[voiserPlayer]
Acı acı çalan telefonun alarmına uyanıyorum. Saat 06.15. Dışarıda gün ağarmış, bir an şaşkınlık yaşıyorum, emin olmak için telefona bakıyorum; saat doğruymuş.
Aslında şaşkınlığımın günün ağardığını görmekten kaynaklanmadığını, son günlerde iyice artan siyasi gerilimin ve yapılacak seçimin, hayatlarımız, geleceğimiz üzerinde ne derece önemli olduğunu bilme etkisiyle stres altında geçen 3 saatlik uyku(suzluk) kaynaklı olduğunun ayırımına 2-3 dakika kadar yatakta gerindikten sonra varıyorum.
Apar topar yataktan fırlıyorum, zengin kalkışına nazire yaparcasına. Oysa ben hemen yataktan kalkabilen, güne hızlı başlayan bir insanım ve dahası gündüz insanı da değilimdir. Bugün, o günlerden değil, olması için çabalanacak bir gün.
Hava Biraz Serin Sanki
Kaç gündür hava tahminlerine bakıyordum, yatmadan önce de gene bakmıştım. Ilık bir bahar havasına uyanmış olmalıyız, 18 derece olacağı söyleniyor.
Gün uzun, mevsim de bahar olunca şort giymeye karar verdim. Gerek güneşin henüz tam tepeye çıkmaması gerekse de sabahın henüz erken saatleri olması nedeniyle dışarısı biraz serin.
Yol boyunca ceketli, montlu teyze ve amcaları gördükçe sanki soğuk çıplak bacaklarımı daha bir ısırıyor gibiydi. Olsun, azıcık üşüsem de şortum ve şort giyebilmek önemliydi; biraz da bundan değil miydi kaygımız? Benim şortumu rahatça giyebilmem, bir başkasının kendini tanımladığı kılık kıyafeti, yaşam biçiminin elimizden iyiden iyiye kayıyor oluşu…
Mahallemi, İnsanını Seviyorum
Tatavla’nın (Kurtuluş/Feriköy) insanı, yerlileri özellikle (Rum, Ermeni…), hele de biraz yaş almışlarsa bazı işleri erkenden yapmayı seviyorlar sanırım. Oy vermek de onlardan birisi gibi görünüyor.
2014 yılından beri çoğunlukla oy verdiğim okulda olmak üzere her seçimde müşahitlik de yapıyorum. Semtimin insanlarını gözlemleme şansım oldu. Bu erkenci tayfa, belki günün kalanını boşa çıkarma telaşı içindeler, yahut ibadethanelerindeki Pazar Ayini’ne gitmeyi planlıyorlar.
Yüzlerine yerleşmiş kaygı, özellikle yaşlılarda daha fazla olan, ve onların kırık Türkçeleriyle sanki kuşları ürkütmekten çekinircesine fısıldaşmalarını duymak; giderek daha da azalsalar da evimde hissettirir, hep sevmişimdir. Oy vereceğim okula epey yaklaşmışken gene mutluluk duygusu kaplıyor içimi…
Saat sabahın 8’ine yaklaşırken okulumun önü panayır yeri: yaşlısı, telaşlısı, memuru, sivili, kadını erkeği, anne babalarıyla okula sürüklenmiş çocuk sesleri… Bir iki tane de sandık kuruluna geç kalan… Bir Pazar sabahının doğasına aykırı, olabildiğince canlı, sakinlik saatleri…
Birkaç Dakika
Bu sefer bir şanslıydım, sandığım ikinci katta, sınıfımda da henüz oy vermeye gelen pek kimse yok, müşahit olmasam acelem olmasa ben de gelmezdim ki kargaların kahvaltı saatinde…
Sıra bana gelince sınıfa girip kimliğimi uzatırken “Günaydın! Kolay gele” diyorum, sandığın bütün emekçilerine, güler yüzle. Göz ucuyla da sınıfı süzüyorum, kurul tam mı, seçimin zorunluluğuna uyulmuş mu diye.
Çantalarımı ortadaki sıraya bırakıyorum, “Telefonum” diyorum, “Masanın üzerine bırakın” diyor. Kimlik kontrolünü yapıp tutanağa geçirenin yanındaki diğer kadının sesinde biraz da şaşkınlık var sanki. Sabah saatinin erkenliğine yorup oy pusulalarım ve mühürle oy kabininde alıyorum soluğu.
Çocuk battaniyesi ebadında olan partilerin olduğu pusulada, hatta birisi de seçilebilecek sıradan olmak üzere trans adayları olan tek partiyi buldum nihayet. Biraz stratejik davranma kararı almıştım, Lgbti+’lar temsiliyeti adına basıyorum ”Evet” mührünü. Elimin ve gönlümün sesini dinlemenin, durduk yere iç geçirmenin şimdi sırası değil. Neyse…
Cumhurbaşkanlığında da tercihimi dedemden yana yapıp önce bunu koyuyorum zarfa. Sıra bir yandan da nasıl katlanacak bu bebek battaniyesi dediğim koca pusulada. Katlaya katlaya cep kitapçığına çevirebildim, iş ki zarfa sokmakta, “Allah’ını seven yardıma gelsin” diye sandıktan birini çağırmayı düşünmedim de değil hani. Buraya gene geleceğim, tuttum aklımda, siz de not edin!
“Yalamadan olmaz” diyen iç sesimi dinleyip zarfın ağzını da iyice ezip diğer elde mühür, geleceğimize, umutlarımıza, görünmez elinde meşale taşıyan koşucu edasıyla, omuzlarım bunca sorumluluk altında biraz daha çökmüş, oy sandığına sayısız arzuyu, dileği, hepimizin kaderini emanet ediyorum nihayet…
Hepitopu iki, bilemedin üç dakika; ne mutluluklara, acılara yahut sancılara yol açacak kim bilir ki? Hayatlarımız birkaç dakikalık kararlarla nasıl da toptan değişiyor; çocuk sahibi oluyoruz istemli istemsiz, birileri ölüyor kazara, belki bir anlık öfke sonucu, kimi zaman da bir ülkenin toptan kaderine yön veriyoruz.
Aynı Şehirde Başka Gezegen
On beş dakika eklemişim bile saat sekizin üzerine. Seri olmalı, günün asıl zorluğu ve en önemli anları yeni başlayacak. Apar topar caddeye atıyorum kendimi. Olmadı metro metrobüs yapar karşıya geçip yokuştan aşağı salarım kendimi, şanslıysam da boş taksi bulurum. Kurtuluş’ta taksi bulmak piyango gibidir ama o gün şanslıydım.
Taksiciyle selamlaşıyorum ve güzergâh tarifinden sonra sohbet başlıyor. Günün anlam ve önemi gereği siyaset ve seçim baş konumuz. Müşahit olduğum ve acelem olduğunu öğrenince de önce, “Ne güzel abla. Sizin gibi insanlar da olmasa naparız” diyor.
Yaşı benden büyük olduğu halde kendince incelik gösterip dediği “Abla” lafına takılmıyorum. Başka zaman olsa “Nereden ablan oluyorum? Abim olacak yaştasın” cevabını çoktan yemişti oysa…
Yol ilerledikçe Okmeydanı’nın içine girdikçe insan çeşitliliği hayli değişiyor. Alevi ve Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgeye çoktandır gelmemiştim ama bunca değişim de yıllar almalıydı.
Tesettürlülerin, yer yer çarşaflı kadınların yoğunluğu, ülkücü ve badem bıyıklı abilerin sıklığı dumura uğratmakla beraber biraz da gerilmeme sebep oluyor.
Oysa üç belki beş yıl olmuştur Halide Edip tarafına gelmeyeli. Son yıllarda tüm ülke böyle garip bir değişime uğramadı mı? Geçen onlu, yirmili yıllardan beri, daha muhafazakâr görünüme bürünmedik mi? Gene de şaşkınlığa uğruyoruz arada. Bunca hızla değişince her şey, yönünü kestirememektir belki de şaşkınlığımıza sebep…
Okulun önünde hızlıca inip okul sorumlumla temasa geçiyorum. Tatlıca, oldukça hoş ve şık bir kadın ve de sarışın. Sevdim bu kadını, yabansı topraklarda hemşehriye rastlamak gibiydi. Göz ucuyla bahçeyi süzerken ender başı açık kadınlardandık ve sarışın; bir an yalnız hissetmedim…
Sınıfımdayım, Görev Başında
Okul sorumlumuz ve avukatımızla beraber dört kadın müşahidiz. İçimizde bir tane de ilk kez görev alan bir arkadaşımız var. Grup yazışmalarımızdan gördüğüm, heyecanlı, tedirgin ve biraz da ürkek. Canım ya! Enerjiyi üzerine mi çekti nedir, en zor ve de sorunlu sandık ona düşmüştü. Ben neredeyse okuldan akşamın ilerleyen saatlerinde ayrılırken onun sınıfında seçim devam ediyordu.
Girdiğimde benim sınıfım boştu. Kapıda bekleyen de olmadığı için kendimi rahatça tanıtmak, herkesle tokalaşabilmek ve kolaylık dileme şansım oldu. Bunun etkilerini de ilerleyen saatlerde çok kez yaşadım.
İktidar partisi, Chp ve İyip olmak üzere üç tane partili ve üç tane de memur üyeyle kadın ve erkek eşitliği de dengede. Altı kişiden oluşuyordu sandık.
Sandık başkanının tavrından anladığım görev biraz da üzerine zorla kalmış. Durumu ve olduğu yerden hoşnutsuzluğu her haline yansıyordu.
Başkanın yardımcısı olan kadın öğretmen daha deneyimli, her sorumluluk üstüne kalan, inisiyatift alan, yetkin, dost canlısı da bir kadındı. İlerleyen saatlerde sık sık adıyla hitap etmemi istese de içinde olduğumuz sorumluklar gereği “X hocam” demeyi sürdürdüm, tarafsızlığının sorgulanmasına da engel olmak adına.
Asayiş Berkemal
Oy sayımı sakin, arada da yoğunluk ve kapıda kuyruklarla neredeyse tek düze geçiyordu. Yeni reşit olan genç bir kadının annesiyle hararetli sohbetine kulak misafiri oluyorduk: ”Anne ya! Biliyorum napcağımı, yeter darlama…. Oy kullanmak bu kadar da zor değildir.” Annesi tarif ediyor halen, nasıl mühür basılır, zarfa nasıl konulur…
Ben de içimden gülüyorum, “Annen haklı yavrucuğum, diklenme, o pusulayı katla da görelim” diye. Anne de ben de haklı çıkıyoruz, oy kabininde neredeyse beş dakika kaldıktan sonra “Off! Katlanmıyor, katlayamadım anne” diye oflaya puflaya çıkıyor. O söylenirken ben kendi ergenliğimi anımsar gibiydim, hatta o an kendimi dahi görmüş olabilirim.
Anneler ve kızları, ebeveynler ve ergenleri… Siz de bir an o yıllarınıza gideceksiniz eminim; gülerken, yüzünüz kızarırken bile bulabilirsiniz kendinizi. Yirmili yaşlardakilerin çok eskiye gitmesini gerektirecek henüz fazlaca anıları, özlemleri, belki de pişmanlıkları yok neyse ki. Olmasın da!
Diklenme abiciğim diklenme! Telefonla oy kabinine giremezsin! Oyunu kullanmana engel olan kimse yok, kimse özeline de girmiyor: “Siz benim telefonuma el koyamazsınız! Oyumu kullanmamamı mı istiyorsunuz? Bırakıp gideyim mi?” Sandık kurulu ve ben baskın geliyoruz, kabine girerken telefonunu da masanın üzerine bırakıyor el mecbur. Denedi en azından, bu gurur de yeter ona.
Birkaç kez de çantalarıyla kabine girmekte direten kadınlar, çocuk ağladığı için karısı oy atarken kabinin yanında bebeği tutmak isteyen koca da radarımızdan kurtulamıyor.
Bolca bebeğe ve çocuğa dadılık yapıyorum, bazısı arabasında, kimisi kucağımda. Sarışın seven minik bir beyin ellerinde de azıcık saçlarım dahi kaldı, annesi yetişmese vay halime…
YSK Kitapçığı da Gördü Bu Gözler
Son dakikalara doğru biraz hareketlenme başladı sınıfta. Saatlerdir biri Chp adına bulunan kadın olmak üzere benimle beraber iki kişiydik. Sonra 30’lu yaşlarda bir beyefendi de bize katıldı.
Saat 17’yi vurduğunda amanın bir anda gene bir hücum yaşadı sınıf. Üç tanesi muhalefetten son gelen yedi kişiyle beraber (hepsi de Akp adına gelmişler) sınıf lunaparka dönüştü.
Sınıfa ilk teşrif eden 30’lu yaşlarda olan abimiz sık sık, ”Başkan, kaç zarf geldi? Boş zarfları şöyle saracaksınız…” diye araya giriyor, bir şeylere itiraz ediyor. “Yüksek Seçim Kurulu kitapçığına göre…” görev tanımını, maddesini ve bentlerini okuyor. Başkan yardımcısı öğretmen arada müdahale edip susturdu sıklıkla.
Bu derece okuma meraklısı olan, hatta YSK kitapçığı okuyan birini ilk kez gördüm. Oku oku da evde okuyup anlayıp mümkünse de ezberleyip gelseydin be adam! İtiraz eden olursa açar gösterirdin kitapçığı. Öyle önce sayfa ara, tanımı bul, sonra da yarısını sesli, birazını içinden, tekrar sesinin ölçüsünü ayarlamadan kavga eder gibi kitapçık okunmaz ki…
İkinci kere oylar sayılıp her şeyin usulüne göre yapıldığına şahitlik ettikten sonra ıslak imzalı tutanağını da alıp en erken o ayrılıyor aramızdan. Bir dip not: Genel itibarıyla ilk kez bu derece sakindiler aslında. Şaşırmadım dersem yalan olur.
Gereksiz gerilim, başkana ve kuruldakilere sataşma olmayınca kalan ıslak imzalı tutanaklar daha da hızlı hazırlanıp herkese veriliyor, kapıya asılıyor. Ben sınıftan çıkarkense saat 21’i birkaç dakika geçmekteydi.
Süreç Her Zamanki Gibi
Tutanakları okul sorumluma teslim edip kendimi yine yollara vuruyorum. Arada bazı bazı Twitter haberlerini görmüştüm ama net okuyamamıştım. Okul sorumlumuz tatlı kadın, müjdeyi veriyor, ”Can Atalay Hatay’dan seçildi, meclise girdi’ dediğinde üzerimdeki yorgunluk biraz hafifliyor.
Metroda kendim bakıyorum haberlere. Anaa, o da ne! Sandıkların yüzde altmışı, yetmişi açılmış. Eee, biz biraz önce ne yapıyorduk, benim sandığım daha seçim kuruluna ulaşmadı. Başta da demiştim, içimizdeki en acemi kadının sınıfında oy sayımı devam ediyor. Okuldan ayrıldığında saat 23.30’u bulmuş, grup yazışmalarında okudum daha sonra.
Şişli’nin oyları belki de oy mu sayılmadı, İstanbul’un oylarının önemi mi yoktu? Oy sandığından çıkan oldukça muntazam zarflar neyin nesiydi? Belki de ben, ilk kez oy kullanan küçük hanım mı yeteneksizdik ki pusulayı zarfa sokamadık?
İkinci Turda da Beraberiz Değil mi?
Bakalım beni 28 Mayıs günü nasıl bir macera bekliyor? Sandık elimizde mi kalır, birilerimizin başında mı parçalanır? Sekiz gün sonra günün ne süprizler hazırladığını öğreniriz, acele yok.
Bir oy kendinize, bir oy geleceğimize… Evet mührünü karanlığın dağılmasına, umutlu yarınlara basar mıyız? Zarfın içine bir arada yaşayacağımız, dahası başkası adına utanmayacağımız, tasalanmayacağımız, yaşamaktan keyif alacağımız ülkeyi yerleştireceğiz değil mi?
Kuyruğunu beraberce yüzüp o gece başımızı yastığa huzurla koyuyoruz değil mi?
Hatta bu sefer bir değişiklik daha yap, oyunu vermenin yanında en azından kendi sandığında sayımı izle. Bence bize katıl! Yakın hissettiğin partiden de olabilir veyahut Oy ve Ötesi tarzı sivil örgütlenmelerden müşahit ol.
Gelecek, hayat, kararlarımız bizim, mutluluk da getirsin hepimize. Bunun için son bir görevin daha var, unutma! Belki de bu gerçekten son kez bile olabilir…
Fotoğraf: Edmond Dantès