Daktilo2 için gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, İtalya’da bulunan araştırma enstitüsü Scuola IMT Alti Studi Lucca’dan Doç. Dr. Aslı Kotaman ile dünyada yaşanan teknolojik dönüşümün gazetecilik endüstrisine etkilerini ve endüstrinin geleceğini konuştuk.
Doç. Dr. Aslı Kotaman, gazeteciliğin kamusal bilgi üretiminin etik bir biçimi olduğuna değinirken, aksi halde gazeteciliğin kitle iletişimi içinde eriyip sıradan bir içerik üretimine dönüşeceğine de dikkat çekiyor. Doç. Dr. Aslı Kotaman’ın Daktilo2’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Günümüz dünyasında geleneksel gazetecilik yerini dijital platformlara bırakırken, yapay zekâ artık haber üretim sürecinin ayrılmaz bir parçası hâline gelmeye başladı. Medyanın küresel ölçekte geçirdiği dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce gazeteciliğin temel ilkelerinde bir erozyon mu söz konusu, yoksa sadece biçim mi değişiyor?
Medya alanındaki dönüşümü sadece teknolojiye bağlamak kolay, ama eksik bir okuma olur bana kalırsa. Dijitalleşme gazeteciliğin araçlarını değiştirdi evet, ama asıl kırılma bilginin kimler tarafından üretildiği ve dolaşıma sokulduğu konusunda ortaya çıktı. Bugün haberi belirleyen şey çoğu zaman doğruluk değil, hız ve erişim. Yani haberin değerini artık çoğu zaman onun kamusal etkisi değil, kaç etkileşim aldığı belirliyor. Haliyle bu gazeteciliği giderek platformlara bağımlı hale getiriyor. Örneğin bir haberin sosyal medyada görünür olması, algoritmaların ona izin verip vermemesine bağlı. Bu durumda asıl problem teknoloji üzerinden dağıtılan güçte. Kimin sesi duyuluyor, kimin sözü bastırılıyor, hangi haber görünür kılınıyor, hangisi yok oluyor soruları, dijital çağın yeni medya etiği sınavı. Bana göre ortada sadece bir biçim değişimi yok. Daha derin bir dönüşüm yaşıyoruz. Gazeteciliğin mesleki ilkeleri hızla değişiyor ve karar verme süreçlerini artık çoğu zaman teknoloji şirketleri belirliyor. Eğer gazetecilik toplumsal işlevini koruyacaksa, önce şu soruyu sormamız lazım: Bir haber ne zaman haberdir? Bu soruya güçlü bir yanıt veremediğimiz sürece teknik yenilikler değil, haberciliğin niteliği erozyona uğramaya devam edecek.
Türkiye’de gazetecilik endüstrisi kapsamında son 10 yılda yaşanan dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz? Jürgen Habermas’tan Noam Chomsyk’e uzanan çizgide eleştirel medya kuramlarının hangi kavramları bugünün Türkiye medyasını anlamamıza yardımcı olabilir?
Türkiye’de medyanın son 10 yılda geçirdiği dönüşüm, ki buna 10 sene diyebilir miyiz ondan emin değilim tam, teknolojiden çok siyasal ve ekonomik koşullarla şekilleniyor. Medya sahipliği birkaç büyük sermaye grubunda toplandı ve gazetecilik piyasası giderek daha fazla siyasi iklimin etkisi altına girdi. Bu durum yalnızca gazeteciliğin eleştirel niteliğini değil, haberin çeşitliliğini de azalttı. Ama dedim ya buna 10 sene de diyemeyiz aslında. Ben yüksek lisans tezimi medyanın oligarşik yapısı üzerine yaptığımda yıl 2001’di. Ama çoğulcu medya ortamı zayıfladı, giderek daha da zayıfladı; öte yandan kamusal tartışmanın niteliği azalmadı, neredeyse tamamen ortadan kalktı.
Eleştirel medya kuramları bugün Türkiye’yi anlamak için hâlâ kısmen işe yarayabilir. Habermas, medyanın demokrasi için temel bir tartışma zemini sağladığını söyler. Ama bugün tam tersi bir tablo görüyoruz. Medya çoğu zaman tartışmayı açmak yerine kapatan, iktidarın sınırlarını yeniden üreten bir işleve sahip. Chomsky’nin propaganda modeli ya da. Haberler kamusal ilgiyle değil, ekonomik ve politik çıkarlarla belirleniyor. Son yıllarda medya üzerindeki baskılar sonucu birçok gazeteci ya işsiz kaldı ya da bağımsız dijital mecralara yöneldi. Kaldı ki bu bağımsız dijital platformların üzerinde de farklı baskılar var. Bu alternatif medya kanalları önemli bir boşluğu dolduruyorlar ama haklı bir sürdürülebilirlik sorunu yaşıyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de medya alanındaki dönüşüm sadece teknolojik değil, güç ilişkileri, ifade özgürlüğü ve ekonomik bağımlılık gibi daha temel sorunlarla bağlantılı.
Yapay zekanın gazetecilik endüstrisindeki rolü ve etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Yapay zekâ gazetecilikte hem fırsat hem risk taşıyor. Bu benim araştırma alanımın dışında o sebeple ben sadece gördüğümü dile getirebilirim, bir otorite olarak cevaplayamam. Doğru kullanılırsa doğrulama süreçlerinde, arşiv taramasında, büyük veri içinden anlamlı bilgi çıkarmada ciddi katkı sağlayabileceğini düşünüyorum yapay zekanın. Örneğin yanlış bilgiyle mücadele eden doğrulama platformları, yapay zeka destekli analizlerle sahte içerikleri çok daha hızlı yakalayabiliyor. Bu açıdan olumlu.
Sorun şu ki, yapay zekayı kim kontrol ediyor ve hangi amaçla kullanıyor? Sorun bir sahiplik sorunu yine. Kamu yararı dediğimiz şey nedir, onun alanı burayı da kapsıyor. Haber üretimini hızlandırmak adına içerikleri otomatikleştirmek, gazeteciliği vasıfsız bir metin işçiliğine dönüştürme riski taşıyor elbette. Kaldı ki, vasatlık üzerine sık sık yazıyorum, bunun örnekleriyle yaşıyoruz artık. Ayrıca yapay zekânın veri setleri taraflı olduğunda, ortaya çıkan içerik de kaçınılmaz olarak taraflı oluyor; bunu her adımda düşünmeli ve aslında yapay zekâ okur yazarlığını önemsemeliyiz, aslında temelde medya okuryazarlığını. Yapay zeka nesnel değil, sadece verideki önyargıyı yeniden üretiyor. Editoryal sorumluluk ortadan kalkarsa yapay zeka manipülasyonu büyütür, güçlendirir ve hatta meşrulaştırır.
Türkiye’de medya araştırmaları ile medya pratikleri arasında ciddi bir kopukluk olduğu söyleniyor. Sizce neden böyle?
Bugün insanlar eskisinden daha fazla bilgiye maruz kalıyor ama bu bilgiye daha az emek veriyor. Sosyal medya, haberi takip etme biçimimizi tüketim hızına göre yeniden şekillendirdi. Pek çok kişi haber okumuyor ki, sadece haber akışına denk geliyor. Bu da bilgiyi anlamaktan çok geçiştirmeye dayalı bir medya deneyimi yaratıyor. Bu her konuda böyle; kesintisizlik, bitmeyen akış, 7/24 hali maalesef hem dikkat sürelerimizi hem dikkatimizi topladığımız içerikle ilişkimizi değiştirdi. Haberle sanki algoritmik bir kader olarak karşı karşıya geliyoruz. Karşımıza çıkan haberleri biz değil, takip ettiğimiz sayfalar ve etkileşim örüntülerimiz belirliyor. Bu da içinde yaşadığımız yankı odasını, filtre balonunu derinleştiriyor. Kısacası sadece haber okuma isteğimiz azalmıyor, haberle kurulan ilişki yüzeyselleşiyor. Bu konu sadece gazeteciliğe özgü de değil. Okumadan yorum yapmak, bilgilenmeden pozisyon almak artık norm. Bu yüzden diyorum ya medya okuryazarlığı artık bir seçenek değil, bir toplumsal ihtiyaç.
Son olarak, tüm bu dönüşümlere rağmen Türkiye’de ve uluslararası alanda gazeteciliğin geleceği konusunda umutlu musunuz ve 10 yıl sonra nasıl bir medya ortamı öngörüyorsunuz?
Gazetecilik ortadan kalkmayacak elbette ama bildiğimiz haliyle varlığını sürdüremeyecek, onu görebiliyoruz. Şu anda bu meslek de diğerleri gibi bir dönüşümün eşiğinde. Basılı gazeteler daha az okunuyor, televizyon izlenme alışkanlıkları da sanırım düşüyor, haber tüketimi dijital platformlara kaydı. Ancak bu dönüşümün merkezinde teknoloji değil, güven sorunu var. Okur ya da izleyici artık bilgiye değil, bilgi kaynağına güvenmek istiyor. Bu nedenle geleceği belirleyecek olan şey yeni yazılım araçları ya da yapay zekâ sistemleri değil, gazeteciliğin toplumsal güveni yeniden kurup kuramayacağı.
Bağımsız medya girişimlerinin ve okuyucu destekli habercilik modellerinin artması tesadüf değil. Bu girişimler, haberi tıklanma ekonomisinin tüketim nesnesi olmaktan çıkarıp yeniden kamu yararıyla ilişkilendirmeye çalışıyor. Gazeteciliğin geleceği bence burada, daha küçük ama daha nitelikli yapılarda. Kurumlar değişecek, iş modelleri değişecek, hatta haber formatları da değişecek, fakat araştırmaya dayalı gazetecilik ve sahadan doğrulanmış bilgiye duyulan ihtiyaç hiç kaybolmayacak. Toplumun sadece bilgiye değil, aynı zamanda hafızaya, eleştirel düşünme kültürüne ve hesap sorulabilirliğe ihtiyacı var. Gazetecilik kamusal bilgi üretiminin etik bir biçimi. Eğer bu etik zemin güçlendirilirse mesleğin geleceği de güçlenecek, aksi halde gazetecilik kitle iletişimi içinde eriyip sıradan bir içerik üretimine dönüşecek.