse de, bilinç genellemeyi tamamıyla reddetmektedir. Herhangi bir konuda beyin taraması yapılırken kişisel deneyimler insanlarda aynı nöral aktiviteleri harekete geçirir. Ancak insanların bu deneyimle ilgili konuşmaları istendiğinde bu ortaklık tamamen bitecektir. Deneyim dile döküldüğünde beyindeki benzer nöral aktivitelerin her insan için ayrı bir anlamı olduğu görülecektir. Belki de kelimelerin sihri ortaya çıkacaktır.
Bu noktada kişisel tecrübeler, en azından şimdilik nörobilim için büyük bir açmaz ortaya koymaktadır. Deneyim dediğimiz ve bizi biz yapan olayların beyinde hangi bölgede yer aldığını bilsek de kişi bunu ifade edinceye kadar onun için nasıl bir anlam taşıdığını bilemiyoruz.
Bilincin Dışavurumu: Edebiyat
Proust’un kahramanı, madlenini çaya batırdığında zaman ve mekân kavramlarını tersyüz eder. Madlenin zamansız tadı ve çayın geçmişten gelen kokusu mekânın zamana teslim oluşudur. Zira Marcel Proust, bütün dünyaya insanın mekânda kapladığı kısıtlı alana karşılık, zaman içinde çok büyük, ölçüsüzce uzatılmış bir yer kapladığını öğretmiştir. Fransız romancıya göre insan, sayısız günden oluşan, birbirinden uzak dönemlerin hepsine aynı anda değebilmektedir. Bilincin kısıtı yoktur.
Edebiyat insan bilincinin en zengin ve en kapsamlı kaydıdır. Kurgu eserler hakikatin bir çeşit simülasyonunu oluşturarak kişisel deneyimin yoğun özgünlüğünü anlatır. Her birimizin biricik deneyimleri edebi metinlerin tekrarlanamayan yapısı içinde var olmaktadır. Bilimsel bir deney benzer koşullar altında tekrarlanabilirken ikinci bir Anna Karenina olamayacaktır. Çünkü Anna bir kez yazılabilir bir deneyimdir, tıpkı okuyucunun kendi kişisel deneyimleri gibi.
Bunun yanında her okuyucu, farklı zamanlarda Tolstoy’un bu ölümsüz eserini okuyarak kendi kişisel deneyimlerine dair bir şey yaşamaya devam edecektir. İmgeler söze dökülerek deneyimin parçaları haline gelecek ve onların zihin için ne ifade ettiği anlaşılacaktır. Kurgu eserler zamanda ve mekânda sıçramalar yaparak, insan olmanın ne demek olduğuyla ilgili modeller ortaya koyar. Deneyimlenen olayları bir anlatının içine yerleştirip onların birbirleriyle ve çevreyle olan bağlantılarını gösterir. Bilincin kısmen de olsa anlaşılabildiği yerlerdir bunlar.
Hikaye Anlatmak
Birçok nörobilimci ve psikolog için edebiyat, bilinci anlamanın önemli kaynaklarından biridir. Anlatı karakterleri bilimsel araştırmalarda çoğunlukla konu edilmektedir. Antonio Damasio, hikâyenin canlı bir varlığın herhangi bir cisimle etkileşime girdiği noktada başladığını söylemiştir. Ona göre hikâye anlatmak beynin bir saplantısıdır. Şöyle de söylenebilir; hikâye anlatmak, bilincin bir tür anlam arayışıdır.
İnsanlar ateşin başında geceyi geçirmek için toplandıkları andan itibaren hikâyelerle bir arada kalabilmişlerdir. Nöronların birbirleriyle bağlantılar kurup etkileşime girmeleri gibi bizler de içinde olduğumuz bedenin penceresinden hikâyeler aracılığıyla başkalarıyla iletişime geçeriz. Sadece başkalarıyla değil, kendimizle de bu şekilde iletişime geçeriz. Zira ilişkisel düşünmenin en kolay ve sürdürülebilir yoludur hikâye anlatmak. Öleceğini bilen, dahası öleceğini bildiğini bilen insanın ölümsüzlük arayışıdır anlatılar kurgulamak.
Beyin ve Sanat
Peki, beynimiz bir sanat eseri karşısında nasıl bir tepki vermektedir? İyi bir hikâyeyi deneyimlediğimiz ya da güzel bir tabloya baktığımız zaman ne olmaktadır? Nöroestetik tam da bu konuda çalışmalar yürütülen yeni bir alandır. Güzel bir eseri deneyimlediğimiz zaman beynimizin ödül sistemi aktive olmaktadır. Her türden sanatsal deneyim, seyir veya yaratım, beynin ödül devresindeki etkinliği arttırmaktadır. Ancak ortada pek tabii nesnel bir güzellik deneyimi yoktur. Her zihnin kendine özgü bir yaratıcılık becerisi vardır. Yaşadığımız kişisel deneyime bağlı olarak her birimizin beyninde farklı nöral yollar ve devreler oluşmuştur.
Nörobilimciler zihin hakkında edebi anlatılardan öğrendiklerinin yanında, sanatın beyin için ne ifade ettiğini de tanımlamışlardır. Sanatsal aktivite beynin kimlik ve öz-farkındalık ile ilişkili kısmını harekete geçirmektedir. Beyinde stresle ilişkili hormon olan kortizol düzeylerinde azalma sağlamaktadır. Bilim insanları her geçen gün beyinle ilgili yeni bir gelişmeyi keşfetmektedir. Bilinç ise hala birçok yönüyle büyük bir muammadır.
Bilinç Nasıl Çalışır?
Denilebilir ki bilinç beynin mahremidir. Henry James bunu en erken keşfeden romancıların başında gelmektedir. James, klasikten modern romana geçişte önemli bir kavşaktır ve bilinç olgusu onun için anahtar bir kavramdır. Bu yüzden tarihsel romanı reddetmiştir. Zira ona göre kişinin kendisini, geçmişte yaşamış bir insanın bilincinin içine koyabilmesi mümkün değildir.
Henry James, romanda bugün “bakış açısı” tekniği dediğimiz yaklaşımı geliştirmiştir. Kaotik dünyada her şeyi bilen bir tanrı yazar bilinci mümkün değildir. İnsanlar nasıl sınırlı bilgileriyle sınırlı çıkarımlar yapabiliyorlarsa karakterler ve tabii okurlar da ancak bilebilecekleri kadarını bilmelilerdir. 20. yüzyıl edebiyatını derinden etkilemiş bu yaklaşımı modernistler elbette bir adım daha öteye taşıyacaklardır. Virginia Woolf ve James Joyce gibi yazarlar hikâyeyi tamamen insanın bilincinin içinden nakletme yolunu seçeceklerdir.
İlk sevgilimizle ilgili anılarımızı tam anlamıyla hatırlamayabiliriz, ancak Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk romanının kahramanı Florentino Ariza’nın Fermina Daza’ya duyduğu elli yıllık aşkın ayrıntılarını şaşırtıcı bir kesinlikle hatırlayabiliriz. Çünkü Marquez, bilincin en derinlerinde saklanmış bir tutkuyu ustalıkla söze dökmüş, onu bir anlamda modellemiştir.
Geçtiğimiz günlerde vefat eden Milan Kundera, bilincin şimdinin kaydını bir türlü tutamadığını söylemiştir. Bir günlük tutup her olayı not alsak da gelecek de bir gün o günlüğü okuduğumuzda hiçbir detayı doğru düzgün hatırlamadığımızı göreceğiz. Hayal gücümüz boşlukları ne kadar doldurmaya çalışsa da elimizde kalan bir zamanların şimdisi olmayacaktır. Kundera’ya göre insan, şimdinin somutluğunu yitirmemek için edebi eserler kurgulamaktadır. Zira şimdiyi dondurabildiğimiz yegâne yöntem edebiyat ya da sanat yapıtlarıdır.
[1] https://www.theguardian.com/world/2001/sep/15/september11.politicsphilosophyandsociety2
Fotoğraf: Alina Grubnyak