[voiserPlayer]
Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (5-11 Temmuz)
Küresel siyasette pek sık rastlanılmayan iki olay bu hafta dünya gündemine damga vurdu. Birisi Japonya’da diğeri İngiltere’de gerçekleşen bu iki olayı, İslamcılık iddiasıyla ortaya atılan zevatın akla hayale gelmez komplolarından bağımsız olarak, tüm gerçekliği ve dünya siyasetine etkileri bağlamında ele alacağım.
Shinzo Abe Neden Öldürüldü?
Shinzo Abe, Japonya’nın 90’lı yıllardaki durgunluğundan kurtularak dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer almasını sağlayan siyasi figürlerin başında geliyor. 67 yaşındaki deneyimli politikacı Japonya’nın en uzun süre başbakanlık yapmış ismiydi. Başbakanlık görevini sağlık sorunları gerekçesiyle bırakmıştı. Liberal Demokrat Parti’nin parlamentonun üst kanadı için yapılacak seçimler nedeniyle yürüttüğü çalışmanın bir parçası olarak 8 Temmuz Cuma günü Nara kentine gelen Abe, yaptığı konuşma sırasında suikasta uğrayarak kan kaybından yaşamını yitirdi.
Japonya yasaları vatandaşların silah edinmesini neredeyse imkansız hale getiriyor. Bu nedenle ülke genelinde silahlı saldırılarda ölen insan sayısı geçen yıl yalnızca birdi ve toplam on saldırı girişimi olmuştu. ABD’de ise 2021 yılında yaklaşık 45000 kişi silahlı saldırı ya da silahlı intihar girişimi nedeniyle yaşamını yitirdi. Ancak Abe’ye ateş açan 41 yaşındaki suikastçı Tetsuya Yamagami’nin eski bir deniz askeri olduğu ve silahını evde kendisinin yaptığı anlaşıldı.
Yamagami polise verdiği ifadede Abe’nin, ailesinin dağılmasına neden olan bir kiliseye yakın olması ve bu kilisenin etkisini Japon siyasetinde yayması nedeniyle kendisini öldürdüğünü belirtti. Bu kilisenin hangisi olduğu henüz netlik kazanmış değil. Ancak suikastın siyasi bir motivasyondan çok kişisel bir kin eseri gerçekleştirildiği şu aşamada söylenebilir.
Japonya’da Seçim Sonuçları
Japonya’da her üç senede bir yapılan ve Danışman Meclisi (Sangiin) adı verilen üst meclisi belirleyecek seçimler 10 Temmuz Pazar günü Abe suikastının gölgesinde yapıldı. Seçimin ilk sonuçlarına göre Liberal Demokrat Parti ve küçük ortak Komeito, bu mecliste koltuk sayısını 69’dan 83’e çıkarttı. Özellikle Japon ordusunun silahlanması ve bir savunma gücünden saldırı gücüne dönüşmesi gibi şahin politikaları destekleyen muhafazakar koalisyon hükümeti bu seçimle daha da güçlenmiş oldu.
Belki de bu sonuçlarla Shinzo Abe’nin öteden beri hayalini kurduğu Japonya’yı yaratmak için daha fazla güç ve enerjiye sahip oldular. Sonuçta bu suikastın şimdilik Japon siyasetinde büyük etkileri olduğunu söyleyemeyiz. Ancak önümüzdeki dönemde muhafazakar hükümet daha da şahinleşebilir. Japonya’da tartışmaların eksenini oluşturan anayasanın ünlü 9. Maddesini değiştirme çabasına girişebilir. Bu madde 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1947 yılında yürürlüğe girmiş ve Japonya’nın devleti ilgilendiren uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için savaşmasını yasaklamıştır. Bu nedenle pasifist bir dış politika anlayışını sürdüren Japonya’da son dönemde, daha atak ve caydırıcı bir dış politikanın inşası tartışmaları ülke gündemindeki önemli yerini koruyordu. Bu suikast girişimiyle ise daha çok gündeme gelebilir. Zira, milliyetçi bir politikacı olan Abe de bu politikayı destekliyordu.
Boris Johnson Sonunda İstifa Etti
Sonunda diyorum çünkü Johnson’ın istifa etmesine dair talepler Büyük Britanya toplumunun birçok kesimi tarafından uzun süredir dillendiriliyordu. Johnson en basit haliyle birçok ahlaki sınırı aşmış, potlar kıran ve şımarık bir politikacıydı. Britanya Hükümeti artık bu yükü taşıyamıyordu. Johnson’a yakın bakanların istifasını vermesi ve bu bakanların Britanya’nın daha ciddi bir hükümet tarafından yönetilmesi gerektiğini vurgulamasıyla Johnson istifa etmek zorunda kaldı.
Son dönemde halk desteği oldukça azalan Johnson’ın; pandemi sırasında bir partiye katılması ve bu konuda yalan söylemesi, hakkında taciz iddiaları bulunan Chris Pincher’ı bu iddiaları bilmesine rağmen görevden almaması gibi skandallarla iyiden iyiye suyu kaynamıştı. Kendi hatalarının kurbanı olan Boris Johnson’ın görevi bırakmasının ise Britanya siyasetine önemli etkileri olması beklenmiyor. Zira, kurulacak yeni hükümet de Muhafazakar Parti tarafından oluşturulacak. Rusya karşıtlığı ve ABD ile olan ilişkilerin geliştirilmesi gibi son dönem dış politikasının değişmesi yeni hükümet döneminde de beklenmiyor.
Ancak komplocu İslamcı entelektüellerimizin bu olayın küresel güçlerin bir planı dahilinde gerçekleştirildiği konusundaki kesin yargıları çoktan dolaşıma girdi. Ne de olsa çelişkilerin ve tutarsızlıkların bu entelektüellerin zihin dünyası için bir anlam ifade etmediğini biliyoruz. Çünkü aradıkları şey gerçek değil. Kendi hayal dünyalarının bir sağlamasını yapmak için yalana ve yanlışa referans vermeyi huy edinmiş bu zevatı kendi haline bırakıyoruz.
Ukrayna’nın İşgalinde Son Durum
Rusya-Ukrayna Savaşı tahmin edildiği üzere uzun bir yıpratma savaşı olarak sürmeye devam ediyor. Donbas bölgesinin neredeyse tamamını kontrolü altına alan Rus ordusu ciddi şekilde personel sıkıntısı yaşamaya başladı. Ukrayna ordusu da asker eksikliğinden muztarip. Bu durumda taraflardan hangisinin bu olumsuzluklara daha çok dayanacağı savaşın sonucunu belirleyecek gibi görünüyor. Her iki taraf da asker zayiatına dair sessizliklerini koruyor. Bu nedenle asker ölümlerine ilişkin rakamlar tahminlerin ötesine geçemiyor.
Ancak savaşın sonlanması, muhtemelen savaş sahasında alınacak nihai bir sonuçtan çok, diplomasi yoluyla olacak. Zira bu yıpratma savaşı Rusya ve Ukrayna’nın yanı sıra neden olduğu ekonomik krizle birlikte birçok ülkeyi de olumsuz etkiliyor. Dolayısıyla yıpratma savaşına dayanması gereken ülkelerin sayısının çokluğu, savaşın bir barış anlaşması ile bitmesi gerektiğine dair sesleri her geçen daha da yükseltiyor.
Rusya’nın sivil ölümlerine neden olan saldırıları ise Rusya’ya savaş sonrası çıkartılacak faturanın maliyetini artırıyor. Ukrayna makamları ve bağımsız kuruluşların yaptıkları soruşturmalar sivil ölümlerini doğruluyor. Rusya’nın yıpratma savaşı sürdükçe sivillere karşı olan saldırıları artacak gibi görünüyor. Çünkü yıpratma savaşı yalnızca askeri birliklerin değil direnişe destek olan geniş halk kitlelerinin de yıldırılması anlayışına dayanıyor. Rus ordusunun ise son dönemde özellikle Suriye’de gerçekleştirdiği operasyonlarda sivil ölümlerini umursamadığını biliyoruz.
Savaş hakkında konuşmak kolay. Ancak savaşın bireylerin hayatlarında yol açtığı korkunç sonuçlar bizim kelimelerimiz ve sözlerimiz arasında değerini yitiriyor. Savaş; ölümler, ailelerin parçalanması, kalanların travmatik bir hayata sürüklenmeleri, göç ve göçün getirdiği problemler, evlerin, okulların, ibadet mekanlarının yıkılması ve daha birçok insani dramın ortaya çıkması gibi somut sonuçlar anlamına geliyor. Ancak küresel siyaset ve uluslararası ilişkilerin soğuk makro analizleri tüm bu gerçeklikleri bir anlamda halının altına süpürüyor. Ve savaş gerçek anlamından koparak sürmeye devam ediyor.