Yazar: Timothy W. Ryback
Yazının orijinaline bu linkten ulaşabilirsiniz.
Hitler, anayasayı mahvetmek için anayasanın kendisini nasıl kullandı?
Doksan iki yıl önce bu ay, 30 Ocak 1933 Pazartesi sabahı, Adolf Hitler Weimar Cumhuriyeti’nin 15. şansölyesi olarak atandı. Demokrasi tarihinin en şaşırtıcı siyasi dönüşümlerinden birini gerçekleştiren Hitler, iktidara geldikten sonra anayasal bir cumhuriyeti anayasal yollarla yok etmeye koyuldu. İlerleyen satırlarda Hitler’in, ülkesinin demokratik yapı ve süreçlerini iki aydan kısa bir süre içinde, yani bir ay, üç hafta, iki gün, sekiz saat ve 40 dakika içinde nasıl sistematik olarak devre dışı bıraktığı ve ardından nasıl ortadan kaldırdığı adım adım anlatılacaktır. Göreceğimiz gibi, bu dönüşümde dakikalar bile önemliydi.
Hans Frank, Nazi hareketinin ilk yıllarında Hitler’in özel avukatı ve baş hukuk stratejisti olarak görev yapmıştı. Frank, daha sonra Nazi zulmündeki suç ortaklığı nedeniyle Nuremberg’de idam edilmeyi beklerken, müvekkili Hitleri’in, “her resmi hukuk biçiminin doğasında var olan potansiyel zayıflığı” sezme ve ardından bu zayıflığı acımasızca kullanma konusundaki esrarengiz kapasitesinden bahsetmişti. Kasım 1923’teki başarısız Birahane Darbesi’nin ardından Hitler, Weimar Cumhuriyeti’ni şiddet yoluyla yıkmaya çalışmaktan vazgeçmiş, ancak ülkenin demokratik sistemini yok etme kararlılığından vazgeçmemişti; bu kararlılığını Eylül 1930’da Anayasa Mahkemesi önünde ettiği Legalitätseid – “yasallık yemini”- ile yinelemişti. Weimar Anayasası’nın, hükümetin, halkın iradesinin bir ifadesi olduğunu belirten 1. maddesine atıfta bulunan Hitler; mahkemeye, yasal yollarla iktidarı elde ettikten sonra hükümeti uygun gördüğü şekilde yeniden inşa etme niyetinde olduğunu bildirdi. Bu, şaşırtıcı derecede küstah bir ifadeydi.
Mahkeme başkanı “Yani anayasal yollarla mı?” diye sordu.
Hitler, “Jawohl!” diyerek cevap verdi. Jawohl, “evet, gerçekten” anlamına gelen bir ifadeydi.
Ocak 1933’e gelindiğinde, 181 maddelik anayasası ile 18 federe devletin yapı ve süreçlerinin çerçevesini çizen Weimar Cumhuriyeti’nin hataları, çok sayıda olduğu kadar açık bir şekilde de görülmekteydi. On yılını muhalefet siyasetinde geçirmiş olan Hitler, iddialı bir siyasi gündemin ne kadar kolay bir şekilde bertaraf edilebileceğini ilk elden biliyordu. Yıllardır sağcı rakipleriyle işbirliği yapıyor ya da onları eziyor ve yasama süreçlerini felce uğratıyordu. İktidara gelmeden önceki sekiz ay boyunca engelleyici bir siyaset izleyerek üç başbakanın düşürülmesine yardımcı olmuş ve iki kez cumhurbaşkanını Reichstag’ı feshetmeye ve yeni seçim çağrısı yapmaya zorlamıştı.
Şansölye olduğunda Hitler, kendisinin onlara yaptığını başkalarının da kendisine yapmasını engellemek istedi. Nasyonal Sosyalist partisinin oy oranı yükseliyor olsa da -1929 piyasa çöküşünün ardından Eylül 1930’da yapılan seçimlerde Reichstag’daki temsil oranını neredeyse dokuz kat artırarak 12 delegeden 107’ye çıkarmışlardı ve Temmuz 1932’de yapılan seçimlerde de oylarını iki kattan fazla artırarak 230 sandalyeye ulaşmışlardı- hâlâ çoğunluktan çok uzaktaydılar. Sandalyeleri yasama organının sadece yüzde 37’sine tekabül ediyordu ve Nazi Partisi’nin parçası olduğu daha büyük sağcı koalisyon Reichstag’ın ancak yüzde 51’ini kontrol ediyordu.
Ancak Hitler mutlak güç kullanması gerektiğine inanıyordu: “Yüzde 37, yüzde 51’in yüzde 75’ini temsil ediyor” diyordu bir Amerikalı muhabire, yani basit bir çoğunluğun nispi çoğunluğuna sahip olmanın kendisine mutlak yetki vermek için yeterli olduğunu kastediyordu. Ancak çok partili bir siyasi sistemde, değişen koalisyonlarla, siyasi hesapların bu kadar basit olmadığını biliyordu. Hitler, bir yetki yasasının (Ermächtigungsgesetz) siyasi hayatta kalması için çok önemli olduğuna inanıyordu. Ancak, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıracak, Hitler’in yürütme organına parlamento onayı olmadan yasa yapma yetkisi verecek ve Hitler’in demokratik kurumları ve anayasayı baypas ederek kararnamelerle ülkeyi yönetmesine olanak tanıyacak böyle bir yasanın çıkarılması için bölünmüş Reichstag’da üçte iki çoğunluğun desteği gerekiyordu.
Bu sürecin beklenenden daha zorlu olduğu ortaya çıkacaktı. Hitler, diktatörlük niyetlerinin şansölye olarak geçirdiği ilk altı saat içinde engellendiğini gördü. Pazartesi sabahı saat 11:30’da anayasayı koruyacağına dair yemin etti, ardından öğle yemeği için caddenin karşısındaki Hotel Kaiserhof’a gitti, ardından “Hitler Kabinesi’nin toplu fotoğrafı için Reich Şansölyeliğine döndü ve fotoğraf çekimini, dokuz bakanıyla saat tam 5’te yaptığı ilk resmi toplantı izledi.
Hitler toplantıyı, milyonlarca Alman’ın başbakanlığını “sevinçle” karşıladığını söyleyerek açtı ve ardından kilit hükümet görevlilerini görevden alma ve yerlerine kendisine sadık kişileri getirme planlarını özetledi. Bu noktada ana gündem maddesine döndü: ekonomiyi canlandırma, işsizliği azaltma, askeri harcamaları artırma, uluslararası anlaşma yükümlülüklerinden çekilme, ülkeyi ulusun kanını “zehirlediğini” iddia ettiği yabancılardan arındırma. Bunların yanına siyasi rakiplerinden intikam alma yönündeki seçim vaatlerini yerine getirmek için gerekli zamanı (yasa taslağında belirtilen şartlara göre dört yıl) ve yetkiyi kendisine vereceğini savunduğu güçlendirme yasasını da ekledi. Hitler bir mitingde, “Kelleler kumda yuvarlanacak” diye yemin etmişti.
Ancak Sosyal Demokratlar ve Komünistlerin 584 sandalyeli Reichstag’ın 221 sandalyesine, yani yaklaşık yüzde 38’ine sahip olduğu düşünüldüğünde, Hitler’in ihtiyaç duyduğu üçte iki oy matematiksel olarak imkânsızdı. “Şimdi Komünist Parti yasaklanır ve oyları iptal edilirse” diye önerdi Hitler, ”Reichstag çoğunluğuna ulaşmak mümkün olabilir.”
Hitler’e göre sorun, partinin yasaklanmasının 6 milyon Alman Komünistinin ulusal grevine yol açması ve bunun da ülke ekonomisinin çökmesine neden olmasıydı. Alternatif olarak, yeni seçimler yapılarak Reichstag yüzdeleri yeniden dengelenebilirdi. “Ekonomi için hangisi daha büyük bir tehlike teşkil eder?” diye sordu Hitler: “Yeni seçimlerle ilgili belirsizlikler ve endişeler mi yoksa bir genel grev mi?” Yeni seçim çağrısı yapmanın daha güvenli bir yol olduğu sonucuna vardı.
Ekonomi Bakanı Alfred Hugenberg aynı fikirde değildi. Hugenberg’e göre eğer Reichstag’da üçte iki çoğunluk elde edilmek isteniyorsa, Komünist Parti’yi yasaklamaktan başka bir yol yoktu. Elbette Hugenberg’in yeni Reichstag seçimlerine karşı çıkmak için kendi çıkarlarına uygun nedenleri vardı: Bir önceki seçimde Hugenberg, Hitler’in Nasyonal Sosyalistlerinden kendi partisi Alman Milliyetçilerine 14 sandalye kazandırmış, bu da Hugenberg’i Hitler’in mevcut koalisyon hükümetinde vazgeçilmez bir ortak haline getirmişti. Yeni seçimler partisine koltuk kaybettirme ve gücünü azaltma tehlikesi taşıyordu.
Hitler, ordunun herhangi bir halk ayaklanmasını bastırmak için kullanılıp kullanılamayacağını merak edip sorguladığında, Savunma Bakanı Werner von Blomberg, “bir askerin dış düşmanı tek potansiyel rakibi olarak görmek üzere eğitildiğini” söyleyerek bu fikri elinin tersiyle itti. Kariyer sahibi bir subay olarak Blomberg, Alman askerlerine Hitler’in (ya da başka bir Alman) hükümetini savunmak için Alman sokaklarında Alman vatandaşlarını vurma emri verilmesini hayal bile edemezdi.
Hitler, seçim kampanyasını “parlamenter bataklığı”nı (den parlamentarischen Sumpf) kurutmak vaadiyle yürütmüştü. Ancak şimdi kendini, partizan siyaset bataklığının içinde ve anayasal korkuluklara çarparken bulmuştu. Muhalif görüşlerle ya da uygunsuz gerçeklerle karşılaştığında her zaman yaptığı gibi tepki verdi: Onları görmezden geldi ve daha inatçı bir ruh haline büründü.
Ertesi gün Hitler, Mart ayı başında yeni Reichstag seçimlerinin yapılacağını duyurdu ve parti liderlerine bir muhtıra yayınladı. Hitler, “Nasyonal Sosyalist hareket on üç yıllık bir mücadelenin ardından hükümete girmeyi başardı, ancak Alman ulusunu kazanma mücadelesi daha yeni başlıyor” dedi ve ardından kin duygularıyla ekledi: “Nasyonal Sosyalist Parti, lideri Adolf Hitler’in adını taşıdığının bilincinde olsa da, yeni hükümetin Nasyonal Sosyalist bir hükümet olmadığını biliyor.” Kendi hükümetine savaş ilan ediyordu.
Hitler’in şansölye olarak atanmasını, zaman içerisinde amansız bir iktidara yükseliş hikayesi olarak algılayıp kabullendik. Bu izlenim, savaş sonrası nesiller boyunca yapılan araştırmalara dayanmaktadır. Bu araştırmaların çoğu, Nazi iktidarının (Machtergreifung) siyasi ve sosyal zulümleri, totaliter yönetim iddiası (Gleichschaltung), İkinci Dünya Savaşı’na ve Holokost kabusuna yol açan müteakip saldırıları nedeniyle, standartlaşmış anlatıya karşı geliştirilen alternatif tarih yorumlarını zorunlu olarak marjinalleştirmiş veya göz ardı etmiştir. Bu yazıyı araştırırken ve yazarken, bu nihai sonuçları kasıtlı olarak görmezden geldim. Bunun yerine olayları; olaylara eşlik eden belirsizlikler ve yanlış değerlendirmeler ile birlikte gerçek zamanlı ortaya çıkışları üzerinden izledim. Örnek vermek gerekirse 31 Ocak 1933 tarihli New York Times gazetesinin Hitler’in şansölye olarak atanmasına ilişkin haberinin başlığı, “Hitler Diktatör Olma Hedefini Bir Kenara Bıraktı” idi.
1980’lerin sonunda Harvard’da doktora öğrencisiyken, Weimar ve Nazi Almanyası üzerine bir ders veriyordum. Derste, Hans Frank tarafından Nuremberg’de yapılan ve Hitler’in siyasi kariyerinin zayıf doğasının altını çizen savaş sonrası bir gözlemini anlatırdım. Nazi hukuk stratejisti Hans Frank, “Führer, Almanya’da ancak o dönemde ortaya çıkabilecek bir adamdı” diyordu. “O tam da monarşinin gittiği ve cumhuriyetin henüz güvende olmadığı bu korkunç geçici dönemde geldi.” Hitler’in başbakanlıktaki selefi Kurt von Schleicher altı ay daha görevde kalsaydı ya da Almanya Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg anayasal yetkilerini daha akıllıca kullansaydı veya ılımlı muhafazakâr Reichstag delegelerinin bir bölümü oylarını farklı kullansaydı, tarih çok farklı bir yön alabilirdi.
En son kitabım, Takeover: Hitler’s Final Rise to Power (Ele Geçirme: Hitler’in İktidara Son Yükselişi), bu makalede anlatılan hikayenin başladığı anda sona eriyor. Kitabı yazarken hem Hitler’in şansölyeliğe yükselişinin, hem de oraya ulaştıktan sonra anayasal korkulukları parçalamasının, tarihsel kaçınılmazlıktan ziyade siyasi olasılık hikayeleri üzerinden şekillendiğini fark ettim.
Hitler’in ülkenin ilk demokratik cumhuriyetinin şansölyesi olarak atanması, ülkenin geri kalanı için olduğu kadar Hitler için de sürpriz oldu. Üç yıllık baş döndürücü bir siyasi yükselişin ardından Hitler, Kasım 1932 seçimlerinde 2 milyon oy ve 34 Reichstag sandalyesi kaybederek hezimete uğramıştı; bunların neredeyse yarısı Hugenberg’in Alman Milliyetçilerine gitmişti. Aralık 1932’ye gelindiğinde Hitler’in hareketi; mali, siyasi ve ideolojik olarak iflas etmişti. Hitler birkaç yakın arkadaşına intiharı düşündüğünü söylemişti.
Ancak 1933 Ocak ayı sonlarında Şansölye Schleicher’in hafta sonu şok bir şekilde görevden alınmasını da içeren bir dizi arka oda anlaşması Hitler’i başbakanlığa taşıdı. Schleicher daha sonra Hitler’in kendisine, “hayatında her zaman tam da kendisi tüm umutlarını yitirmişken kurtarılmasının şaşırtıcı olduğunu” söylediğini hatırlayacaktır.
On birinci saatte yapılan bu atamanın siyasi bedeli ağır oldu. Hitler, iktidara giden bu beklenmedik hızlı yolda en sadık yardımcılarından birçoğunu siyasi yol kurbanı olarak bırakmıştı. Daha da kötüsü, Hitler’in hükümetinin devrilmesine yardım ettiği ve şimdi Hitler’in şansölye yardımcısı olarak görev yapan eski Şansölye Franz von Papen gibi siyasi bir düşman tarafından seçilmiş bir kabineyle karşı karşıyaydı. En kötüsü de Hitler, 51 Reichstag vekilini yönlendirme ve Hitler’in şansölyeliğini gerçekleştirme ya da yıkma gücüne sahip olan Hugenberg’in rehinesi durumundaydı ki Hugenberg, Hitler’in hükümetini neredeyse yıkıyordu.
Başkan Hindenburg, Ocak 1933’teki o Pazartesi sabahı Hitler’i kabul etmek için beklerken, Hugenberg yeni Reichstag seçimleri konusunda Hitler’le çatıştı. Hugenberg’in pozisyonu: “Nein! Nein! Nein!” şeklindeydi. Hitler ve Hugenberg cumhurbaşkanının ofisinin önündeki fuayede tartışırken, 1925’ten beri Alman cumhurbaşkanı olarak görev yapan Birinci Dünya Savaşı’nın askeri kahramanı Hindenburg sabırsızlanıyordu. Cumhurbaşkanının özel kalem müdürü Otto Meissner’e göre, Hitler-Hugenberg kavgası birkaç dakika daha sürseydi, Hindenburg salonu terk edecekti. Bu gerçekleşmiş olsaydı, Papen’in önceki 48 saat içinde bir araya getirdiği garip koalisyon çökmüş olacaktı. O durumda ne Hitler’in şansölyeliği ne de Üçüncü Reich olurdu.
Sonuçta Hitler’e kabinede doldurması için iki önemsiz görev verildi ve bunların hiçbiri ekonomi, dış politika veya orduyla ilgili değildi. Hitler, Wilhelm Frick’i içişleri bakanı ve Hermann Göring’i de portföysüz bakan olarak seçti. Ancak yapı ve süreçlerdeki zayıflıkları tespit etme konusundaki şaşmaz içgüdüsüyle Hitler, bu iki bakanını Weimar Cumhuriyeti’nin temel demokratik sütunlarını hedef almaları için işe koydu: ifade özgürlüğü, yargı süreci, halk referandumu ve eyalet hakları.
Hitler’in İçişleri Bakanı Wilhelm Frick, cumhuriyetin federatif sisteminin yanı sıra ülkenin seçim sistemi ve basın üzerinde de sorumluluk sahibiydi. Frick, Hitler hükümetinin planlarını açıklayan ilk bakandı. Basına verdiği demeçte “Reichstag’a, anayasaya uygun olarak Reich hükümetini feshedecek bir yasa sunacağız” diyerek Hitler’in ülke için iddialı planlarının aşırı önlemler gerektirdiğini açıkladı ve Hitler 1 Şubat’ta yaptığı ilk ulusal radyo konuşmasında da bunun altını çizdi: “Bu nedenle ulusal hükümet, Alman halkı için akıl ve irade birliğini yeniden tesis etmeyi ilk ve en yüce görevi olarak görecektir. Hükümetimiz ulusumuzun gücünün dayandığı temelleri koruyacak ve savunacaktır.”
Frick ayrıca muhalif basını bastırmak ve iktidarı Berlin’de merkezileştirmekle görevlendirildi. Eyalet haklarını baltalayıp aralarında Komünist gazete The Red Banner ve Sosyal Demokrat Forward Gazetesi’nin de bulunduğu sol görüşlü gazetelere yasaklar getirdi. Hitler Göring’i de Alman topraklarının üçte ikisini temsil eden federe devlet Prusya’nın içişleri bakanlığına vekaleten atadı. Göring, ordudan sonra ülkenin en büyük güvenlik gücü ve Sosyal Demokrat duyarlılığın kalesi olan Prusya devlet polisini tasfiye etmekle görevlendirildi.
Rudolf Diels o dönemde Prusya’nın siyasi polisinin başındaydı. Şubat ayının başlarında bir gün Diels, 76 Unter den Linden adresindeki ofisinde otururken Göring onun kapısını çaldı ve ona kesin bir dille evi boşaltma zamanının geldiğini söyledi. Göring ise “Burada oturan bu alçaklarla hiçbir işim olmaz” diyerek karşılık verdi.
Bu olayı bir Schiesserlass ya da “ateş etme kararnamesi” izledi. Bu kararname, eyalet polisine, sonuçlarından korkmadan gerekli gördüğü yerde ateş açma yetkisi veriyordu. Göring bu yetkinin gerekçesini, “Yalnızca işlerini yapıyor olmaktan dolayı disiplin cezası alma endişesi yaşarlarsa, kızıl güruhun peşine düşmeleri için polise güvenemem” şeklinde açıkladı. Polislere ceza almadan ateş etmeleri için güçlü bir destek verdi: “Onlar ateş ettiğinde, ateş eden benim,” dedi Göring. “Biri orada ölü yatıyorsa, onu vuran benim.”
Göring ayrıca Nazi fırtına birliklerini Hilfspolizei, yani “polis yardımcısı” olarak tanımlayarak devleti, kahverengi gömlekli haydutlara silah sağlamaya zorladı ve onları sokak çatışmalarında polis otoritesiyle güçlendirdi. Diels daha sonra bunun, -yasaları kendi amaçlarına hizmet edecek şekilde manipüle etmenin ve on binlerce kahverengi gömleklinin şiddetini ve aşırılıklarını meşrulaştırmanın- “iyi test edilmiş bir Hitler taktiği” olduğunu belirtmiştir.
Hitler iktidarı ele geçirmek ve muhalefeti ezmek için çabalarken, hükümetinin yakında son bulacağına dair söylentiler dolaşıyordu. Bir söylentiye göre, kısa süre önce görevden alınan Şansölye Schleicher askeri bir darbe planlıyordu. Bir diğer söylenti ise Hitler’in Papen’in bir kuklası ve Alman aristokratlarının farkında olmadan hizmetinde olan Avusturyalı bir taşra çocuğu olduğunu söylüyordu. Diğerleri ise Hitler’in Hugenberg’in ve daha fazla kâr uğruna işçi korumalarını ortadan kaldırmayı amaçlayan sanayicilerin bir komplosunun saman alevinden ibaret olduğunu iddia ediyordu. (Sanayici Otto Wolff’un Hitler’in hareketini finanse ederek “paraya çevirdiği” söyleniyordu). Bir başka söylentiye göre ise özünde monarşist olan Cumhurbaşkanı Hindenburg Kayzer’in dönüşüne hazırlanırken, Hitler sadece geçici bir hükümeti yönetiyordu.
Bu söylentilerin hiçbirinde doğruluk payı yoktu ama Hitler, Mart ayındaki Reichstag seçimleri öncesinde hayal kırıklığına uğramış Alman seçmenlere, seçim kampanyasında verdiği sözleri yerine getirmenin siyasi gerçekliği ve sorumluluğuyla yüzleşmek zorundaydı. Kızıl Bayrak Gazetesi, Hitler’in seçim kampanyasında işçilere verdiği sözlerin bir listesini yayınladı ve Merkez Parti, Hitler’in tarım sektörünü destekleyeceğine, enflasyonla mücadele edeceğine, “mali-siyasi deneylerden” kaçınacağına ve Weimar anayasasına bağlı kalacağına dair güvence talep etti. Aynı zamanda, Hitler’in daha önceki diktatörlük talebini ve koalisyona girmeyi reddetmesini alkışlayan sağ kanat destekçileri arasındaki dehşet, “Üçüncü Reich yok, hatta iki buçukuncu Reich bile yok” sözlerinde kendini gösteriyordu.
18 Şubat tarihli merkez sol gazete Vossische Zeitung, Hitler’in kampanya vaatlerine ve siyasi duruşuna rağmen ortalama bir Alman için hiçbir şeyin değişmediğini yazdı. Aksine, işler daha da kötüye gitmişti. Hitler’in tahıl ithalatında gümrük vergilerini iki katına çıkarma vaadi, karmaşıklıklar ve sözleşmeden doğan yükümlülükler arasında sıkışıp kalmıştı. Hugenberg bir kabine toplantısı sırasında Hitler’e “feci ekonomik koşulların” “ülkenin varlığını” tehdit ettiğini bildirdi. Vossische Zeitung, “Sonunda yeni hükümetin hayatta kalması sözlere değil, ekonomik koşullara bağlı olacak” öngörüsünde bulundu. Hitler’in bin yıllık Reich’tan söz etmesine rağmen hükümetinin bir ay dayanabileceği bile kesin değildi.
Hindenburg, Hitler’i şansölye olarak atamadan önceki sekiz ay boyunca, 53. maddede yer alan anayasal yetkisini kullanarak üç kişiyi daha -Heinrich Brüning, Papen ve Schleicher- görevden almıştı. Hitler’i küçümsediği de herkesçe biliniyordu. Bir önceki Ağustos ayında, “Tanrı, vicdanım ve ülkem adına” Hitler’i asla şansölye olarak atamayacağını açıkça ilan etmişti. Hindenburg, Hitler’i herhangi bir göreve atayacaksa bunun posta genel müdürlüğü olacağını, “böylece pullarımın arkasından beni yalayabileceğini” bile söylemişti. Ancak Ocak ayında Hindenburg nihayet Hitler’i atamayı kabul etmişti, ama büyük bir isteksizlikle ve yeni şansölyesiyle bir odada asla yalnız bırakılmaması şartıyla. Şubat ayının sonlarına doğru herkesin aklındaki soru, Forward gazetesinin ifadesiyle, “yaşlanan mareşalin Bohemyalı onbaşısına daha ne kadar tahammül edeceğiydi.”
Forward’ın bu makalesi 25 Şubat Cumartesi sabahı “Ne Kadar Süre?” başlığıyla yayınlandı. İki gün sonra, Pazartesi akşamı saat 21:00’den kısa bir süre önce, Reichstag alevler içinde patladı, ateş demetleri genel kurul salonunun cam kubbesini çökertti ve Berlin’in üzerindeki karanlık geceyi aydınlattı. Görgü tanıkları yangını 40 mil uzaklıktaki köylerden gördüklerini hatırlıyorlar. Alman parlamenter demokrasisinin merkezinin alevler içinde kalışının görüntüsü ülke çapında toplu bir şok yarattı. Komünistler, Nasyonal Sosyalistleri suçladı. Nasyonal Sosyalistler de Komünistleri suçladı. Marinus van der Lubbe adlı 23 yaşındaki Hollandalı bir komünist suçüstü yakalanmıştı, ama yangın söndürme operasyonunu yöneten Berlin itfaiye şefi Walter Gempp olası bir Nazi müdahalesine dair kanıtlar görmüştü.
Hitler ertesi sabah krizi görüşmek üzere kabinesini topladığında, yangının açıkça bir Komünist darbe girişiminin parçası olduğunu ilan etti. Göring, Komünistlerin kamu binalarına yönelik daha fazla kundaklama saldırısının yanı sıra kamu mutfaklarının zehirlenmesi ve önde gelen memurların çocuklarının ve eşlerinin kaçırılmasına yönelik planlarını ayrıntılı olarak anlattı. İçişleri Bakanı Frick, sivil özgürlükleri askıya alan, arama ve el koymalara izin veren ve ulusal acil durum sırasında eyaletlerin haklarını kısıtlayan bir kararname taslağı sundu.
Papen, önerilen taslağın özellikle “güney eyaletlerinden”, yani büyüklük ve güç bakımından Prusya’dan sonra ikinci sırada yer alan Bavyera’dan, “dirençle karşılaşabileceği” endişesini dile getirdi. Papen, belki de önerilen tedbirlerin “dostane bir anlaşma” sağlamak için eyalet hükümetleriyle tartışılması gerektiğini, aksi takdirde tedbirlerin eyaletlerin haklarının gaspı olarak görülebileceğini öne sürdü. Nihayetinde mevcut taslağa, bir eyaletin haklarının askıya alınmasına ilişkin olasılıkları önerebilmeleri için sadece bir kelime eklendi. Cumhurbaşkanı Hindenburg kararnameyi o gün öğleden sonra imzaladı.
Mart seçimlerinden sadece bir hafta önce yürürlüğe giren olağanüstü hal kararnamesi Hitler’e siyasi muhalefeti sindirmek ve üyelerini hapsetmek için muazzam bir güç sağladı. Komünist Parti yasaklandı (Hitler’in ilk kabine toplantısından beri istediği gibi) ve muhalif basın mensupları tutuklanarak gazeteleri kapatıldı. Göring bunu zaten son bir aydır yapıyordu, ancak mahkemeler her zaman tutukluların serbest bırakılmasına karar veriyordu. Kararnamenin yürürlüğe girmesiyle birlikte mahkemeler de duruma müdahale edemez hale geldi. Binlerce Komünist ve Sosyal Demokrat hapse yollandı.
Reichstag yangınından bir hafta sonra, 5 Mart Pazar sabahı, Alman seçmenler sandık başına gitti. Frederick Birchall o gün The New York Times’da “Belki de uygar bir ülkede daha önce hiç bu kadar garip bir seçim yapılmamıştır” diye yazdı. Birchall, Almanların demokratik bir alternatif fırsatı varken otoriter bir yönetime boyun eğmeye istekli görünmelerinden duyduğu dehşeti dile getirdi. “Herhangi bir Amerikan ya da Anglo-Sakson toplumunda bu tür bir tepki ani ve yıkıcı olurdu” diye yazdı.
40 milyondan fazla Alman sandık başına gitti; bu sayı önceki seçimlere kıyasla 2 milyondan fazlaydı ve kayıtlı seçmenlerin yaklaşık yüzde 89’unu temsil etmekteydi. Yani demokratik katılım çarpıcı bir şekilde yüksekti. Vossische Zeitung’un haberine göre “Alman Reichstag’ı 1871’de kurulduğundan beri bu kadar yüksek bir katılım olmamıştı.” Önceki seçime göre sandığa giden fazladan 2 milyon seçmenin oylarının çoğu Nazilere gitti. Vossische Zeitung, “Muazzam oy rezervleri neredeyse tamamen Nasyonal Sosyalistlere yaradı” diye yazdı.
Seçimlerde, her ne kadar Nasyonal Sosyalistler Hitler’in vaat ettiği yüzde 51’in altında kalarak seçmenlerin yüzde 44’ünün oyunu alabilmiş olsalar da -büyük baskılara rağmen Sosyal Demokratlar sadece tek bir Reichstag sandalyesi kaybetti- Komünist Parti’nin yasaklanması, Hitler’in güçlendirme yasasını geçirmek için gerekli olan üçte iki Reichstag çoğunluğuna sahip bir koalisyon kurmasını sağladı.
Ertesi gün Nasyonal Sosyalistler, ülke çapında devlet dairelerine saldırdı. Kamu binalarına gamalı haç pankartları asıldı. Muhalif politikacılar canlarını kurtarmak için kaçtı. Sosyal Demokrat lider Otto Wels İsviçre’ye gitti. Bavyera başbakanı Heinrich Held de öyle. On binlerce siyasi muhalif Schutzhaft’a (“koruyucu gözaltı”) alındı; bu, bir kişinin sebepsiz yere süresiz olarak tutulabildiği bir gözaltı biçimiydi.
Hindenburg sessiz kaldı. Yeni şansölyesinden Komünistlere, Sosyal Demokratlara ve Yahudilere yönelik şiddetli kamu taşkınlıklarının hesabını sormadı. Madde 53 yetkilerini kullanmadı. Bunun yerine, Nasyonal Sosyalistlerin gamalı haçlı bayrağının ulusal renklerin yanında dalgalanmasına izin veren bir kararname imzaladı. Hitler’in yeni bir kabine pozisyonu, halkı aydınlatma ve propaganda bakanı yaratma talebini kabul etti ve bu görev Joseph Goebbels tarafından derhal dolduruldu. Goebbels günlüğüne Hindenburg için, “Bu kule gibi yaşlı adamın bizimle olduğunu bilmek hepimiz için ne büyük bir şans” diye yazdı “ve şimdi aynı yolda birlikte ilerliyor olmamız ne büyük bir kader değişikliği.”
Bir hafta sonra Hindenburg’un Hitler’i kucaklaması, tüm kamuoyu tarafından izlendi. Hindenburg, Potsdam’daki bir törende koyu renk bir takım elbise ve uzun bir palto giyen Şansölye’nin yanında askeri kıyafetler içinde göründü. Eski mareşal ve Bohemyalı onbaşı el sıkıştılar. Hitler sözde bir saygıyla eğildi. “Potsdam Günü”, Hitler’in şansölyeliğine yönelik 53. Madde çözümüne dair umutların sona erdiğinin işaretiydi.
Aynı Salı günü, 21 Mart’ta, “ulusal yenilenme savaşında” işlenen cinayet dahil farklı suçlardan hüküm giymiş Nasyonal Sosyalistleri affeden 48. Madde kararnamesi çıkarıldı. Vatana ihanetten hüküm giyenler artık ulusal kahramanlardı. İlk toplama kampı o gün öğleden sonra, Berlin’in hemen kuzeyindeki Oranienburg şehir merkezi yakınlarındaki eski bir bira fabrikasında açıldı. Ertesi gün, ilk tutuklu grubu, Bavyera’nın Dachau kasabasının dışındaki terk edilmiş bir mühimmat fabrikasında bulunan başka bir toplama kampına ulaştı.
Yahudileri hukuk ve tıp mesleklerinin yanı sıra devlet dairelerinden de dışlayan yasal düzenlemeler için yapılan planlar işlemeye başlamıştı. Ancak Hitler’in, Doğu Avrupa’dan gelen Yahudi göçmenler olan 100.000 Ostjuden’in toplu olarak sınır dışı edilmesine yönelik vaadini gerçekleştirmesi daha zor görünüyordu. Bu insanların birçoğu Alman vatandaşlığına geçmiş ve iş sahibi olmuştu. Sınır dışı edilme korkusu arttıkça yerel bankalardan para çekmek için gerçekleşen toplu başvurular, diğer bankaların ve işletmelerin paniğe kapılmasına neden oldu. Buna cevap olarak Yahudi mevduat sahiplerinin hesapları, bir yetkilinin açıkladığı gibi, “Alman iş adamlarına olan yükümlülüklerini yerine getirene kadar” donduruldu. Yeni seçilen Reichstag’ın başkanı Hermann Göring, Almanya’nın Yahudi vatandaşlarına diğer Alman vatandaşlarıyla aynı “kişi ve mal hukuku korumasına” sahip oldukları güvencesini vererek durumu yatıştırmaya çalıştı. Ardından uluslararası toplumu azarladı: Yabancılar ülkenin iç işlerine karışmamalıydı. Almanya kendi vatandaşlarına ne uygun görürse onu yapacaktı.
Reichstag delegeleri 23 Mart Perşembe günü, Reichstag’ın yanmış kalıntılarının hemen karşısındaki Kroll Opera Binası’nda toplandı. Ertesi Pazartesi günü, geleneksel Reich kartalı kaldırılmış ve yerine, kanatlarını genişçe açmış ve pençelerinde gamalı haç bulunan, arkadan çarpıcı bir şekilde aydınlatılmış devasa bir Nazi kartalı yerleştirilmişti. Gamalı haç kol bantlı kahverengi bir fırtına askeri üniforması giymiş olan Hitler, “Halkın ve Reich’ın Sıkıntılarını Giderme Yasası” adını taşıyan yasa teklifini resmi olarak sunmak üzere salona geldi. Saat 16:20’de kürsüye çıktı. Alışılanın aksine bu sefer rahat görünmüyordu, hazırlanmış bir metinden duraklayarak okumaya başlamadan önce bir yığın sayfayı karıştırdı. Ancak yavaş yavaş her zamanki hareketli retorik tarzına büründü. Weimar Cumhuriyeti’nin başarısızlıklarını sıraladı, ardından önerdiği yasanın dört yıllık görev süresi için planlarını özetledi; bu planlar arasında Almanya’nın saygınlığını ve yurtdışında askeri eşitliği, yurtiçinde ise ekonomik ve sosyal istikrarı yeniden tesis etmek vardı. Hitler, “Ulusumuza ve halkımıza karşı ihanet, gelecekte acımasız bir barbarlıkla bastırılacaktır” diye söz verdi.
Reichstag yasayı görüşmek üzere toplantıya ara verdi. Delegeler o akşam saat 18:15’te yeniden toplandığında, kişisel güvenliğinden endişe etmesine rağmen İsviçre sürgününden dönen Sosyal Demokrat lider Otto Wels’e, Hitler’e şahsen meydan okuması için kürsüde söz verildi. Wels konuşmaya başladığında Hitler ayağa kalkmak için hamle yaptı. Papen, Hitler’i kontrol altında tutmak için bileğine dokundu.
Wels, “Bu tarihi saatte, biz Alman Sosyal Demokratlar insanlık ve adalet, özgürlük ve sosyalizm ilkelerine ciddiyetle bağlı kalacağımıza söz veriyoruz” dedi. Hitler’i Weimar Cumhuriyeti’nin altını oymaya çalıştığı ve ektiği nefret ve bölücülük için azarladı. Wels, Hitler’in ülkeye yapmak istediği kötülükler ne olursa olsun, cumhuriyetin kurucu demokratik değerlerinin varlığını sürdüreceğini ifade etti: “Hiçbir eylem size, ebedi ve yok edilemez olan fikirleri yok etme gücü vermez.”
Hitler ayağa kalktı. “Sayın Delege, az önce açıkladığınız güzel teoriler, dünya tarihi için biraz geç kalmış sözlerdir” diye söze başladı. Alman halkı için herhangi bir tehdit oluşturduğu iddialarını reddetti. Wels’e, Sosyal Demokratların 13 yıl boyunca Alman halkı için gerçekten önemli olan istihdam, istikrar ve haysiyet gibi sorunları çözmek için fırsatı olduğunu hatırlattı. “Güç sizin elinizdeyken bu mücadele neredeydi?” diye sordu Hitler. Nasyonal Sosyalist delegeler, galerilerdeki gözlemcilerle birlikte alkışladılar. Delegelerin geri kalanı hareketsiz kaldı. Bir dizi delege ayağa kalkarak hem kaygılarını hem de önerilen yasaya ilişkin görüşlerini dile getirdi.
Merkezciler ve Bavyera Halk Partisi temsilcileri, “normal zamanlarda aşılması zor olan” çekincelere rağmen evet oyu vermeye hazır olduklarını belirttiler. Benzer şekilde, Alman Devlet Partisi lideri Reinhold Maier de yargı bağımsızlığı, yargı süreci, basın özgürlüğü ve tüm vatandaşların yasalar önünde eşit haklara sahip olması gibi konulardaki endişelerini dile getirdi ve Hitler’e diktatörlük yetkileri verilmesi konusunda “ciddi çekinceleri” olduğunu belirtti. Ancak daha sonra partisinin de yasa lehinde oy kullanacağını açıklayarak salonda gülüşmelere neden oldu.
O akşam saat 20:00’dan kısa bir süre önce oylama tamamlandı. Oylamaya katılan 94 Sosyal Demokrat delege yasaya karşı oy kullandı. (Sosyal Demokratlar arasında, günün erken saatlerinde Reichstag’a girmek üzereyken tutuklanan, ancak oyunu kullanabilmek için geçici olarak serbest bırakılan Prusya’nın eski İçişleri Bakanı Carl Severing de vardı). Reichstag’ın geri kalan 441 delegesi de yeni yasa lehinde oy kullanarak Hitler’e beşte dörtlük bir çoğunluk sağladı; bu da yasanın herhangi bir değişiklik ya da kısıtlama olmaksızın yürürlüğe girmesi için yeterliydi. Ertesi sabah ABD Büyükelçisi Frederic Sackett kendi Dışişleri Bakanlığı’na bir telgraf gönderdi: “Hitler kabinesi bu yasaya dayanarak tüm hükümet sistemini yeniden yapılandırabilir, zira bu yasa neredeyse tüm anayasal kısıtlamaları ortadan kaldırmaktadır.”
O gün, Nasyonal Sosyalist Reichstag delegesi olarak orada bulunan Joseph Goebbels, daha sonraları Nasyonal Sosyalistlerin federatif bir anayasal cumhuriyeti tamamen anayasal yollarla dağıtmayı başardıklarına hayret edecekti. Goebbels yedi yıl önce, 1926’da, ilk 12 Nasyonal Sosyalist delegeden biri olarak Reichstag’a seçildikten sonra de benzer bir hayret içindeydi: Kendisinin ve diğer 11 kişinin (Hermann Göring ve Hans Frank dahil), gamalı haçlı kahverengi üniformalarıyla genel kurul salonunun çevresinde tek sıra halinde oturduklarını, Weimar Cumhuriyeti’nin kendi kendini ilan etmiş düşmanları olarak bile, ücretsiz birinci sınıf tren yolculuğu ve sübvanse edilmiş yemek ayrıcalıklarının yanı sıra demokratik yapıları ve süreçleri istedikleri gibi bozma, engelleme ve felç etme kapasitesine sahip olduklarını keşfettiğinde şaşırmıştı. Goebbels bu durumu, “Demokrasinin en büyük şakası, ölümcül düşmanlarına kendi yıkımının araçlarını vermesidir.” şeklinde özetlemişti.