“O sağda oluşan sıradır. O ‘itelemeyin’deki ‘meyin’dir. O içinden yavaş yavaş talaşın sızdığı gömlekte bir deliktir. O fötr şapkadaki yırtıktır. Demokrasi halkın yarısından çoğunun, çoğu zaman yanılabileceğine dair bitmeyen şüphedir. O oy kullanma kabinindeki yalnızlıktır, kütüphanelerde hissedilen cemiyet hissidir, her yerde hissedilen canlılıktır. Demokrasi bir editöre yazılan mektuptur. Demokrasi dokuzuncunun başındaki skordur. O halen daha çürütülememiş bir fikirdir, sözleri bozulmamış bir şarkıdır. O sosisin üzerindeki hardaldır ve karneye bağlanan kahvedeki kremadır. Demokrasi savaşın ortasında, sabahın köründe demokrasinin ne olduğunu bilmek isteyen Savaş Kurulu’ndan talep almaktır.”*
Amerikalı yazar Elwyn Brooks White’ın “demokrasi” tarifi bu. Şiir gibi. O yüzden zor, anlamak da, tercüme etmek de. Demokrasinin sosisin üzerindeki hardal olması ne demek, dokuzuncunun başındaki skor olması, karneye bağlanan kahvedeki krema. O dönemin Amerikan kültürüne bütüncül bir bakışla çözümlenebilecek bir metin bu. Ancak bu kadar kültür-yoğun bir tanım olması onun değerini düşürmüyor. Zira tanım, her üst seviye edebi metin veya sanat eseri gibi, çıkarılması gereken anlamı kişinin hayal gücüne bırakan ve onda güçlü duygular uyaran cinsten. Öyleyse demokrasi ne demek?
Demokrasi her şeyden önce düzen demek. Fırında, markette, otobüs veya dolmuş durağında bekleyenlerin kuyruk olabilmesi demek. Ancak zorla değil bunun kendiliğinden olabilmesi demek. Zorun hiç olmaması demek değil bu. Zora maruz kalındığında buna karşı durabilmek demek, ses çıkarabilmek demek. Kimsenin kimseyi itelememesi demek değil, birisi tarafından itelendiği zaman korkmadan, çekinmeden itelemeyin diyebilmek demek.
Demokrasi kimsenin kendini ayrıcalıklı görmemesi demek, ayrıcalık istememesi demek. En zenginin, en rütbelinin bile elini taşın altına sokması demek. Bundan kaçamaması demek. Tozun, çamurun onun da en pahalı ve kalite kumaştan elbisesine dahi bulaşması demek.
Demokrasi herkesin haklarının, doğrularının eşit değerde olması demek. Tek bir kesimin her zaman haklı olmaması demek. O kesimin sayısal çoğunluğunun bir öneminin olmaması demek. Tek bir kişinin dahi milyonlara haksızsınız diyebilmesi demek. Kendi doğrusunu, hakkını feda etmeden savunabilmesi demek.
Demokrasi baskı görmemek demek. Sandığa tek başına gitmek demek, kendi vicdanı ve düşüncesine göre tercih yapmak demek. Ancak bu tercihi yaparken, dar bir kesimin değil, farklı farklı kesimlerden müteşekkil bir cemiyetin parçası olduğunu hesaba katması demek. Bireyin cemiyet için kendini feda etmesi değil, bireyin kendini feda etmesinin vicdanının çağrısına uyarak yapması demek. Dini ise dini, milli ise milli… hangi saikse bireyin o saiği kendi iradesiyle benimsemesi ve ona uyması demek. Bireyin de, içinde bulunduğu toplumsal-ekonomik kesimin de hayatiyetinin cemiyetin hayatiyetine bağlı olduğunun farkında olmak demek.
Demokrasi fikir özgürlüğü demek, fikrini özgürce ifade edebilmek demek. Bunun salt bir hak olarak kalmaması demek. O özgürlüğü yaşayabilmenin araçlarına sahip olmak demek. Bir gazetenin, derginin editörüne yazabilmek demek. Bir yanlışı düzeltmesini, bir doğruyu duyurmasını talep edebilmek demek.
Demokrasi yanlış giden şeyleri düzeltme fırsatının olması demek. O bir raundun daha olması demek. Merhum bir siyasetçinin meşhur sözüyle çarelerin tükenmemesi demek. Kapanan onlarca kapının ardından bir kapının açık olacağına inanmak demek.
Demokrasi narin bir çiçek demek, dikmesi zor, bakımı zor, koruması zor. Ancak narin olduğu kadar dayanıklı bir çiçek. Zira o bir fikir demek. Bir ideal demek. İnsanın iki bin beş yüz yıllık rüyası demek. Ardında defalarca tökezlediği, çuvalladığı, düşerek yüzüstü yerlere kapaklandığı davası demek. Uğruna döktüğü tere, akıttığı kana, yaşadığı, yaşattığı hayal kırıklığına rağmen tekrar tekrar peşine düştüğü davası demek.
Demokrasi hayatın lüksü değil, en temel ihtiyacı demek. Yemeğinin tuzu, çayının şekeri, kahvesinin köpüğü demek. Demokrasi demokrasiyi en temel ihtiyaç olarak gören insan topluluklarının harcı demek.
Demokrasi hiç bir şey için feda edilemeyecek, edilmemesi gereken bir esas demek. Demokrasi sırat köprüsü üzerinde yürümek demek. Azami dikkatle hareket etmek, azami titizlikle adım atmak demek. Savaşın tam ortasında dahi, o savaşı yürütenlerin bile üzerine titremeleri gerek demek.
…
* Orijinali şöyle: “… It is the line that forms on the right. It is the don’t in don’t shove. It is the hole in the stuffed shirt through which the sawdust slowly trickles; it is the dent in the high hat. Democracy is the recurrent suspicion that more than half of the people are right more than half of the time. It is the feeling of privacy in the voting booths, the feeling of communion in the libraries, the feeling of vitality everywhere. Democracy is a letter to the editor. Democracy is the score at the beginning of the ninth. It is an idea which hasn’t been disproved yet, a song the words of which have not gone bad. It’s the mustard on the hot dog and the cream in the rationed coffee…”
Fotoğraf: Michael Baccin