Adını koyalım. Kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerinin havada uçuştuğu, farklı hiziplerden çeşitli isimlerin birbirini yok saydığı bu kaotik ortam aslında bir iç savaş. CHP’de iç savaş yaşanıyor.
Tarihte ve siyasette bazen çelişkiler uzlaşmaz niteliğe kavuşur. Aradaki anlaşmazlığı hukukla ve diyalog yoluyla çözmek imkansız hale gelir. Savaşın kaçınılmaz bir olgu haline geldiği böylesi ortamlarda güç ve hak birbirine eşitlenir. Kim güçlüyse, kim rakibine boyun eğdirirse o haklı olur. İşin özeti CHP’deki siyasal yarışma koşulları doğa durumu seviyesinde. Doğa durumunda tek bir kural geçerlidir. İnsan insanın kurdudur. Ayakta kalırsanız rakibiniz yok olur. Siz yerdeyseniz düşmanınızın dişleri boğazınızı kanatıyor demektir.
İç savaş hatırlatması aynı zamanda hukukun bu meseleyi çözmede işlevsiz olduğunu da gösteriyor. Zaten siyasi sorunlar hukukla çözülemez. Fazilet Partisi içindeki Yenilikçiler-Gelenekçiler çekişmesini hatırlayalım. Ya da MHP’nin Bahçeli ile karşıtları arasındaki bölünmüşlük halini. Her iki örnekte de türbülans bölünme ve tasfiye seçenekleriyle aşılmıştı. İşte CHP de bu kıvama geldi. Tüm taraflar bakımından geri dönüşü olmayan bir kertedeyiz. Ya CHP bölünecek ya da çatışan taraflardan biri diğerini siyaseten yok edecek.
Hukuk düzleminde devam eden bu politik çatışmayı birkaç aşamada tahlil edebiliriz. Öncelikle 2 Eylül’de İstanbul Asliye Hukuk’un kararı ve YSK’nin bu mahkemenin kararını kısmen düzelten müdahalesinden başlayalım. İstanbul Kongresi için açılan iptal davası başladığı gün bitti. Çünkü ilgili mahkeme çok ağır bir ara karar verdi. Mahkeme kongreyi iptal etse atılacak tüm adımlar zaten en başta atıldı. Ancak ara kararın bir maddesi, yani İstanbul’da kongre yapılmasını engelleyen hüküm YSK’den döndü.
Bu arada yeri gelmişken hatırlatalım. Bir mahkemenin anayasanın vatandaşlar için öngördüğü seçme seçilme hakkını süresiz bir şekilde askıya alması zaten anayasayı ihlal bakımından ciddi sonuçları beraberinde taşıyordu. Neyse ki YSK kongre sürecini devam ettirdi. YSK’nın tavrının kendi içinde bir siyasi parti-seçim ayrımını da içerdiği unutulmamalı. YSK bize kısaca şunu dedi: Mahkemeye intikal etmiş siyasi parti uyuşmazlıkları bakımından mahkemelere karışmam. Ama seçim yapılıp yapılmamasıyla ilgili son ve tek karar mercii YSK’dır. Mahkemelerin bu alanı ihlal etmesi seçim yargısının en üst kurulu tarafından engellendi.
Tabii YSK’nın kararı 15 Eylül ve 21 Eylül konjonktürü açısından da önemli. Şöyle ki, Ankara’daki mahkeme 15 Eylül’de mutlak butlan kararı verirse YSK karışmayacak bu meseleye. Ama mahkemenin olağanüstü kongre/kurultay yapılmasına yönelik yasaklayıcı bir karar olursa son karar yine YSK’ya ait olacak. Bu durum Özel yönetiminin en önemli dayanağı. Çünkü şu anki CHP liderliği 15 Eylülde mutlak butlan çıkacağını düşünüyor. Ama 21 Eylül’de kurultay yapılacağı için Kılıçdaroğlu’nun olası dönüşü kısa sürecek. Bu iyimser beklentinin karşılık bulup bulmayacağını ise hep beraber göreceğiz.
CHP Genel Merkezi tarafından organize edilen Gürsel Tekin karşıtı tepkinin aşırılığı ise izaha muhtaç. Şüphesiz ki CHP elitlerinin ezici bir çoğunluğu İstanbul mahkemelerinin aldığı kararı partiye müdahale olarak görüyor. İktidar yargı eliyle muhalefeti dizayn etmeye çalışmakta. Yaşanan şey bu. Dahası karar hukuk tekniği açısından sorunlu. Onlara göre ara kararın tek bir amacı var. Büyük Kurultay davasından mutlak butlan çıkmasını sağlamak. Bu nedenle karara ve yönetim kayyımı olarak atanan Gürsel Tekin’e karşı CHP liderliği.
Ancak bu karşıtlığın ölçüsüyle ilgili bir sorun da var. Daha ilk gün partinin genel başkanı Tekin’i partiden ihraç ettik dedi. Halbuki parti üyeleri savunmaları alınmadan öyle birkaç saat içinde partiden atılamaz. Daha sonra bu beyanat düzeltildi. Ama “Tekin’i partiye sokmayacağız” ve “bu kararı tanımıyoruz” söylemi ağırlaşarak devam etti. Halbuki 24 Eylül’de olağanüstü İstanbul il kongresi, 21 Eylül’de ise olağanüstü kurultay var. YSK bu kongre ve kurultayların yapılmasının yolunu açtı. CHP seçim yoluyla kendisine yönelmiş bu müdahaleyi bertaraf edebilir. Ayrıca İstanbul’da olağan kongre süreci de devam ediyor.
Sonuç olarak mahkeme kararını uygulatmamak dışında, daha meşru, sivil, demokratik ve yasal olanakları var CHP parti içi iktidarın. Buna rağmen tansiyonun yükselmesi yönünde bir siyaset izlendi. Gürsel Tekin’in partiye polis zoruyla girmesi sadece Tekin ve devlet aygıtının değil, CHP liderliğinin de istediği bir şey ihtimal ki. Bu hatırlatma CHP’nin süreç yönetimi konusunda çok da başarılı olmadığını gösteriyor. Eylem ve siyaset aynı şey değildir çünkü.
Ayrıca sadece kızıp bağırmakla da siyaset yapılmaz. Siyasi aktör kendisi gibi düşünmeyen diğer insanlarla konuşmanın, sağlıklı bir şekilde meseleleri müzakere etmenin bir yolunu bulmalı, diyalog kapısını her zaman açık tutmalı. Aksi taktirde siyaset öfke performansına indirgenir. Böylesi bir yönelimin ise demokratik olgunluk ve ciddiyete hiçbir katkısı yok.