[voiserPlayer]
Yazının orijinali: https://www.cato-unbound.org/2020/02/14/andy-lamey/searching-common-ground-meat-eating-public-policy
Michael Huemer’in makalesi, daha katı bir bakış açısı adına et yemeye ilişkin nazik görüşe kafa tutması bakımından canlandırıcı bir niteliğe sahip. Huemer’ın savının iki niteliği bilhassa ilgi çekici. Öncelikle, ihtiyatlı öncüllere dayanıyor. Acı ve ızdırabın kötü olduğunun iddia edilmesi, yok sayılmasından çok daha az tartışmalı. İkinci olarak, Huemer’ın savı bir dizi siyasal ve ahlaki felsefeyle uyumlu. Liberteryenler, sosyalistler, deontologlar ve sonuççuların hepsi Huemer’in vardığı sonuçları kabul edebilir, ayrıca Huemer’in savı onları birbirlerinden ayıran meselelerle ilgili bir görüş bildirmiyor.
Huemer, hayvanlar adına birleştirici bir sav öne süren ilk felsefeci değil. Et yeme savunucuları maalesef bu türden savlar karşılarına çıktığında bazen mevcut sorunların üzerine eğilemiyor.
Örneğin sıklıkla verilen yanıtlardan biri, hayvanlarla ilgili ahlaki kaygının, insanlarla ilgili ahlaki kaygı pahasına duyulması gerektiği. Fakat hem Huemer’in savını kabul edip hem de ortalama bir insanın hayatını, hissedebilir bir hayvanın hayatının üstünde konumlandırabiliriz. Çoğu vegan bile bir insanı veya bir fareyi ezmek arasında seçim yapmak zorunda kalacak olsa fareyi ezmenin uygun olacağını kabul edecektir. Veganlar bizden yalnızca, et ve bitki temelli yiyecekler arasında seçim yaparken de benzer şekilde trajik bir seçim söz konusu olduğunu düşünerek kendimizi kandırmamamızı istiyor.
Hissedebilir hayvanlarla ilgili ahlaki kaygı duymanın insanlar için kötü olduğu iddiası bazen başka şekillerde ifade edilir, bu da hayvanların çıkarlarını savunmak için harcadığımız her dakikanın insanların çıkarları için önemli olan meseleleri savunmaktan çalınan birer dakika olduğudur. Fakat, beslenme tartışmasını bu çerçeveye oturtursak bir kez daha kendimizi kandırmış oluruz. İnsanların, siz ilk vejetaryen hamburgerinizi sipariş ettiğiniz an yerle yeksan olacak büyük bir tasarısı yok.
Dahası, ahlaki savunuculuğa genellikle sıfır toplam ekseninde yaklaşmayız. Mesela bir belediye başkanı adayı benden oy istediğinde kendisini küresel yoksulluğa veya bir diğer kaygı alanından başka bir meseleye adaması gerektiği gerekçesiyle onu yerel sorunları çözmek istediği için aşağılamam. Hem hayvanları hem insanları ilgilendirdiğinden kişinin dikkatini çeşitli alan ve boyutlardaki meselelere vermesi son derece kabul edilebilir bir şeydir.
Hayvanlar adına öne sürülen birleştirici savlara verilen ve bir kaytarma olmayan bir yanıt, tür mensupluğunun ahlaken önemli olduğu iddiasıdır. Bu bazen öz farkındalık, ahlaki mutavassıtlık ve diğer kişi olma özelliklerini haiz varlıkların salt hissedebilir varlıklardan daha yüksek bir ahlaki statüde olması gerektiği şeklindeki başka bir düşünceyle karıştırılır. Fakat kişi olmalarını engelleyen doğuştan gelen rahatsızlıkları olan insanların gösterdiği gibi insan olmakla kişi olmak aynı şey değildir.
Homo sapiens olmanın önem taşıdığı yerde insan kayırmacılığı savunması ortaya çıkar. Salt hissedebilir insanlar söz konusu olsa asla kabul etmeyeceğimiz davranışların salt hissedebilir hayvanlara yapılmasını temize çıkarabiliriz.
Fakat birçok “türcülük” savunmasını sıkıntıya sokan, bunların argümanlardan ziyade iddialar olarak yapılandırılmasıdır. Saygın felsefeci Bernard Williams tarafından öne sürülen bu türden bir savunmayı düşünün. Williams, tür kayırmacılığı hakkında “Bu zaten sahip olduğumuz bir etik kavram” diye yazmıştır. “Bu, eleştirmenlerin anlayamadıkları şekilde insanlara insan oldukları için özel ilgi gösterdiğimizde işleyen etik kavramdır.”
“Biz”in kimi işaret ettiği sorularak Williams’ınki gibi görüşlerin zayıflığı görülebilir. Williams hepimizin tür mensupluğunu ahlaken önemli bulduğumuzu öne sürer. Peki, o zaman bu sözüm ona kaçınılmaz görüşü reddeden ve eleştirenler nasıl çıkabiliyor? Williams’ın adlandırmasıyla insanı kayıran peşin hükümlülüğü savunanların Homo sapiens olmanın ahlaki önemine ilişkin hatalı bir konsensüse başvurmaktan fazlasını yapmaları gerekiyor. Ayrıca türün yerini ırk veya cinsiyet (veya hatta cins) aldığında bu paralel peşin hükümlülük savunmalarının neden başarılı olmadıklarını da açıklamaları gerekiyor.
Bir kez türcülükten şüphe edilmeye başlandığında bu, Huemer’in argümanıyla tutarlılık gösteren ama kendisinin makalesinde üzerinde durmadığı bir adımı düşündürür. Bu adım, hissedebilir hayvanların yalnızca acı çekerek değil, öldürülerek de zarar görebileceklerinin teslim edilmesidir.
Salt hissedebilir insanların hayatlarının zamansız sonlandırılmaması yönünde çok güçlü bir ahlaki meseleleri olduğu açık. Birçok insan, değer verdikleri hayvanlar için de benzer bir şeyin geçerli olduğunu kabul ediyor. Örneğin, hayvan etikçileri bir köpeğin acı vermese de zamanından önce ölmesine neden olacak bir hastalığı olduğu bir örneği düşünmemizi ister. Elbette köpeğe hastalığını ortadan kaldıracak bir iğne yapacak olsaydık ona yardım ediyor olurduk. Fakat durum böyleyse, bu, köpeğin yalnızca acıdan kaçınmak bakımından değil, süregelen varoluş bakımından da bir refah çıkarı olduğunu düşündürüyor: Aksi takdirde köpeğin hayatını uzatmak için acı verici bir iğne yapmanın ona bir faydası olmazdı. Etik vejetaryenlik, çiftlik hayvanlarının ahlaki durumuna ilişkin görüşümüzü, hissedebilir varlıkları öldürerek onlara yanlış yapabileceğimizin açık olduğu durumlarla tutarlı kılmanın bir yoludur. Etin tadını kolayca elde edilebilen bitki temelli besinlere tercih ettiğimiz için hayvanların hayatlarını sonlandırmak yeterli bir motivasyon gibi gözükmüyor.
Huemer, liberteryenlere seslenirken politika meselelerinin dikkatlerini dağıtmamasını istiyor. Tartışmayı politika sahasına taşımak gerçekten de hayvanlara ilişkin kişisel bir ahlaki dökümden kaçmanın bir yolu olabilir. Fakat bir kez kişisel yükümlülüklerimizi -en bariz şekilde et yemeyi bırakarak- kabul ettiğimizde kaçınılmaz olarak politika meseleleri ortaya çıkar.
Zamanı çoktan gelmiş politika değişimlerinden biri, tarım sübvansiyonlarının kaldırılması. Yazar David Robinson Simon, Meatonomics (2013) kitabında doğru hesaplandığında Amerika’nın et ve süt ürünleri sübvansiyonlarının milyarları bulduğunu, bitki tarımı sübvansiyonlarının ise yalnızca milyonlar seviyesinde olduğunu öne sürüyor. Simon’ın hesaplamaları aradaki farkı abartıyor olabilir. Fakat, fabrika çiftçiliğinin sübvanse ediliyor olması bile hayvanlara yapılan yanlışın ötesinde bir yanlış.
Günümüzdeki hayvansal tarım ifade özgürlüğü için de tehdit oluşturuyor. Son yıllarda birçok eyalette fabrika çiftliklerindeki hayvanlara eziyetin ifşa edilmesinin suç kapsamına girmesini hedefleyen ve “ag-gag”[1] olarak adlandırılan yasalar getirildi. Bundan farklı olarak, tarım, düzenleyicilerin denetlemeleri gereken endüstrilerce “ele geçirilmelerinin” tipik bir örneği olduğu için iyileştirilmiş hayvan refahı yasalarının geçmesi zor. (Hayvan refahı girişimlerinin artık sıklıkla oyverenlerin çiftlik hayvanlarına insani muamele yapılmasını tercih ettiklerini gösteren oylama girişimlerine başvurmasının sebeplerinden biri bu.)
Çoğu liberteryen tarımsal sübvasiyonların ve düzenleme tuzaklarının yıkıcı etkilerini tartışmasız teslim edecektir. Fakat bazı liberteryenler de liberteryenizmlerini hepçilliklerinin sunağında kurban ettiler. 2018 yılında liberteryen dergi Reason’da yayımlanan Daniel D’Amico-Huemer tartışmasında D’amico, “Fabrika çiftlikleri acıyı azami seviyeye çıkarmak için tasarlanmamıştır” diye yazdı. “Bütün üretim zincirleri gibi onlar da fiyat, teknolojik kapasite ve tüketici istekleri kısıtlılıkları dahilinde üretkenliği azami seviyeye çıkarmayı amaçlayan yeni çıktılardır.”
D’Amico’nun et endüstrisi tanımı bir fantezi. Bu tanımı not düşmenin sebebi diğer liberteryenlerin de mutlaka hemfikir olacaklarını ima etmek değil, daha ziyade Huemer’in bahsettiği itaatin gücünü görmek. Elbette hayvanlar lehine yapılan oylamalar, itaatimizin sınırları olduğu olasılığını düşündürüyor. Fakat et yemek titiz etik tefekkürden ziyade sosyalizasyonun sonucuysa bu, sesi yüksek çıkan hepçillik savunularını neden apolojistlerin diğer durumlarda kabul ettikleri temel değer bağlılıkları pahasına dile getirilebildiğini açıklıyor.
Amerika’daki versiyonu hem hayvan hem insan özgürlüğünün düşmanı olan fabrika çiftçiliği için iyi bir sav geliştirmek mümkün değil. Huemer’in makalesi, hem liberteryenlerin hem de liberteryen olmayanların bir gün bu kötülüğü sonlandırmak için bir araya gelmeleri şeklindeki memnuniyet verici olasılığı ortaya koyuyor.
Fotoğraf: Mae Mu
[1] Agriculture (tarım) ve gag (susturmak) kelimelerinden türetilmiş bir portmanto terim.