[voiserPlayer]
İki kutuplu bir yapıya evrilme eğilimi gösteren uluslararası sistemdeki küresel ve bölgesel ittifak ilişkileri, çok sayıda devlet tarafından yeniden yorumlanıyor ve tekrar tasarlanıyor. Son dönemde Asya jeopolitiğinde müşahade edilen gelişmeler, bu düşünsel ve eylemsel revizyonun stratejik düzlemdeki yansımaları. Çin Komünist Partisi (ÇKP) idaresindeki Çin Halk Cumhuriyeti’nin iktisadi kalkınması ve bu kalkınma temelinde giriştiği kapsamlı askeri modernizasyonu, Asya jeopolitiğinde etkisini artırmak veya korumak niyetindeki çok sayıda devleti, çok taraflı yeni stratejik işbirliği arayışlarına sevk etmiş durumda. Bu arayışların bir sonucu olarak, ABD, Avustralya, Hindistan ve Japonya arasında 2007 yılında başlatılan “Dörtlü Güvenlik Diyaloğu” (QUAD), 2017 yılında yeniden canlandırıldı. Dört ülkenin liderleri, “açık ve özgür Hint-Pasifik” perspektifi temelinde, en son 24 Eylül tarihinde Beyaz Saray’da bir araya geldi.
Asya-Pasifik jeopolitiğinde, çok taraflı stratejik işbirliği arayışlarının son yansıması ise ABD, Avustralya ve Birleşik Krallık (BK) arasında müzakereleri yapılıp 15 Eylül tarihinde ilan edilen Aukus anlaşması oldu. Resmi olarak “genişletilmiş üçlü güvenlik ortaklığı” şeklinde tanımlanan anlaşma, 21. yüzyıldaki meydan okumaları karşılayabilmek adına, üç ülkenin Hint-Pasifik bölgesinde, diplomatik, güvenlik ve savunma işbirliğini derinleştirme kararının bir neticesi olarak ifade edildi. Ülkeler, daha derin bilgi ve teknoloji paylaşımını teşvik edeceklerini beyan ederken, bilim, teknoloji, endüstri ve tedarik zincirleri alanlarında da daha kapsamlı bir entegrasyona gidileceğini ilan ettiler.
Aukus’un, uluslararası kamuoyunda bir nükleer denizaltı anlaşması olarak tartışılıyor olmasına rağmen, üç ülke liderlerinin ortak açıklamasında nükleer denizaltı anlaşması, Aukus çerçevesindeki ilk anlaşma olarak ifade edildi. Kendilerini “deniz demokrasileri” şeklinde tarif eden üç ülke, anlaşmayı Avustralya Kraliyet Donanması’nın nükleer denizaltılar temin edebilmesini desteklemeye dair ortak bir arzunun ifadesi olarak yansıtmayı tercih ettiler. Kamuoyu açıklamasında üzerinde durulan önemli bir nokta da, ilgili ülkeler arasındaki teknolojik işbirliğine yapılan özel vurgu oldu. “Genişletilmiş üçlü güvenlik ortaklığının” pratiğe geçirilmesindeki ilk çabaların “siber kabiliyetler, yapay zeka, kuantum teknolojileri ile ilave denizaltı (undersea) imkanlara” yoğunlaşacağı belirtildi. Aukus temelinde, Avustralya donanmasına “erişilebilir en erken tarihte” nükleer enerji ile çalışan sekiz denizaltının teslim edilmesi öngörülüyor.
Bu yeni güvenlik ortaklığının tesis edilmesine yol açan şartların en başta geleni, küresel güç dağılımında halihazırda yaşanan değişim. Resmi açıklamada Çin açıkça zikredilmese de ABD hükümranlığına ve bu hükümranlık merkezli inşa edilmiş uluslararası düzene yönelik en ciddi yapısal meydan okuma, Çin’in mevcut sistemin imkanlarından da istifade ederek gücünü hızla artırması ve artan gücünü dış politik çıkarlarını geliştirmek için pragmatist bir yaklaşımla kullanmaktan çekinmemesi. Çin’in bölgesel ve küresel rakiplerinin “Hint-Pasifik” olarak nitelemeyi tercih ettiği Asya-Pasifik coğrafyasında, jeopolitik rekabetin eksenini Çin dış politikasının mecrası tayin ediyor. Diğer taraftan, Pekin yönetimi, artan gücü karşısında güvenlik algılamaları olumsuz yönde değişen bölgesel ve küresel aktörlerin güvenlik kaygılarını teskin edecek bir dış politika yaklaşımından oldukça uzak bir diplomasi yürütmekte. Tayvan ve Güney Çin Denizi gibi ihtilaflarda, Çin yönetiminin yaklaşımında, tehditvari bir diplomatik üslup ve hasmane bir politik tavır göze çarpıyor. Çin’in yükselişini kendi çıkarları açısından bir risk, tehlike ve tehdit olarak gören ABD yönetimi, bu meydan okuma karşısında Asya-Pasifik bölgesinde güvenlik ve savunma işbirliklerini tahkim ediyor. Aukus, bu doğrultuda başlatılan girişimlerin son halkasını temsil etmekte.
ABD savunma ve güvenlik stratejisi açısından en endişe verici gelişme ise, resmi adı Halk Kurtuluş Ordusu Donanması olan Çin donanmasının, askeri imkan ve kabiliyetlerini geliştirmeye yönelik yoğun bir çaba içerisinde olması. Çin savunma bütçesinin yaklaşık 55 % oranında Çin deniz kuvvetlerine tahsis edilmesi, Pekin yönetiminin donanmanın modernizasyonuna atfettiği önemi göstermekte. ABD Savunma Bakanlığı’nın verilerine göre, Çin donanması, muharip gemi sayısı olarak, dünyanın en büyük donanması haline gelmiş bulunuyor. Dolayısıyla, Washington yönetimi, kendisinin ve müttefiklerinin Asya-Pasifik bölgesindeki askeri varlığını tahkim edecek güvenlik ve savunma ortaklıkları tesis etmek için özel bir gayret sarf etmekte. Aukus çerçevesinde ilan edilen ilk anlaşmanın bir nükleer denizaltı anlaşması olmasının gerisinde, bu stratejik kaygı yatıyor.
Aukus anlaşmasının taraflarının, bu genişletilmiş güvenlik ortaklığına dahil olmalarının kendilerine özgü gerekçeleri bulunmakta. ABD açısından anlaşma, Asya-Pasifik bölgesinde inşa edilmeye çalışılan çok katmanlı stratejik ittifaklar ağının kurucu bir unsuru olarak değerlendiriliyor. Örneğin, ABD, nükleer denizaltı teknolojisini şimdiye dek yalnızca Birleşik Krallık ile paylaşmıştı. Soğuk Savaş şartlarında Birleşik Krallık ile 1958 yılında imzalanan savunma anlaşması, günümüze değin süren ABD ile Birleşik Krallık arasındaki “özel ilişkinin” de sacayaklarından birini teşkil etmekte. Washington yönetiminin, nükleer denizaltı teknolojisini Avustralya ile de paylaşmaya hazır olması, Asya-Pasifik jeopolitiğinde inşa etmeye çalıştığı yeni güvenlik mimarisine ve elbette bu mimaride Avustralya’nın konumuna atfettiği ehemmiyetin bir göstergesi. Aukus bağlamında, ABD Başkanı Joe Biden, ülkesinin Avustralya’dan daha yakın ve daha güvenilir bir müttefikinin olmadığını ifade etmişti.
Birleşik Krallık ise, Aukus aracılığı ile, mevcut hükümetin Brexit sonrası dış politika çerçevesini oluşturan “küresel Britanya” yaklaşımını pratikte icra etme imkanı elde etmiş durumda. Avrupa Birliği’nden (AB) Ocak 2020 tarihinde resmi olarak ayrılan Birleşik Krallık, Boris Johnson hükümeti idaresinde, küresel ilişkilerini geliştirmeye yönelik aktif bir diplomasi yürütüyor. Londra yönetimi açısından Aukus, “küresel Britanya” yaklaşımının kayda değer ve başarılı bir çıktısını temsil etmekte. Resmi söylemde ise, anlaşma, ülkenin çıkarları ile birlikte temsil ettiği düşünülen değerler çerçevesinde izah ediliyor. Örneğin, Dışişleri Bakanı Liz Truss, Aukus anlaşmasını bir “özgürlük ağının” başlangıcı olarak yorumlarken, Birleşik Krallık’ın deniz yollarının, ticaret güzergahlarının ve özgürlüklerinin korunması için bu güvenlik ortaklığını tesis ettiklerini ifade etmişti.
Avustralya açısında ise Aukus, her şeyden önce ABD ile geliştirilmeye çalışılan güvenlik ve savunma işbirliğinin sağlam ve uzun vadeli bir biçimde tesis edilmesi anlamına geliyor. Başbakan Morrison’a göre, Aukus anlaşması, ABD ile kurulan “ebedi ortaklığın” başlangıcını teşkil etmekte. Canberra yönetimi tarafından, kurulan bu stratejik işbirliğinin, Avusturalya’nın askeri gücüne oldukça geniş çapta bir katkısının olması bekleniyor. Örneğin, nükleer denizaltı anlaşması hayata geçirildiğinde, Avustralya donanmasında istihdam edilen denizaltıların tek seferde kat edebilecekleri mesafe birkaç kaç artmış olacak. Ülke, halihazırda nükleer denizaltılara sahip altı ülkeye ek olarak, donanmasında nükleer denizaltı istihdam eden ender devletlerden biri haline gelecek. Aukus anlaşmasının bir diğer boyutunu ise, Avustralya’nın Çin ile arasındaki bitmek bilmeyen diplomatik gerilimlerin ülkenin savunma ve güvenlik bürokrasisinde yarattığı tehdit algısı teşkil ediyor. Bir örnek olarak, eski başbakanlardan Tony Abbott’a göre Çin, “zamanımızın büyük stratejik meydan okumasını” temsil ediyor. Bu anlaşma ile birlikte, Avustralya hükümeti, algıladığı Çin tehdidi karşısında ülkenin caydırıcılık kapasitesini artırmayı tasarlıyor.
Öte yandan, ABD, Avustralya ve Birleşik Krallık arasında tesis edilen genişletilmiş üçlü stratejik ortaklıktan memnun olmayan taraflar da elbette mevcut. Bu taraflardan birisi Fransa. Aukus ile birlikte, Avustralya’nın Fransa ile daha önce yapmış olduğu ve 12 denizaltının Avustralya’ya tedarikini öngören 66 milyar dolarlık savunma sanayi anlaşması, Paris yönetimine haber verilmeksizin Avustralya tarafından tek taraflı olarak iptal edildi. Uluslararası kamuoyu ve elbette Emanuel Macron hükümeti, bu durumu Fransa adına oldukça ciddi bir diplomatik, ekonomik ve stratejik kayıp olarak görmekte. Fransa’nın bu şekilde diplomatik dışlanmasına bir tepki olarak, Paris yönetimi, ABD ile ikili ilişkilerinin tarihinde ilk defa, Washington büyükelçisini geri çekti. Macron hükümeti, Pasifik bölgesinde, egemen toprağı, vatandaşları ve binlerce askeri bulunan Fransa’nın, Asya-Pasifik jeopolitiğinde tecrit edilme olasılığından gayet rahatsız durumda.
Aukus anlaşmasından memnun olmayan taraflardan önde geleni ise hiç şüphesiz Çin. ABD’nin kendisine karşı bir çevreleme siyaseti yürüttüğü düşüncesinde olan Pekin yönetimi, bu siyasetin somut stratejik ortaklıklar ile gün geçtikçe pratiğe aktarılmasından oldukça rahatsız ve bu rahatsızlığını dile getirmekten çekinmiyor. Çin yönetiminin dış politika söyleminde, ABD ve müttefikleri, attıkları adımlar ile bölgesel barışa ve güvenliğe zarar veren taraf olarak aksettiriliyor. Örneğin, Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zhao Lijian’a göre, mezkur üç ülke arasındaki nükleer denizaltı işbirliği, bölgesel barış ve istikrarı ciddi şekilde baltalamış durumda. Buna ek olarak, Aukus’un, bölgedeki silahlanma yarışını hızlandırma ve uluslararası nükleer silahsızlanma çabalarını zayıflatma gibi olumsuz etkileri de bulunuyor. ABD ile küresel bir mücadeleye aleni bir şekilde girmek istemeyen Pekin yönetimi, ABD’yi Soğuk Savaş zihniyeti ile hareket etmekle itham etmekte.
Asya-Pasifik bölgesinde, ABD öncülüğünde ve Çin’e karşı yeni bir güvenlik mimarisi inşa edilmeye çalışılıyor. Ancak bu güvenlik mimarisi, eski Soğuk Savaş’taki gibi yekpare bir yapıya sahip değil ve çok katmanlı stratejik ittifaklar ağına dayanıyor. ABD, Avustralya ve Birleşik Krallık tarafından ilan edilen Aukus anlaşması, bu ittifaklar ağının kurucu ve kalıcı unsurlarından birisi olmaya aday. Üç ülke arasındaki nükleer denizaltı anlaşmasının yalnızca bir başlangıç projesi olarak ortaya konulduğu bu stratejik ortaklık, Asya-Pasifik jeopolitiğinin geleceğinde belirleyici bir etken olacak.
Fotoğraf: Ан Нет