[voiserPlayer]
Ülkeyi toptan esir almış gibi görünen kin ve nefret duygusu sosyal medya sayesinde görünür olabiliyor. Bu duygunun içinde adalet söylemine pek fazla yer kalmıyor. Ortaçağ adaleti mantığıyla kısasa kısas ilkesi en masum görünen olaylarda bile devreye sokulmak isteniyor. İnsanlar gündelik politikadan sıradan hayatın gelişmelerine, derin teorik tartışmalardan, eleştirel kıyaslara uzanıncaya dek birbirlerine ve belki de kendilerine ve hayata duydukları öfkelerini, nefretlerini açığa vurarak rahatlayacaklarını düşünüyorlar. Oysa bu bir girdap, bir nefret girdabı ve sonunda denizin dibini boylayan kişinin ve toplumun kendisi oluyor.
Mevcut siyasal ve toplumsal koşullar altında çoğunluğun öfkesini ve nefretini “Yetmez Ama Evetçi,” ya da “liberal” gibi adlandırmalarla kodlanan bir grup entelektüel ve onlar içinde de en çok bu kesimin bir zamanlar en şiddetli savunucusuymuş gibi duran Ahmet Altan çekiyor. Malum, yazar Ahmet Altan üç yıldır hapiste ve müebbet hapis cezası aldı. Bununla ilgili herhangi bir sosyal medya platformunda yorumları okuduğunuzda Altan’ın bunu hak ettiği, içeride “çürümesi” gerektiği insanlar tarafından defalarca tekrarlanıyor. Altan’ın eleştirildiği sebeplerle hiçbir ilgisi olmayan hapis cezasının savunulması hukuku yalnızca gereksiz bir detay konumuna indirgiyor.
Her şeyden önce kalıp haline getirilmiş “Yetmez Ama Evetçi” nefreti, söylediklerinin mutlak doğru olduğunu, asla yanılamayacağını ima eden bir bakış açısını yansıtıyor. Toplumsal ve siyasal dinamiklerin pek çok değişkeni olduğunu, yaptığımız analizlerin her an yanılabileceği gerçeğini göz ardı ediyor. Özeleştiri ve içgörü yoksunu bir toplumda bir kesim suçlu ilan edildiği andan itibaren bütün öfke onlar üzerinde birikiyor. Tanıl Bora başyapıtı Cereyanlar’da ideolojilerin, düşüncelerin Türkiye’deki dünden bugüne tarihsel gelişimini anlatırken en sonda tartışma kültüründen ne kadar uzak olunduğunu yazıyor ve bunun doğmasını diliyordu. Bunu öğrenebileceğimiz insanlardan birinin de Hrant Dink olduğunu yazıyordu.
Ahmet Altan yaptığı gazetecilikle toplumsal bir dönüşüme katkı vereceğine inanmıştı. Bunu yaparken oldukça hoyrat davrandı, bildiklerini en azından kamusal alanda hiç sorgulamadı, yanılabileceğini düşünemedi. Bunu o an görememek son derece insani bir yanılgı değil miydi? Bunun cezası müebbet hapis midir? Darbeyi önceden televizyonda subliminal yollarla duyurmak gibi saçma sapan bir iddiadan dolayı bir insanın ömrünü hapiste geçirecek olması bir hukuk garabeti değil mi? Bu ülkede yaşanan herhangi bir hukuksuzluk bu ülkede yaşayan bütün insanların zararınadır. Hukuk bir kez elden gittiğinde bundan kimin cefa çekeceği belli olmaz. Bunu unutmamak gerekiyor.
Etikle hukuk arasında önemli bir fark var. Basın etiği açısından Ahmet Altan’ın yaptığı gazetecilik eleştirilebilir. Ahmet Altan ya da Yetmez Ama Evetçi olarak nitelenen bir grup aydın özeleştiri sunmayabilir, hata yaptıklarını kabul etmeyebilir. Bunun karşılığını da toplumsal olarak alabilirler. Sözlerine kıymet verilmeyebilir, kamusal ağırlıklarını yitirebilirler. Ama bunun cezası ömrü askeri vesayetle mücadeleyle geçmiş (şimdiki koşullar altında insanlar böyle bir vesayetin hiç olmadığını sanıyor olabilirler) bir adamın askeri darbe girişiminden müebbetle yatması değildir. Hukuk intikamla karar veremez, intikam adaletten sapma anlamına gelir.
Ahmet Altan’a İngilizce yayınlanan ve Türkçe hariç başka dillere de çevrilen Dünyayı Bir Daha Hiç Görmeyeceğim kitabı nedeniyle Nazi zulmüne karşı direnen Scholl Kardeşler onuruna verilen Geschwister –Scholl ödülüne layık görülmüş. Türkiye’nin büyük yazarına dışarıda özgürce romanlarını yazabilmesi için özgür olacağı günlerin gelmesini diliyorum.