[voiserPlayer]
Tyler Cowen, liberteryenlerin karşı karşıya olduğu asıl sorunun devletin çok büyük olmasından ziyade, yapılması gerekeni yapma kapasitesinden yoksun olması olduğu fikrine uyandıklarını düşünüyor. Ona göre bu, “kapitalizmi ve piyasaları korumak ve genişletmektir”. Bu post-anarko-kapitalist perspektife atıfta bulunmak için “Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi” (DKL) terimini kullanmaktadır.
Sam Hammond, eski moda liberteryenizmin yeni türe dönüşümü için üç motivasyon sunuyor. Ben Mark S. Weiner’in 2013 tarihli The Rule of the Clan (Klanın Yönetimi) adlı kitabından yola çıkarak ek bir motivasyon önermek istiyorum.
Birçok geleneksel liberteryen tarafından benimsenen “canavarı aç bırakma” doktrini; devleti, işlerini yürütmek için ihtiyaç duyduğu kaynaklardan mahrum bırakmanın kişisel özgürlüğü artıracağını ve piyasaları güçlendireceğini savunur. Devlet kapasitesinin varsayılan alternatifi Atlas Vazgeçti’nin Galt’s Gulch bölümlerinde veya Robert A. Heinlein’in Ay Zalim Bir Sevgilidir kitabında tasvir edildiği gibi bir serbest piyasa ütopyası olsaydı bu durum mantıklı olurdu. Ne yazık ki Weiner’in de açıkladığı gibi varsayılan alternatif, özgürlük ve bireycilik severler için daha az çekici bir şeydir.
Akrabalık, gelenek ve kolektivizme dayalı klan yönetimi, modern öncesi toplumların bir özelliğidir ve uzun zamandır da öyledir. Hepsi olmasa da bazıları, bunun yerine devlet, hukukun üstünlüğü ve bireycilik kavramları üzerine örgütlenmiş modern yönetimlere dönüşmüştür. İngiltere örneğinde devlet kapasitesinin gelişimindeki kilit anlardan biri, geleneksel silahlı güçle hesaplaşma sisteminin yerine anlaşmazlıkların çözümünde bir tekelin kurulmasıydı. Kral Alfred’in (849-899) bir bildirisinin sözleriyle:
“Ayrıca, düşmanının evinde olduğunu bilen herhangi birinin, mahkemede adalet talep etmeden önce onunla savaşmamasını emrediyoruz. Eğer suçlayan kişi düşmanını evinin içinde kuşatacak güce sahipse yedi gece orada tutulsun ve içeride kaldığı sürece saldırıya uğramasın. Ancak suçlayan kişi düşmanını kuşatacak güçten yoksunsa belediye meclisine gidecek ve ondan yardım isteyecektir, meclis ona yardım etmeyi reddederse savaşa başlamadan önce krala gidecektir.”
Pek çok liberteryen Anglo-Sakson örf ve adet hukukunu, Murray Rothbard’dan alıntılayacak olursak, “diller ya da modalar gibi halk arasında kendiliğinden ve tamamen gönüllü olarak gelişen bir teamül kuralları bütünü” olarak tamamen devlet dışı bir uyuşmazlık çözüm aracı olarak görmektedir. Ancak Weiner’e göre devlet, ihtilaflı tarafların şikayetlerini çözme araçlarının kılıçlar ve yaylı tüfekler yerine kralın mahkemeleri olmasını sağlayana kadar, yargıçların oluşturduğu örfi hukukun kendisi de gelişemezdi.
Klan yönetimini tarih kitaplarında ve etnografya müzelerinde kilitli bir şey olarak görebilseydik güzel olurdu, ancak Weiner’in açlıktan ölmek üzere olan liberteryenler için bir uyarısı var. Şöyle düşünmemeliyiz diyor:
“Bir toplum liberal hukuk kurumlarını geliştirdikten sonra evrimsel bir düğme çevrilir ve klan yönetimi, diğer modası geçmiş sosyal ve siyasi fikirler gibi tarihsel geçmişin karanlığında kaybolur. Artık bize dokunma gücüne sahip olmayan bir şey haline gelir.”
Ancak bu görüş sadece yanlış olmakla kalmaz, aynı zamanda liberal modernitenin kendisine de doğrudan bir tehdit oluşturur. Klanın egemenliği ile modern liberalizm arasındaki ilişki; ikili değil, diyalektiktir. Klan, en gelişmiş liberal toplumlarda bile varlığını sürdürmektedir ve bunun nasıl ve neden olduğunu anlamak, bu toplumları ve destekledikleri bireyci yaşam biçimini korumak için hayati önem taşımaktadır
Weiner, devletin zayıf olduğu modern ulusların köşelerinde, kolektif güvenlik tesis etmek ve üyelerine bir birim olarak avantaj sağlamak için yeni tür klan benzeri yapıların ortaya çıktığını belirtiyor. Sokak çeteleri ve hapishane çeteleri buna örnektir. Geleneksel klanlarla aynı güvenlik ve aidiyet ihtiyaçlarına hizmet ederler ve hatta çete dövmeleri gibi kurgusal akrabalık bağları bile empoze edebilirler. “Eğer bir Jet isen/Tükürük yelpazeye vurursa/Etrafında kardeşlerin vardır/Sen bir aile babasısın!” dizesinin sterilize edilmiş Broadway versiyonudur. MS-13 gibi gerçek çeteler çok daha kanlı ve çok daha korkutucudur.
Dahası, tüm klanlar dövmeli holiganlardan oluşmuyor. Weiner, günümüzde şirketlerin bile kendilerini klan benzeri sistemlere dönüştürme potansiyeline sahip olduğunu belirtiyor. “Yolsuzluk olarak adlandırdığımız şey genellikle klan çizgileri boyunca iyiliklerin dağıtılmasıdır” diye yazıyor.
Weiner’ın verdiği klan yönetimi örneklerinden bazıları, modern devlet tecrübesi yaşamamış pre-modern toplumlardan alınmıştır. Diğerleri ise henüz tam kontrolü ele geçirememiş zayıf devletlerden ya da hiçbir zaman güçlü olmamış devletlerin ortadan kalktığı yerlerden geliyor. Yönetme kapasitelerini tamamen kaybedecek kadar aç bırakılmış modern, liberal devlet örnekleri olmadığı için şükredebiliriz. Ancak böyle bir olayın sonucunun Galt’s Gulch’a mı yoksa Somali’ye mi daha çok benzeyeceği konusunda bahse girmem gerekseydi, paramı ikincisine yatırırdım.
Fotoğraf: Greg Rakozy