Yasama yılı açılışları Cumhur İttifakı bileşenlerinin siyasi geleceği belirlediği, söz ve davranışlarıyla yeni bir gündemi kamuoyuna dayattığı dönemlere dönüştü. Geçen yıl Bahçeli, DEM’li vekillerin elini sıkarak ikinci açılım sürecinin fitilini ateşlemişti. Bu yıl ise CHP dışındaki muhalefet partilerini Erdoğan güneşinin etrafında ısıtan tartışmalı bir fotoğraf ortaya çıktı. CHP’li muhalif medyanın korktuğu, ama bir anlamda da istediği şey oldu. Kürtler ve diğer sağ partiler AKP’yle anlaşmaya hazır veya zaten anlaşmış olan iktidarın muhalefet içindeki uzantılarına dönüştü. Özgür Özel’in ortamı yumuşatmak için açtığı telefonlara rağmen DEM, Gelecek ve DEVA karşıtı yayınlar aldı başını gitti. CHP’lilere göre tek gerçek muhalefet partisi CHP. Diğer partiler muhalif siyasetin sarı sendikaları. Bu yazıda bahsi geçen suçlamanın Davutoğlu ve Babacan ayağını tartışmak istiyorum. Gerçekten de durum öyle mi? Ya da tam olarak neyi deneyimliyoruz? AKP karşıtı sağ muhalefetin anlamlı bir oy artışını organize edememesi iktidar-muhalefet ilişkilerini nasıl etkileyecek?
Öncelikle DEVA ve Gelecek Partilerinin siyaseten başarısız olduğunu kayıt altına alalım. Bu iki oluşum seçmenlerden beklenen desteği görmedi. AKP kitlesi Babacan ve Davutoğlu’nu Erdoğan’a alternatif liderler olarak algılamadı. Siyasal sosyolojik bir boşluğu da dolduramadı bu iki parti. 6’lı masa seçimi kazansaydı şüphesiz ki başka bir tabloyu tartışıyor olacaktık. Ama kaybedilen seçim ve geri çekilen CHP desteğinin yokluğunda tabela partisine döndü DEVA ve Gelecek. Vekillerin bir kısmı ayrıldı. Tabii sorun sadece politik mobilizasyon değil, aynı zamanda gündem yaratma kapasitesindeki eksiklikti. Ne Davutoğlu dış politikada ne de Babacan ekonomide alternatif bir söylem seti yaratabildi. Şüphesiz ki bu sınırlılık bir ölçüde kullanılan üslupla da ilgiliydi. Hakan Fidan’ın anti-tezi değildi Ahmet Davutoğlu. Babacan ise Mehmet Şimşek programını yerden yere vurmadı. Çünkü AKP’nin yaptıklarına prensip olarak karşı değil bu bürokrat siyasetçiler. Enflasyonu azaltmak için daraltıcı bir program gerekliydi. Ayrıca Türk dış politikası, özellikle de Ortadoğu siyaseti bakımından çok yönlü ve aktif olmalıydı. Babacan ekonomin, Davutoğlu ise dış politikanın başında olsa şüphesiz ki şu anki durumdan daha farklı bir içerik söz konusu olacaktı; ancak bahsi geçen o fark devasa bir değişimi içinde barındırmıyor ne yazık ki.
Bu iki aktör arasında Davutoğlu zayıf halka. Çünkü partisi çöktü, kendisi ise dönmek istediğini çok belli ediyor. Erdoğan telefon etse, o an Gelecek Partisi tarihe karışacak. Ancak Ahmet hocanın beklediği o telefon gelir mi? Davutoğlu bir iadeyi itibar süreci istiyor. Partiden ayrılmadan önce genel başkanlık ve başbakanlık yapmış biri olarak yeni sisteme cumhurbaşkanı yardımcısı pozisyonunda dönmek, tekrar bürokrasiye yerleşmek Davutoğlu’nun yegane politik amacı. AKP’nin ise Davutoğlu’na sadece kalan birkaç milletvekili için kısmi bir ihtiyacı var. Anayasa süreci başlarsa o ihtiyaç somut bir zemine oturacak. Bir nedenden dolayı anayasa hazırlıkları gerçekleşmez veya geç kalınırsa Davutoğlu’nu kendi doğal tükeniş ritmine bırakacak Erdoğan liderliği.
Babacan’ın başında bulunduğu DEVA için ise durum, koşullar ve konjonktür farklı. Öncelikle Babacan partiden Davutoğlu’ndan farklı olarak sorunlu ayrılmadı. Davutoğlu dönmek istese çok kişi itiraz eder. Ama Babacan için negatif algı yok denecek kadar az. Bir diğer önemli husus ekonomi. Mehmet Şimşek’in ekonomiyi toparlama hızı beklentilerin altında kaldı. AKP’nin bir sonraki seçime, seçim ekonomisi uygulayacak bir kapasiteyle girmesi gerek. Toplumun alt ve orta kesimlerinin ekonomik programa olan güveni ise yerlerde sürünüyor. Yeni Şafak gibi gazeteler sürekli bir şekilde manşetten Şimşek’i eleştirmekte. Dahası dışarıdan para gelmiyor ülkeye. Bu son hususta anlamlı bir ilerleme olmazsa program, tüketimi ve ücretleri baskılayarak insanları zor bir hayata mahkum etmek ve sonu belirsiz bir gelecek için sabır istemek dışında hiçbir işe yaramayacak. Ezcümle, Erdoğan’ın Babacan’a ekonomi alanında ihtiyacı var. Ancak Ali Bey ve ekibi belki de bu avantajı hissettikleri için daha ilkeli bir dönüş istiyor. Babacan ısrarla hukuk-ekonomi ilişkisini vurguluyor. Başkanlık sistemi özellikle hukuk alanında ciddi bir keyfiliğe yol açtı. Ülke öngörülemiyor. Böylesi bir düzende yabancı yatırımcının Türkiye’ye sıcak para dışında kaynak getirmesi imkansız. Dolayısıyla ekonomi toparlanacaksa önce hukukun toparlanması gerek. İşte Babacan meselesindeki kritik nokta bu. Erdoğan iktidarı ekonomiyi düzeltmek için hukuk alanında reform yapmaya hazır hissediyor mu kendisini? Bu sorunun muhtemel yanıtı DEVA’nın da geleceğini belirleyecek.
Tüm bu olasılıklar karşısında geriye yanıtlanması gereken tek bir soru kalıyor? Davutoğlu ve Babacan’ın partiye döndüğü veya Cumhur İttifakına katıldığı yeni iktidar iç mimarisinde CHP ne yapacak? Özel’in muhalefete liderlik etme noktasında çok geç kaldığı, İmamoğlu, davalar ve yolsuzluk gibi başlıklarda iç meselelere fazlasıyla zaman harcadığı sıklıkla dile getiriliyor. Hiç kimse 6’lı masanın tekrar kurulmasını beklemiyor. Ama diğer muhalefet partileriyle yapısal bir ilişkinin tesis edilememesi büyük bir sorun. AKP’nin sağ muhalefete doğru esaslı bir hamle yapması durumda siyasi kutuplaşmanın sağ-sol ikiliğine hapsolacağı ise açık. Tüm sağın AKP içinde veya çevresinde topladığı bir konjonktürde CHP’nin Erdoğan’a karşı seçim kazanması mümkün mü? Türkiye’nin siyasal sosyolojisi böyle bir olasılığa izin vermiyor. Sonuçta beklenen, CHP elitleri açısından siyaset alanının biraz daha daralması, politik muhalefetin belli bir mahalleye hapsolmasıdır.

