[voiserPlayer]
Başbakanı olduğu hükümetten 50 kişi istifayı basınca kendisi de görevden ayrılmak zorunda kalan Boris Johnson’ı Daily Mail gazetesi geçenlerde ‘yağlı domuz’a benzetti.
Ellerinden kayıp giden iktidarına pençeleriyle tutunmaya çalışan bir yağlı domuz…
Aslında Daily Mail böylesi yaramaz manşetleriyle tanınan bir gazete.
Daha önce ülkenin Avrupa Birliği’nden çıkabilmesi için Parlamento’nun onayı gerektiğine karar veren yargıçları da ‘Milletin Düşmanları’ diye tanımlamışlardı mesela.
Bir başka gün, Britanya’yı Avrupa’nın en şişko üçüncü ülkesi bulan bir Birleşmiş Milletler raporunu ‘Obez Britanya’ diye vermişlerdi.
Eski Başbakan David Cameron’ın da AB ülkelerine kabul ettirdiği reformları ‘Akıl Almaz Yanılsama’ diye birinci sayfalarına koymuşlardı.
Ama bu defa hesap farklıydı.
Yağlı domuz, öyle sıradan, yaramaz bir manşet değildi.
Derin bir mesaj vardı içinde.
Karanlık odakların İngiliz siyasilere yolladığı, her gören gözün algılayamayacağı bir mesaj.
Yahudi Lobisi’nin patronları, Boris’in ipini çekmişti.
Her ne kadar Johnson dörtte bir Yahudi olmakla övünen bir siyasetçi olsa da Lobi için yolun sonu gelmişti.
Gazetecilikten çok bu lobinin sözcülüğüyle uğraşan Daily Mail gazetesi, İngiliz siyasetçilere Tevrat’ı hatırlatıyordu.
Yani geviş getiren ve çift tırnaklı olan hayvanları yemenin serbest, domuz yemenin yasaklı olduğunu…
Yani Lobi için Boris, artık yasaklı besindi. Tüketilemezdi. Beraber yol yürünemezdi.
Çiğneyin atın, diyorlardı.
Manşeti takip eden 24 saatte istifalar birbiri üzerine geldi.
Daha birkaç saat önce Johnson’ın istifa eden Ekonomi Bakanı’nın yerine atadığı Irak göçmeni Nadhim Zawadi, Başbakanlık Konutu’nda Johnson’ı karşıladı.
İstifa etmesi gerektiğini söyledi.
Ardından henüz 1 gündür Eğitim Bakanlığı yapan Michelle Donelan istifayı bastı.
Johnson’ın koltuğu bırakmadığı her saat iki yeni istifa geliyordu.
Domuz’un sonu geliyordu.
Ve sonunda istenen oldu.
Johnson istifasını verdi.
Dörtte bir Müslüman, dörtte bir Yahudi, dörtte iki Hristiyan Johnson kaybetti.
Küreselci Yahudi Lobisi kazandı.
Yani herhalde böyle bir şey oldu.
Bende de taşlar Yeni Şafak’ın kaplan yazarı Yusuf Kaplan’ın tweet’ini görünce oturdu.
Şöyle diyordu kaplan dilli Kaplan:
“Türk televizyonlarında ne kadar sığ yorumlar yapıldı Boris Johnson’ın ‘gönderilişi’yle ilgili olarak. Boris Johnson, istifa etmedi, istifa ettirildi: Yahudilerin kontrolündeki küreselci şebeke, kendisiyle savaşan Johnson’a diz çöktürdü!”
Her komplo teorisyeni gibi kendi komplo teorisini kanıtlamaya çaba harcamadığı için yukardaki senaryoyu ben uydurdum.
Neticede bir saçmalığı kanıtlamak isterseniz, denizdeki kum da kanıt olabilir, bir gazetenin gece editörünün bulduğu manşet de.
Fakat Kaplan’ın teorisi, eski Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin cinayetiyle de beraber dikkat çekmeye başladı.
Abe ile Johnson’ın aynı anda gitmesi tesadüf olamazdı. Ve böylesine iki büyük operasyonun aynı anda altından kalkabilecek tek isim Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’di. (Ülkesinden katbekat güçsüz olmasına rağmen Ukrayna’yı işgal etmeyi becerememiş olabilir, o başka!)
Allah’tan Türkiye gözü açıkların ülkesi de dünyanın iki ucundaki bu noktaları birbiriyle bağdaştırabilen bir iktidar kaplanı daha ortaya çıktı.
Ve Rasim Ozan Kütahyalı, gördüğü büyük resim sonucunda binlerce insanın şoktan hastaneye kaldırıldığı o tespiti yaptı:
“Lafı uzatmanın alemi yok; Vladimir Putin, Boris Johnson’ı indirdi, hükümetten tasfiye etti. Aynı Putin, yakın dönem Japon siyasal tarihinin en önemli adamı Shinzo Abe’yi de indirdi, hayattan tasfiye etti. Manzara net: Putin üçüncü cihan harbini zorluyor. Türkiye çok uyanık olmalı.”
Şakayı bir kenara bırakıp, iktidar kaplanlarının söylediklerini ciddiye almak lazım.
Hayır, elbette Putin İngiltere’de hükümet devirmedi ve elbette Yahudi Lobisi Johnson’ın fişini çekmedi.
(Bir kere Putin’in devirdiği Johnson’ın yerine gelecek isim her kim olursa olsun en az Johnson kadar Rusya-düşmanı ve Ukrayna-dostu olacak. Bütün kabine ve Muhafazakâr Parti -ve muhalefet- bu politikanın arkasında duruyor. Ayrıca Yahudi Lobisi diye bir grup insan yok; İsrail’in parasını verip servisini aldığı lobi şirketleri var. Onlar için de hayat Johnson döneminde çok güzeldi. Tatlı tatlı geçiniyorlar, Britanya’da İsrail’in ‘terör örgütü’ olarak tanımladığı Filistin örgütlenmelerine nefes aldırmıyorlardı. Yani iki komplo da kazananı olmayan saçmalıklar kompostosu. Ama bu da mühim değil. Zira komplo teorilerini bunun gibi ‘kanıt’larla, akıl ve rasyonaliteden beslenen açıklamalarla yenmek imkânsız.)
(İngiltere’de yaşanan basitti: Johnson önce kendi koyduğu karantina kurallarını hiçe sayıp Başbakanlık Ofisi ve Konutu’nda partiler verdi; ortaya çıkınca önce yalan söyledi, sonra özür diledi. Popülaritesi düştü. Sonra enflasyon hayat pahalılığını tetikledi, gerekli önlemleri almakta gecikti. Popülaritesi düştü. Eski KGB ajanı Lebedev ile dışişleri bakanıyken baş başa görüştüğü, Başbakanken yine benzer bir görüşme yapmaya çalıştığı; devlet kurumlarını bundan haberdar etmediği anlaşıldı. Popülaritesi düştü. Ara seçimleri kaybetti. Popülaritesinin düşmesinin sonucunu cümle alem gördü. Son olarak birden fazla kez taciz skandalına karışmış bir siyasetçiyi, geçmişini bile bile, partide yönetici yaptı. Ortaya çıkınca önce yalan söyledi, sonra özür diledi. Popülaritesi daha da düştü. Artık düşecek bir yer kalmayınca da partisi ve kabinesi bu Başbakan ile bir yere varamayacaklarını anladılar ve Johnson’ı düşürdüler. Demokrasinin büyüsü budur.)
Bu iki iktidarın kaplanının açıklamaları önemli, çünkü iktidardaki bir zihin yapısını ve toplumun sahip olması istenen bir düşünce sistematiğini temsil ediyor her ikisi de.
Bu zihin yapısı, dünyadaki bütün kötülüklerden kötülüğü yapanların değil, birtakım karanlık komplocuların sorumlu olduğunu topluma yutturmaya çalışıyor.
Mesela Türk Lirası, Merkez Bankası’nın faiz inadı yüzünden değil, karanlık finans lobileri yüzünden eriyor.
Mesela Türkiye’de muhalefet, iktidarın yarattığı krizler yüzünden değil, karanlık dış güçler sayesinde güçleniyor.
Falan filan.
Sorumluların sorumluluktan, ‘komplocuları’ göstererek kaçabildikleri bir tartışma ortamı hayal ediyorlar. Çünkü kendileri de kaplanı oldukları iktidar da ülkenin içine düştüğü krizler silsilesinden sorumlu tutulmak istemiyorlar.
Dolayısıyla, kaplanların Johnson’ın demokratik yolla düşüşünden bile böylesine nem kapmalarına şaşırmamak lazım. Konu kendileriyle de ilgili bir noktada.
Zira komplo teorilerinin en azıttığı, en durdurulamaz hâle geldiği dönemler, hep büyük değişimlerin kapıyı çaldığı dönemler olmuştur.
Üstelik komploları çoğunlukla değişimin kaybedenleri üretirler. Çünkü sarsılmaz zannettikleri koltuklarının altlarından bir anda çekilebileceğini anladıkları an, gerçeklikten kopmuş korkak bir kedi gibi etrafa saldırmaya başladıkları andır.
Örneğin devrimler çağı, modern anlamda komplo teorilerinin doğuşuna sebep olmuştur.
Misal Fransa’nın yönetici feodal sınıfları, devrim kapıyı çaldığında ‘yeter’ diyenlerin halk değil, birtakım çıkar grupları olduğuna inanmış, aynı halkı da bu masala inandırmak istemiştir.
Büyük toplumsal değişimlere direnmeye çalışanlar, değişimin gerçek olmadığını, ‘birileri’ tarafından ‘organize edildiğini’ düşünmek isterler.
Tam da bu sebeple demokrasi kültürünü Türkiye’de edinmenin getirdiği bir trajediyi yaşıyor iktidar kaplanları.
O kültür, demokratik bir ülkede, memleketi yönetemeyen siyasetçilerin demokrasinin çarklarına karşı sorumluluğu olduğunu anlayamıyor bir türlü.
Çünkü demokrasi, iyi yönetimin bir aracı olarak değil; ‘kendi adamlarının’ devlette egemen olmasını sağlayan bir rant dağıtım mekanizması olarak görülüyor.
Demokrasi pusulası Türkiye olan da elbette Yahudi Lobileri’nin ya da Putin’in İngiltere’de iktidar devirebileceğine inanıyor.
Çünkü demokrasinin işlevinin tam da Johnson gibileri iktidardan göndermek olduğunu anlamıyor.
Gerçek basit: Johnson modern zamanların en başarısız başbakanlarından biriydi. Batan gemisinden kabinesi atlayınca, bir başına denizin dibini boyladı.
Demokrasi böyle bir illettir işte. Beceriksizlere tahammülü azdır.
Kaplanların demokrasiden ödlerinin kopmasına şaşırmamak gerek.
Fotoğraf: Marcin Nowak