[voiserPlayer]
“Popülist tehdit”i analiz eden uzmanlar genellikle statükoyu savunmak isteyen bir kitle olduğunu varsayıyorlar. Bütün politik “dışlanmışlar”ı yalnızca tehlikeli olarak betimlemeye çalışan anti-populist literatür, bize kamusal aydınların açıklamaya çalıştıkları hareketlerden kendileri hakkında bir fikir veriyor.
Bugünlerde “popülizm”i olumsuz anlamda düşünmek gayet normal görünüyor. Elit politikacılar (popülizmin) istikrara karşı yarattığı tehlike hakkında bizi uyarıyorlar, tanınmış dergilerdeki makaleler demokrasiye karşı yükselen “popülist” tehditten bahsediyorlar ve uzmanlar bu terimi hem aşırı sağ hem de radikal solu aynı potaya koyarak değerlendiriyorlar. Her ne kadar bu figürler popülizmin ortak veya bilimsel bir tanımına sahip olmasa da bu fenomeni “yalan”, “demagoji”, “aşırıcılık” ve “kitleleri yanlış yönlendirmeye teşebbüs” arasında bir yerlere koyuyorlar. Oysa bu “anti-popülist” uzman görüşü masumluktan çok uzak ve “popülizm” üzerine düşünme şeklimize olan etkisi açık politik imalara sahip.
Doğrusu anti-popülizm uzay boşluğundan gelmiş bir şey değil. Populizmin radikal tarihini maskelemek ve onu en olumsuz çağdaş anlamına daraltmak için tasarlanmış belirli ideolojik müdahalelerin bir sonucu. “Popülizm”in bu pejoratif tanımının bu kadar yaygınlaştığını görmek bize kamuoyu tartışmalarındaki -ister gazeteciler, politikacılar, think-tank’ler olsun, ister de tarihçiler, sosyologlar, siyaset bilimciler gibi bilim adamları olsun- uzman görüşünün rolünü sorgulama hakkı veriyor. “Popülizm” hakkındaki akademik tartışmalar tek taraflı olmaktan uzak olsa da, 2008 krizinden (ve özellikle de Brexit referandumu ile 2016’da Donald Trump’ın seçilmesinden) beri bu terimin politik kullanımları yenilenmiş bir anti-popülist elitizm döngüsünü açığa vurdu.
Aslında “popülizm”in akademik tanımları hala tartışmaya açık olsa da, son yıllarda kamusal tartışmaya yayılmış olanlar öncülüğü Amerikalı tarihçi ve kamu entelektüeli Richard Hofstadter’den aldı. “Popülizm” terimi on dokuzuncu yüzyılda çoktan yaygınlaşmış olsa da terimin bugünkü anlamını oluşturan tartışmalar ancak 1950’lere uzanıyor. Tarihçi Richard M. Roberts, Hofstadter’in 1955 tarihli kitabı Reform Çağı’nın önemini şöyle yerinde vurgulamıştı: “…tarih kongrelerinin koridorları, toplantı odaları ve büyük dergilerin sayfalarında verip veriştirilen … ideolojik olarak yüklü ve bazen de ağzı bozuk tartışmalar … çıkardı.”
Hofstadter’in tartışmaya müdahil olması akademik anti-popülizmin şafağı olarak değerlendirilmesi açısından dikkate değerdi. Hofstadter popülizmi “taşralı”, “paranoyak” ve “folklorik” bir tarz olarak –kısacası siyasetin çağdışı bir formu olarak- niteledi. Bu duruş da “anti-popülizm”in ne kadar derin bir siyasi doğası olduğunu gösteriyor. “Popülizm”in pejoratif (aşağılayıcı) çerçevesinin terimle organik bir bağı yok, akademik bir uzlaşının da basit bir ifadesi değil. Daha ziyade hem akademiye hem de ötesine yani kamusal alana yayılabileceği tarihsel bağlantı noktalarında kök salmış vaziyette.
Uzaylı Bir Bakteri?
Çağdaş anti-popülizm, popülizme sıklıkla ahlaki temeller üzerinden karşı çıkar. “Popülist” tarafta kaos, açgözlülük ve demagoji gibi olumsuz göstergeler diziliyken diğer tarafta, “anti-popülist” tarafta, demokrasi, pragmatizm ve istikrar gibi olumlu gösterenler mevcuttur. Anti-popülizm elitist nitelikler üstlenir, halkın egemenliği taleplerine ve halk merkezli söylemlere karşı kendine haksız biçimde ahlaki ve politik bir üstünlük atfeder. Bu söylemler folklorik, kitsch ve aşağılanmaya layık olarak tasvir edilir.
Eleştirmen Peter C. Baker’ın savunduğu gibi “popülizm çoğunlukla bir korku filminden çıkmış gibi görünür; demokrasinin savunma sistemine bir şekilde –muhtemelen Steve Bannon gibi düzenbaz bir kitle manipülatörünün yardımıyla- girmiş bir uzaylı bakteri politik hayatı zehirlemekte, ‘biz’im aramızda popülistlere oy veren bir zümre yaratmaktadır. Etkileyici bir şekilde, popülizm üzerine yazılanların çoğu popülizme sempati duymayan bir kitle olduğunu varsayar.” Bu ise bize popülizmin kendisinden ziyade anti-popülizm hakkında bir şeyler söyler. Politik “anti-popülizm”, popülizmi sorumsuzluk, cehalet ve kitlelerin demagojiyle kışkırtılması ile ilişkilendirerek baskın politik-ekonomik gidişatı savunur.
Daha güncel akademik girişimler “popülizm”in ne anlama gelebileceğini daha iyi anlamamızı sağladı. Kısacası bilim, dünyanın farklı yerlerinde, bu fenomenin farklı ideolojik-politik tezahürlerinde ve tarihin her aşamasında popülist hareketlerde gözlemlenebilen ortak bir payda keşfetti. Öyle görünüyor ki popülizm, ilerici ya da gerici, sağcı ya da solcu olsun, giderek ve öncelikle halk-merkezcilik ve anti-elitizme, ikincil olaraksa -elbette ki- ortadan kaybolmamış sağ-sol simgelerine ve kültürlerine dayanıyor.
Hollandalı siyaset bilimci Cas Mudde “alan”ın popülizmin “artık açık bir tanımdan mahrum olmadığı” bir aşamaya ilerlediğini iddia ediyor. Yine de bu tanım gerçekten de akademik ve kamusal söylemde o kadar yaygın mı? Çağdaş uzmanlar 50 yıllık deneysel çalışmayı ve çeşitli disiplinlerle olan teorik diyalogu göz ardı ederek popülizmi hep olumsuz bir fenomen olarak değerlendiriyor. Son yıllarda, özellikle de Brexit oylaması ve Donald Trump’ın seçilmesinden beri bu sözcük her türlü siyasi olayı açıklamaya yönelik gittikçe artan bir sıklıkla gündeme geldi; bilhassa da geleneksel olarak olumsuz olarak nitelenen, statüko ile çatışan olaylar söz konusu olduğunda. Bu da Hofstadter’den kalan yaranın ne kadar derin olduğunu gösteriyor.
Uzman söyleminin (ve dolayısıyla kamusal görüşün) –bunu onların başlangıç noktası olarak alırsak- popülizmin ne olduğu konusundaki akademik uzlaşıyı yansıtmıyor olması şaşırtıcı değil. Tarihsel ve toplumsal çalışmanın bir nesnesi olarak “popülizm” ile günlük tartışmalarda kullanılan bir sözcük olarak “popülizm” arasındaki gerilim, aslında, sıkı ve mat. Tanımı bir alandan diğerine üst üste koymak yerine bu ikisi arasındaki karmaşık ilişkiyi ve popülizmden nasıl bahsedildiğini anlamak daha verimli olacaktır. Eğer “bilim insanlarının” hakikatin taşıyıcısı olarak rollerini incelemek önemli ise onların halkın görüşünü etkilemede ne kadar merkezi bir yerde olduğunu unutmamak gerekir. Uzmanlar toplumun özerk ve bağımsız bir zümresi değildir, fakat kendine ait inançları olan ve bu kanıları yüceltebilecek ve yayabilecek pozisyonda olan vatandaşlardır.
İzlenen bilimsel standartlar ne olursa olsun, her zaman fazladan “artakalan” bir şeyler olur; işte bu perspektif, kendi öznelliğimizle ilişkili olarak, siyasi bir fenomeni görmemizi etkileyen bağlam ve ideolojik varsayımlardan ortaya çıkar. Bu durum “popülizm” tartışmaları için de geçerli. Genelde dar liberal demokrat ve batı-merkezci elitist çerçevede gerçekleşen tartışmalarda tipik olarak sorulan sorular “Popülizmin yükselişi nasıl önlenebilir?”, “modern demokrasinin bu hastalığına” nasıl çare bulunabilir ve “müesses siyasi nizam nasıl korunabilir veya düzeltilebilir” gibi sorulardır. Bir başka deyişle popülizm, Batı siyasetinde mücadele edilmesi gereken ve (stereo)tipik olarak “tuhaf” ve “anormal” bir dönemeç olarak algılanır.
Uzmanların Söylemi
Yaklaşık son on yıldır popülizm üzerine bir yayın dalgası var. Bu dalganın büyük bölümü yarım yüzyıldır tarihçiler, sosyologlar ve siyaset bilimciler tarafından geliştirilen literatüre angaje bir bilimsel akademiden geliyor. Fakat bu neşriyatın birçoğu başka bir şeyi de temsil ediyor. Bu yayınlar eleştirmenlerden, gazetecilerden, politikacılardan, think-tank’lerden ve hatta süperstar bilim insanlarından geliyor. Bu durum “sıcak” bir mesele ve bu insanlar da araştırmalarından ziyade tanınırlıkları ve ünlerine dayanarak görüşlerini aktarmalarıyla biliniyorlar. Bu tarz bir yayın biçimi bilimdeki son gelişmeleri göz ardı eden “popüler bilim”e benziyor, ki genelde bunlar halktan şüphe duyan ve müesses nizam taraftarı olan ideolojik girişimlerdir.
Yakın zamandaki yayınların genel bir değerlendirmesi popülizmin ne kadar sıkça “liberal demokrasiye karşı bir başkaldırı” olarak ifade edildiğini gösteriyor. Yascha Mounk’un son çıkan kitapçığının başlığı Halk ve Demokrasi: Özgürlüğümüz Neden Tehlikede ve Onu Nasıl Koruyabiliriz? iken William Galston’unki ise Çoğulculuk Karşıtlığı: Liberal Demokrasiye Popülist Tehdit idi. Böyle çalışmalar onların siyasi yönelimlerini daha kapağından itibaren gösteriyor. En azından bu yazarlar –hangi demokrasi tanımının kabul edildiğine bağlı olarak- popülizm tanımına karşı verilen mücadeleye ilham veren siyasi amaçları açıklığa kavuşturuyorlar.
Peki, neden bu kişilerin görüşleri önem arz ediyor? Açıkçası uzman görüşü ile halkın fikri arasında hatırı sayılır bir etkileşim var- özellikle de halkı etkileyebilecek “güçlü” pozisyonlarda bulunanlar için. Örneğin, Yascha Mounk yakın zamana kadar sahibi açık sözlü bir anti-popülist olan Tony Blair’ın olduğu Küresel Değişim Enstitüsü’nün yetkili müdürüydü. Bir başka güncel örnek ise Guardian’ın “Yeni Popülizm” serisidir ki bu seri akademik alan ile uzmanların nasıl etkileşim halinde olduğunun çok önemli bir örneğidir. Bu seride popülizm üzerine çalışan akademisyenler fikirlerini almak için çağrılırken katılımcılar arasında Tony Blair, Hillary Clinton ve eski İtalya başbakanı Matteo Renzi de vardı. Fakat bu, tam da popülistlerin “elit” dediklerinin mükemmel bir karşılığı değil mi? Hepsi de sağ ile sol arasındaki post-demokratik konsensüs boyunca son 30 yılda demokratik meşruiyetleri aşınmış “aşırı merkez”in temsilcileri.
Guardian örneğindeki politik uzay kavramsallaştırması merkezciler ve progresif neoliberalleri politik spektrumun solunda resmederek ve aynı zamanda sol popülizmin birçok vakasını dışlayarak sağa kaymış görünüyor. “Popülizm”in bu serideki “düşman” konumu ağırlıklı olarak, “halk”ın liberal-demokrat biçimde resmedildiği göz önünde bulundurulduğunda, sağ popülizmdeydi.
Ronan Burtenshaw ve Anton Jäger’in Guardian serisinin esaslı bir eleştirisinde söyledikleri gibi, “Gazetecilik ile siyaset bilimi arasında artan sınır trafiği daha ziyade bir hayaleti yükseltmeye benziyor. Guardian’ın popülizm serisi popülizmi makul, liberal siyasetin düşmanı olarak tanımlamaktan başka bir şeye ışık tutmayan bir arayış olarak bu durumu en iyi anlatan örnek. Fenomenin kendisinden ziyade karşıtını yansıtan bir çalışma.”
Popülizmi liberal demokrasinin karşıtı olarak resmetmek ayrıca liberal batı düşüncesinin özünde saklı daha temel bir ayrıma yani “aklı” bir tarafa “duygular”ı ise diğer tarafa koymaya da işaret ediyor olabilir. Bir tarafta pragmatizm, siyasa, gerekçelendirme ve argümantasyon varken diğer tarafta ise rasyonel olmayan avam tabaka, gürültü patırtı ve hırslı siyasetçiler vardır. Fakat hırs ne zaman politikadan ya da herhangi bir kolektif hareketten eksik oldu ki? Bu “bilge” liderlerin kendilerinde de hırs yok mu? Öyle görünüyor ki bu “akıl” vizyonu (veya bilhassa onun teknokratik biçimi) kökleri siyasetin profesyonelleşmesine dayanan yeni bir gelişme.
Anti-Popülist “Dalga”nın Sonuçları
“Popülizm”e hücum her yerde görülür halde. Avrupa Komisyonu başkanları Jean-Claude Juncker ve Jose Barroso gibi siyasi elitler popülizmi Avrupa’ya karşı en büyük tehdit olarak nitelediler; etkili bir yayımcı olan Der Spiegel “En Tehlikeli 10 Politikacı” listesinde Syriza lideri Alexis Tsipras’ı Geert Wilders, Viktor Orban ve Marine Le Pen gibi figürlerin yanına koydu; BBC, eski ABD propagandalarına has bir yöntemle Jeremy Corbyn’i “daha Rus gözükmesi için” Kremlin’in önüne fotoşopladı; ana akım İspanyol medyası Podemos’u ülkeyi Venezuela’ya çevirmek istemekle suçladı; hatta Avrupa Bütçe Komisyonu sorumlusu Günther Oettinger ”finans piyasalarının İtalyanlara nasıl oy kullanmaları gerektiğini göstereceğini” söyleyerek İtalyan seçmenleri müesses nizam partilerine dönmeyi başaramadıkları için eleştirdi.
“Popülizm” başlığı altındaki karşıt siyasi fenomenlerin bolluğundan çıkan bu betimsel manevra onlara yalnızca tek bir şeytanlaştırma hamlesi ile herkesi birden bayağılaştırma izni veriyor. Tsipras ve Le Pen’i, Corbyn ve Orban’ı birleştiren şeylerin mi yoksa ayrıştıran şeylerin mi daha fazla olduğunu düşünmek gerek. “Halk”ı “elit”in yanına koyan bir retoriğe sahip olmak gibi ana benzerlik noktalarına odaklanmak bu liderler, hareketler ve projeler arasındaki kritik farkları önemsiz gibi göstermeye yetmez.
Yine de burada önemli olan soru yalnızca tüm politik meydan okuyucuları şeytanlaştıran alarmist söylemlerin “gerçek” popülistleri tanımlayıp tanımlamadığı meselesi değil. Bunların sebebinin politik motivasyonlar olup olmadığını anlamanın da özel bir önemi yok. Burada odaklanacak asıl mesele apaçık bir şekilde ideolojik eğilimlerle yüklü olan politik söylemin sonuçları.
Bunların hepsi moda bir sözcüğün üzerine çok titremekten mi ibaret? Baker’ın tekrar söylediği gibi “Popülizm üzerine yapılan konuşmaların çoğunun konuyu aydınlatmak yerine daha çok kararttığını inkâr etmek zor.” Birçokları açıklığa kavuşturmaktan ziyade hüsrana ve kafa karışıklığına sebep olduğu için sözcüğü kullanmayı bırakmayı savunuyor. Terim bir “kırmızı bayrak” haline geldi ve bırakın bu durumu düzeltmeye çalışmak, sözcüğün anlamını tartışmak bile anlamsız görünüyor. Fakat “popülizm” kavramını bir köşeye mi atmalıyız? Baker yerinde olarak popülizm hakkındaki güncel politik söylemlerin “gerçek hayattaki popülist bir parti veya seçmenlerinden çok anti-popülizmin hararetli taraftarları hakkında bir şeyler anlattığını” söylüyor.
Belli başlı popülist politika türlerinin getirebileceği potansiyel tehlikeleri hafife almamak kaydıyla, popülizm kavramının kullanımı ve suiistimalinin sonuçlarını anlamak çok önemlidir. Bu açıdan, Yannis Stavrakakis burada analiz edilen alanlar arasındaki etkileşimdeki edimsel işlevleri vurguluyor: “Popülizmi çalışırken popülizmden bahsederiz, dilde ve söylemde anlamlardan bahsederiz, dil ise asla masum değildir. İfadeleri uzun vadede benimsetir bize.
Bu aynı zamanda kimin ne amaçla popülizm hakkında konuştuğu ile de ilgili bir mesele. Benjamin De Cleen, Jason Glynos ve Aurelien Mondon’un haklı olarak iddia ettiği gibi, “dikkatimizi terimi hangi edimsel sonuçlarla, neden, nasıl ve kimin kullandığına da çevirmemiz gerekiyor.” Uzman söylemi “sağduyu”yu yeniden üreten bir fabrika olsa da –Stavrakakis’in de işaret ettiği gibi- belli bir “eleştirel (öz)düşünümsellik” de gerekiyor. Bu da elbette açık politik imalara sahip. Burtenshaw ve Jager’in savunduğu gibi “siyaset bilimi liberalizmin peşinden giderek ve siyasi başarısızlıkların gittikçe artan saçma ussallaştırmaları ile kendini bir cariyeye çevirerek bu tuzağa düşmemelidir.
Bununla birlikte popülizm etrafındaki dalga onun histerik kavramlarla okunmasına sebep oldu, öyle ki popülizm/anti-popülizm ayrımının geleneksel tarihi ayrışmalardan daha meşhur olduğu bir noktaya geldik. Akademinin daha çok bir “endüstri”nin karakteristikleri ile uğraştığı son yıllarda bu konudan çıkan sonucun sıklıkla “nitelikten çok nicelik” yaklaşımı ile dikkate alındığını görüyoruz.
Çökmekte olan neoliberalizm çağında konumlanmış olan popülizmin “güncel dalga”sının belirliliklerini unutmadan, alarmizmin sonuçlarını akılda tutmak oldukça önemli. Kelimeler önemlidir, özellikle de müesses nizam karşıtı meydan okuyucuların ve aşırıcıların çağımızın rahatsızlıklarından sorumlu tuttuğu sınıf tam da bu elitist anti-popülist söylemi kullananlar olduğunda. Bu elitist “akıl” ise aslında süregiden ekonomik krizin ortasında “efektif” olan dışında ortaya bir şey koymuyor.
Yapısal Bozukluklar
Paradoksal bir şekilde, uzmanlar popülistleri karmaşık siyasi ve ekonomik soruları basite indirgemekle suçlarken, kendileri de, demokrasiyle ikircikli ilişkisi ve anlamı üzerine yarım yüzyıldır süren tartışmalara sahip karmaşık bir konuda, basitleştirilmiş analizler kullanıyorlar. Demokrasilerdeki yapısal bozukluklar ve krizlerle yüzleşmek için aykırı popülistleri suçlamaktan daha fazlasına ihtiyaç var. Bu strateji, odağı son 30 yıldır demokratik kurumların altını oyan şeyden kaçırmakla kalmıyor, aynı zamanda halen yaşamakta olduğumuz kötü sonuçları da sürdürme tehlikesiyle korkutuyor.
“Popülist Zamanlar”da yaşadığımızı söylemek yerine popülizm tartışmasını kendi krizini çözmekten aciz ve çökmekte olan neoliberal rejim bağlamında konumlandırmalıyız. Gittikçe daha iyi anlaşılıyor ki sol/sağ ekseninin sürmekte olan yapısal dönüşümleri ve siyasetin popülist/anti-popülist ayrışması etrafında eklemlenmesini tek başına açıklayamayacağı bir çağa geçiş yaptık.
Bu krizin ortasında –karakteri ekonomik olmaktan çok uzak görünen- popülizm, sosyal parçalanma ve siyasi hayal kırıklığını zaptediyor. Dar sınıf çıkarlarının ötesine geçerek harekete geçiyor ve yeni bir politik özne inşa ediyor. Popülizmin kurucu gücü bizi tikelci içeriğinin ötesine bakmamıza ve evrenselleştirici, politize edici işlevine dikkat vermemize teşvik ediyor.
Yüzyıllar boyunca siyasetin görevi bir halk yaratmak, siyasi sınırlar çizmek ve bir topluluğu sınırlamak oldu. Bu yalnızca sağ popülizme mahsus bir özellik değil. Bu görev radikal sağa kaldığı müddetçe ayrımcı ideolojiler gittikçe daha çok ana akım olacaktır. Fakat “halk” kapalı ve geri kafalı olmaya mahkûm değil, “düşman” her zaman göçmen, Müslüman ya da Yahudi olmak zorunda değil. Tam tersine, politik özne ileriye bakan ve birlik beraberlik içinde olan bir “halk” olabilir ve düşman da dışlanmış ve fakir olanları ekonomik olarak sömürenler olabilir. Popülizmin açığa vurduğu politik duygu yalnızca hınç olmak zorunda da değil. Donald Trump varsa Bernie Sanders da var. Neşe, umut ve aşk da duygudur ve yeni politik ufukların temelini bu duygular da oluşturabilir.
Kamu entelektüelleri “popülizm”e salt ahlakçı ve alarmist açıdan baktıklarında yalnızca statükoyu savunmuş olmuyorlar. Aynı zamanda, parti politikasının değişen örgütsel modellerini konumlandırma, kökleri geleneksel ekonomik kimliklerin ve politik özdeşleştirmelerin düşüşünde saklı yeni politik ayrışmaların doğuşunu tanımlama ve kolektif kimlik oluşumunun karmaşık süreçlerini ve değişmekte olan sınıf çatışmalarını anlama yeteneğimize de engel oluyorlar. Fakat işler hep böyle olmak zorunda değil ve bunu kullandığımız dile de yansıtabiliriz. Eğer uzmanlar liberalizmi savunmak adına tüm popülist fenomenleri çökerten entelektüel indirgemecilikten kaçınsalardı muhtemelen bu iyi bir başlangıç olurdu.
Yazar Hakkında: Giorgos Venizelos İtalya’daki Scuola Normale Superiore’ye bağlı Toplumsal Hareket Çalışmaları Merkezi (COSMOS) üyesi ve siyaset bilimi doktora öğrencisidir.
*Bu yazı 28 Eylül 2019 tarihinde Jakobinmag.com’da yayınlanmıştır. Yazının orijinal hali: https://jacobinmag.com/2019/09/the-elitism-of-the-anti-populists
Fotoğraf: Elvis Bekmanis