[voiserPlayer]
Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (28 Haziran- 4 Temmuz)
Geçtiğimiz hafta bu köşede G7 Zirvesinden çıkan mesajları ele alacağımı belirtmiştim. G7 Zirvesi’nden hemen sonra Madrid’te gerçekleştirilen NATO Zirvesi ise birçok yönüyle tarihi bir zirve olarak kayıtlara geçti. Ve dünya gündemine bomba gibi düştü. Bu yazıda önce G7 Zirvesi’ne kısaca değineceğim. Ardından Madrid’te gerçekleştirilen NATO Zirvesi’ni detaylı bir şekilde ele alacağım.
G7 Zirvesi: Liderler Eski Taahhütleri Yeniledi
G7 ülkelerinin liderlerini Almanya’da bir araya getiren zirvede ülkeler, özellikle enerji alanında önemli mesajlar verdi. Ülkeler kömürden tamamen çekilme sözü vermeseler de 2035 yılına kadar enerji sektörünün karbondan arındırılacağı taahhüdünde bulundular. Bu taahhüdün sembolik bir değeri olsa da aktörler verdikleri sözleri hayata geçirme hususunda tereddütleri gideremedi.
Zirvede ayrıca G7 ülkeleri, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile ortaya çıkan enerji krizi ve gıda arzı krizi ile ilgili çözüm önerilerini sundu. Alınan ortak kararlar arasında Rusya’ya enerji alanında bağımlılığın azaltılması için alternatif bir kaynak olarak LNG (sıvı doğal gaz) alanında yeni yatırımların yapılması gerektiğini vurguladılar. Gıda güvenliği konusunda ise G7 liderleri ortak bir karara varamadı. Bu nedenle, G7 Zirvesi beklenen ilgiyi uyandıramadı. Ve Rusya-Çin bloğuna karşı kararlı bir duruş sergilemek konusunda başarılı olamadı.
Tüm bunlara rağmen dünyanın en büyük ekonomilerinden olan 7 ülke, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere altyapı projelerini finanse etmek için beş yıl içinde 600 milyar dolar yatırım yapılacağına dair söz verdi. Bu söz, Çin’in eski İpek Yolu’nu canlandırma projesi olan “Kuşak ve Yol” planına karşı bir adım olarak kayıtlara geçti. Ancak, böylesine büyük bir yatırımın gerektirdiği kaynak ve eforu G7 ülkelerinin sağlayıp sağlayamayacağı merak konusu. Zira, bu tip sözlerin tam olarak yerine getirilmesi küresel siyasette pek görülen bir şey değil.
NATO Yeniden Mi Doğdu?
İspanya’nın NATO genişlemesinin 3. dalgasının bir parçası olarak birliğe katılışının 40. yıl dönümünde Madrid’te gerçekleştirilen zirve, birçok ilkin gerçekleştiği bir zirve oldu. 28-30 Haziran 2022 tarihleri arasında İspanya’da Kral 6. Felipe’nin sarayında verilen yemekle başlayan 32. NATO Zirvesi birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.
Bu zirve hangi açılardan önemliydi? Öncelikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin üzerinden dört ay geçmişken bu savaş hala NATO’ya referans verilmeden tartışılamıyor. Putin yönetiminin Ukrayna’ya girerken ileri sürdüğü gerekçelerden biri NATO’nun özellikle Doğu Avrupa’da genişlemesiydi. İşgal girişiminin sonucu ise NATO’nun tekrar genişlemesine neden olarak güvenlik açmazını şiddetlendirdi. Zira, ilk Soğuk Savaş’ın başından bu yana NATO’ya üye olmayarak tarafsızlık politikası izleyen İsveç ve Finlandiya, bu zirvede NATO’ya üyelik süreçlerini başlatmış oldular.
Geçtiğimiz haftalarda bu köşede üst üste iki yazı yazarak 2. Soğuk Savaş kavramını irdelemiştim. Bu yeni Soğuk Savaş’ın bir özelliği olarak ise tarafsız kalmaya çalışan ülkelerin de taraf seçmeye zorlanacağı bir küresel siyaset atmosferinin oluşmaya başladığını zikretmiştim. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliği işte tam da böyle bir “tarafsız kalamama” haline işaret ediyor. Ayrıca, İsveç ve Finlandiya üyeliği konusunda veto hakkını kullanmayı düşünen Türkiye’nin de bazı koşullarını kabul ettirdikten sonra vetosunu kaldırıp bu iki ülkenin üyeliğini onaylaması, Rusya’ya yaptırımlar konusunda oldukça tedbirli davranan Erdoğan yönetiminin Batı bloğu ile birlikte olacağına dair birçok şüpheyi ortadan kaldırdı.
Sonuçta ortaya ABD’nin önderliğini yaptığı, en azından sembolik anlamda güçlü bir NATO ortaya çıkmış oldu. Sonuç metninde alınan başka bazı kararlar da güçlü NATO algısını destekledi. Zirve sonrası yayınlanan mutabakat metninde, Rusya ile kötüleşen ilişkiler bağlamında yeni bir stratejik konseptin kabul edildiği, savunma ve caydırıcılığın artırılacağı kararları yer aldı. Buna ek olarak Rusya, “NATO müttefiklerinin güvenliğine en büyük ve doğrudan tehdit” olarak tanımlandı. Ayrıca, 2010 yılında oluşturulan stratejik konseptte “dış ortak” olarak tanımlanan Rusya yeni stratejik konseptte “direkt tehdit” olarak tanımlanmış oldu ki bu da zirvede gerçekleşen ilklerden biriydi.
NATO’nun Verdiği En Önemli Mesaj
Ancak kanaatimce bu zirveden çıkan en önemli sonuç 4 aydır tekrar ve tekrar Rusya’ya karşı yapılan benzer açıklamalar ve yeni stratejik konsept değildi. Bu zirve sırasında NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in, “Çin’in kurallar üzerine inşa edilmiş uluslararası düzeni baltaladığı” ifadesini kullanması, artık NATO’nun Çin’i de tehdit kategorisine dahil ettiğini gösteriyordu. NATO tarihinde ilk defa Çin bir tehdit unsuru olarak resmi kayıtlar arasına girmiş oldu. Sıklıkla bir savunma gücü olduğunu vurgulayan NATO’nun isimlerini de zikrederek Çin ve Rusya’yı tehdit olarak adlandırması, savunmadan ofansif bir pozisyona geçildiğine işaret ediyor. Ki bu zirvenin tarihi olmasının bir sebebi de buydu.
Öte yandan, yine bir ilk olarak, Çin’in artan gücünü dengelemek için yakın ortaklar ile de bir oturum gerçekleştirdi. NATO’nun Hint-Pasifik bölgesindeki yakın ortakları olan Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore liderleri oturuma katıldı. Bu oturum Çin yönetimine karşı doğrudan bir gövde gösterisiydi. Tüm bu gelişmeler şayet Rusya’yı pasifize etme konusunda başarılı olurlarsa Batı bloğunun tüm gücünü Çin ile mücadeleye yoğunlaştıracağını göstermesi bakımından oldukça anlamlıydı.
Zirveye katılmak için Madrid’e gelen 44 ülkeden 41’i devlet ve hükümet başkanları tarafından temsil edildi. Bu durum birliğin kuvvetli bir mesaj içeren bir arada görüntü vermesi açısından önemliydi. Bu kararlar bağlamında ABD’nin Avrupa’daki kuvvetlerini artırma kararı alması somut bir adım olarak kayıtlara geçti. ABD; Polonya’da sürekli bir komuta merkezi kurmak, İspanya’ya savaş gemileri, İngiltere’ye ise savaş jetleri göndermek ve Romanya’ya yeni birlikler sevk etmek kararlarını da hayata geçiriyor. ABD Başkanı Biden bu yeni adımı, “Putin’in istediği şeylerin tam olarak tersi” ifadeleriyle açıkladı.
Eleştiriler ve Sonuç
Gelelim eleştirilere… Öncelikle bu zirveden çıkan sonuçlar NATO’nun barış ve savunma gücü olarak kabul edilmesini açık bir şekilde zorlaştırıyor. Çin-Rusya blokuna karşı neredeyse bir savaş ilanı anlamına gelen bu zirve, küresel siyasette artan gerilimlerin yoğunlaşacağına işaret ediyor. Elbette Çin’in bu zirveye karşı atacağı adımlar da gelecek dönemde gündeme gelecektir. AB ise ABD ile ilişkilerini güvenlik öncelikli olacak şekilde planlamaya zorlanacaktır.
Bu nedenle, 32. NATO Zirvesi’nin kalıcı barışa hizmet etmeyeceğini kolaylıkla iddia edebiliriz. Ayrıca, yukarıda belirttiğim gibi güvenlik açmazını şiddetlendirecek bu kararlar, NATO ve müttefiklerini esnek ve bağımsız bir dış politika geliştirmekten alıkoymak suretiyle yumuşuma ve diplomatik girişim kanallarının da önünü tıkayacaktır. Dolayısıyla ABD öncülüğündeki NATO’nun yeni bir tehdit tanımlaması yapması ve köklü bir paradigma değişimine gitmesi, tüm dünyayı yeni bir mücadele ve savaş atmosferine sürükleyecek. 2. Soğuk Savaş somut görüngüleriyle daha net bir şekilde karşımıza çıkmaya devam edecek.