Avrupa ülkelerinde Yabancı Ajan Yasaları, özellikle demokrasi, insan hakları ve özgürlükler için mücadele eden sivil toplum kuruluşlarına baskı uygulamak için kullanılıyor. Rusya’nın öncelik ettiği bu yasa, diğer otoriter eğilimli rejimlere de örnek oldu ve yaygınlaşma başladı. Avrupa Komşuluk Konseyi’nden (European Neighborhood Council) Samuel Doveri Vesterbye ve Asuman Kübra Baş ile yabancı ajanlar yasası ve bu yasaların Avrupa’daki etkileri hakkında konuştuk.
Avrupa Birliği’nin AB üye ülkeleri, aday ülkeler ve komşu ülkelerdeki Yabancı Ajan Yasaları hakkındaki tutumu, politika tutarlılığı açısından nasıl değerlendirilebilir?
Yabancı Ajan Yasası, AB ile bir ülke arasında imzalanan yasal taahhütlerle çelişemez, bu nedenle AB bu tür mevzuatları eleştirmekte tutarlı davranmıştır. Örneğin, Türkiye gibi AB ile özel ekonomik ilişkileri olan bir aday ülke olan Gürcistan, Yabancı Ajan Yasasını uygulamaya karar verdi ve o zamandan beri Tiflis ile Brüksel arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkiler çöküşün eşiğine geldi. Gürcistan’da protestolar devam ederken binlerce kişi ülkeyi terk etti, doğrudan yabancı yatırımlar tüm zamanların en düşük seviyesine geriledi ve hatta medya ve jeopolitik önemi olan ulaşım yatırımları vb. risk altına girdi.
Gürcistan, daha önce katılım fonlarından ve AB yatırımlarından büyük fayda sağlıyordu, ayrıca vize serbestisi de vardı, ancak tüm bunlar şimdi Yabancı Ajan Yasası nedeniyle durduruldu. Yabancı ajan yasaları sadece sivil alanı daraltmakla kalmıyor, aynı zamanda yabancı yatırımcılara istikrarsızlık sinyali de gönderiyor. AB’ye katılım ve entegrasyon, öngörülebilir yasal ortamlarla yakından bağlantılıdır. Bu yasalar ayrıca gençlerin ülkeden kaçmasına ve beyin göçüne neden oluyor, bu da dünyanın birçok bölgesinin halihazırda mücadele ettiği bir sorundur.
Gürcistan’da olanlar sadece bir yasanın kabul edilmesi değildi; bu karar, ülkenin AB’ye giden yolunu tehlikeye attı. Türkiye’nin AB tarafından her zaman adil bir şekilde muamele görmediğini hatırlamak önemlidir, ancak Yabancı Ajan Yasası’nın uygulanmasının katılım, yatırım ve (AB aracılığıyla) finansman için ciddi bir sorun oluşturacağını söylemek mümkündür.
Avrupa entelektüelleri (akademik kurumlar, STK’lar ve düşünce kuruluşları) STK’ların karşı karşıya olduğu tehdidin farkında mı?
Evet. Tamamen farkındalar. Birçok farklı nedenden dolayı nasıl tepki verileceği konusunda daha az fikir birliği olsa da, STK’ların karşı karşıya olduğu tehditler konusunda ciddi bir dönüşüm yaşanıyor. ABD, USAID’i ve sivil topluma ve medyaya verdiği desteği kesti, AB ise Avrupa kıtası ve Akdeniz bölgesinde sivil topluma, medyaya ve akademiye verdiği desteği artırıyor. Ancak gerçekçi olmak da önemlidir: Soğuk Savaş döneminden bu yana güvenliğin ve büyük güçlerin rolünün hiç olmadığı kadar önemli olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bu durum, devletlerin genellikle demokrasiden çok güvenliği önceliklendirdiği ve dünya çapında sivil toplum ve bağımsız medya için bir risk oluştuğu anlamına geliyor. Güvenlik ve savunma konularına öncelik verilmesi süreci devam edecek ve yeni çatışmalar ve savaşların çıkacağı korkusu da hakim olmayı sürdürecektir.
AB gibi aktörlerin, güvenlik endişeleri nedeniyle STK’lara ve savundukları değerlere göz yumması uzun vadede daha fazla sorun yaratacaktır. Tam da bu nedenle söz konusu gruplara yönelik çabalarını artırmaları gerekmektedir. Bu nedenle AB, bu tür grupları desteklemek için her zamankinden daha fazla çaba sarf etmektedir. Ancak bu mücadele sadece dış aktörlerin değil, aynı zamanda halkın, medyanın, iş dünyasının ve sahada ve toplumsal taban düzeyinde faaliyet gösteren diğer aktörlerin sorumluluğundadır.
Avrupa’nın savunma ve güvenliğine ilişkin artan endişeler, özellikle Yabancı Ajan Yasaları’nın kabulü ile “yabancı güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda AB kamuoyunu şekillendirmek için dezenformasyon ve siber saldırılar kullandığı” yönündeki yaygın anlatılar arasındaki somut gerilimle bağlantılı olarak, STK’ları ve sivil toplumu nasıl etkilemektedir?
AB’nin dış ve güvenlik politikaları, Ukrayna’daki savaştan bu yana önemli ölçüde değişmiştir. Yabancı bilgi manipülasyonu ve müdahalesi (FIMI) yıllar boyunca birçok şekil almış olsa da, savaş bu olayları çok daha görünür hale getirdi, bu nedenle FIMI artık Stratejik Pusula da dahil olmak üzere AB gündeminde önemli bir yer tutuyor. Aynı zamanda, Dijital Hizmetler Yasası ve yeni seçim kılavuzu gibi araçlar, çevrimiçi dezenformasyona karşı koymak için kullanılıyor ve AB’nin bu alanda güvenlik ve dijital politikalarını nasıl birleştirdiğini gösteriyor.
Günümüzde, bazen birbiriyle çelişen amaçlarla, sınırların ötesine farklı şekillerde fonlar ve söylemler akmaktadır. Türkiye, Avrupa ailesinin bir parçasıdır ve kültürel, ekonomik ve giderek artan bir şekilde askeri açıdan da kıtanın geri kalanıyla bağlantılıdır. Bu nedenle, dış söylemler konusunda tek ses olarak konuşmak ve aynı görüşte olmak önemlidir. Hiçbir Yabancı Ajanlar Yasası, Türkiye’ye giden AB veya Avrupa fonlarını cezalandırmamalıdır ve hem Türkiye hem de AB üyeleri, Türkiye’nin Avrupa’nın geri kalanıyla ilişkilerini zayıflatmayı amaçlayan, sosyal medyada ve başka yerlerde istikrarı bozucu yabancı anlatılara karşı dikkatli olmalıdır. Ankara ve Brüksel’in teknoloji, tedarik zincirleri, yenilenebilir enerji vb. alanlarda bir araya gelerek oluşturabileceği güçten korkarak, Türkiye ve AB’nin yakınlaşmasını istemeyen birçok kötü niyetli ülke vardır.
Sivil toplum kuruluşlarını ve sivil toplumu etkileyen savunma ve güvenlik hakkında: Sivil toplum kuruluşları ve sivil toplumla ilgili savunma ve güvenlik endişelerini düşünürken, hükümetlerin dezenformasyon veya yabancı etki gibi dış müdahalelere karşı genellikle çok farklı yaklaşımlar benimsediğini kabul etmek önemlidir. Bir yol otoriter yaklaşımdır: internet sansürü, muhalefetin bastırılması ve eleştirenlerin hapse atılması. Bu, dayanıklılık oluşturmaz, aksine ekonomik canlılığı zedeler, yatırımları caydırır ve kamu yaşamında halefiyet krizleri ve kötü yönetim gibi uzun vadeli yönetişim sorunları yaratır (örneğin, geçmiş yıllarda Çin örneği).
Diğer yol ise demokratik yoldur; bu yolda toplumlar, farklı sesleri susturmak yerine onlara güç vererek yanıt verir. Canlı bir sivil toplum, bağımsız medya ve güçlü akademik kurumlar en iyi koruma araçlarıdır, çünkü bunlar açık tartışma ortamı yaratır ve meşruiyeti güçlendiren yollarla asılsız anlatılara karşı çıkarlar. Tarih, çoğulcu toplumlarda genellikle en iyi argümanların ve en titiz düşüncelerin galip geldiğini göstermektedir ve dayanıklılık da aslında burada yatmaktadır. Bugün önemli olan, bu kuruluşların ve temsil ettikleri demokratik değerlerin korunmasını sağlamak ve bazen de gerçek güvenlik endişelerini ele almaktır.
Fotoğraf: Patrick Tomasso