Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (8-14 Mart)
[voiserPlayer]
Rusya’nın Ukrayna işgalinde 20 gün geride kaldı. İşgalin başlaması ve Ukrayna’nın Kiev dahil birçok bölgesine doğru genişlemesi birçokları için yeterince şaşırtıcıyken, son 20 günde dünya siyasetinde yaşanan birçok gelişme de oldukça beklenmedik ve sonuçları önümüzdeki dönemde ciddi değişimleri beraberinde getirecek çapta olaylar olarak şimdiden tarihe geçti. Uluslararası ilişkiler bakımından birçok nedenle önemli bir kriz ve küresel düzenin temellerini sorgulatacak bir kırılma olan Rusya-Ukrayna Savaşı, geldiğimiz noktada küresel aktörleri geleneksel tutumlarından çıkmaya ve yeni politikalar belirlemeye zorluyor.
Geçtiğimiz haftanın bu anlamda en önemli haberlerinden biri silahlanma harcamalarını artırma kararı alan Alman hükümetinin, önceki dönemde alınmayacağını duyurduğu yeni nesil savaş uçağı F-35’lerden 35 adet sipariş vermesi oldu. NATO’nun 2033 yılına kadar üye ülke bütçelerinin yüzde 2’sini savunma için harcama kararına uymak amacıyla Scholz hükümeti, geçtiğimiz hafta 100 milyon Euro tutarında ek bir bütçeyi savunma harcamalarına ayırma kararı almıştı. Yeni F-35’ler de bu kararın ardından atılan ilk somut adım oldu. Almanya, özellikle Merkel döneminde Rusya’ya karşı fazlasıyla ılımlı politikalar izlemek suretiyle Putin’i idare etme ve Avrupa Güvenliğini Rusya ile birlikte ele alma yaklaşımları nedeniyle sıklıkla eleştiriliyordu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Almanya’yı bu ılımlı tutumdan vazgeçerek güvenlikçi politikaların ön plana çıkacağı yeni bir savunma ve güvenlik anlayışına sevk etmiş durumda.
Almanya’nın silahlanmayı artırma kararı Avrupa’nın güvenlik mimarisinin de değişmesi anlamında önemli bir adım. Geçtiğimiz hafta Danimarka’dan da Avrupa güvenliğinin sağlanması ve savunma gücünün artırılması adına bazı girişimlere şahit olmuştuk. Danimarka bugüne kadar bilinçli olarak Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikasının dışında kalmayı tercih etmişti. Ancak Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle Danimarka bu kararını gözden geçirerek 1 Haziran’da referandumda halkına bu durumu sormaya karar verdi. Ayrıca Danimarka da savunma harcamalarını NATO’nun hedefine ulaştırmak için artırma kararı aldı. Tüm bunların yanında İsveç ve Finlandiya kamuoyunun NATO üyeliğini ciddi şekilde tartışmaya başladığını biliyoruz. Dolayısıyla, Rusya’nın saldırganlığının Avrupa’da ortak bir güvenlik ve savunma politikası geliştirilmesi hususunda önemli gelişmelerin fitilini ateşlediğini söyleyebiliriz.
Putin son yıllarda Avrupa’dan dostlar edinmek suretiyle AB ve NATO’yu kendi içinde tartışmalara sürüklemek ve bölmek amacıyla Macaristan lideri Viktor Orban ve Çek Cumhuriyeti lideri Milos Zeman ile sıkı ilişkiler geliştirmişti. Ancak Ukrayna işgali sonrası bu iki lider bile uluslararası baskı nedeniyle işgali kınayan ve yaptırımları destekleyen açıklamalar yapmak zorunda kaldılar. Putin’in Ukrayna işgali ile Batıyı başka bir tartışma üzerinden bölmek planı ise tüm bu resimde tamamen geri tepmiş durumda. ABD, Avrupa ve müttefikleri savaşın 20. gününe geldiğimiz bugün, Putin rejimi karşısında kuvvetli ve eşgüdümlü bir duruş sergilemeye ve her geçen gün Rus ekonomisini daha da zora sokacak yaptırımları hayata geçirmeye devam ediyor. Putin iktidarının en önemli unsuru olan oligarklar da yaptırımlardan nasibini alıyor. Avrupa, Ukrayna işgaline kadar oligarklarla iyi geçinmiş, ülkelerine yatırım yapmalarını onaylamış, onlara vatandaşlıklar vermiş ve tüm bu durumdan pek de rahatsızlık göstermemişti. Ukrayna işgali sonrası Avrupa ülkeleri, Rus oligarkların, yozlaşmış, hukuksuzca zenginleşmiş ve otoriter Putin yönetimiyle şaibeli ilişkiler kurmuş insanlar olduklarına ancak şimdi karar verebilmiş görünüyorlar!
Savaşın 20. gününde olmamıza rağmen halen Putin’in ne yapmak istediği ve Ukrayna ile ilgili gelecek planının ne olduğu konusunda tahminden öte giden fikirlerimiz yok. Zira Rus rejimi demek Putin demek ve Putin’in aklından geçenleri okuyamadığımız durumda, çok iyi istihbarat kaynaklarına sahip olsak bile tam olarak ne yapmak istediği, ne noktada fikir değiştirdiği ya da değiştireceği ve daha ne kadar fazla risk almayı göze alabileceğini bilemiyoruz. Ancak şu kadarını biliyoruz ki Putin nükleer seçeneği de masaya koymuş durumda ve nükleer bir savaş ihtimali tüm dünyada tartışılıyor. Şu an savaş alanında gözüken ise Rusya’nın özellikle Güney Ukrayna’da Karadeniz’e kıyı olan bölgelere, orta ve batı bölgelere göre daha fazla hakim olduğu. Ayrıca, Kırım ile Luhansk ve Donetsk bölgeleri arasındaki kara bağlantısını sağlamak için Mairupol kentini de tamamen kontrolü altına almak istediğini söyleyebiliriz. Şiddetli çatışmaların yaşandığı Mairupol’da, iki ülkenin heyetleri arasında yapılan görüşmeler sonrası sivillerin tahliyesi için bir sivil koridor açılabildi. Siviller tahliye edildikten sonra Rus ordusu bu şehri almak için çok daha güçlü şekilde yüklenecektir.
Geçtiğimiz hafta yaşanan diğer çok önemli bir gelişme ise Rusya’nın Polonya sınırına yalnızca 25 km uzaklıkta bulunan bir Ukrayna askeri üssünü vurması oldu. 35 kişinin öldüğü ve 134 kişinin yaralandığı saldırı bir NATO üyesi olan Polonya’nın dibinde gerçekleştirilmesi açısından Putin’in göz dağı vermek için yaptığı bir hamle olarak okunabilir. Zira Rusya’nın iddiasına göre bu askeri üste Batılı ülkelerden gelen silahlar bulunuyordu. Ayrıca Ukrayna’nın en batısındaki bu bölgeye yapılan Rus saldırısı, Putin’in Ukrayna işgalini Kiev’in çok daha batısına itme kararlılığında olduğuna dair bir işaret olarak da görülebilir. Ancak savaş uzadıkça Rus güçlerinin Ukrayna’nın daha batısına gitmesi zorlaşacaktır. En olası senaryolardan biri ise Ukrayna’nın bu savaştan sonra doğu ve batı şeklinde ikiye bölünmesi olacaktır.
Savaşın 20 günlük seyri boyunca Batılı ülkelerin Rusya’ya sert ekonomik ve finansal yaptırımlar uygulamak konusunda anlaşabildiklerini; ancak Ukrayna hava sahasını kapatmak, Ukrayna ordusuna savaş uçağı göndermek ya da Ukrayna saflarında savaşa girmek gibi savaşın seyrini değiştirecek askeri önlemler almaktan geri durduklarını görüyoruz. Biden, Ukrayna’da Rusya’ya karşı NATO’nun neden savaşmadığı sorularını 3. Dünya Savaşı çıkması ihtimalinden söz ederek cevaplıyor. Ancak diğer yandan, Batılı ülkelerin ekonomik olarak Rusya’yı cezalandırırken Putin’i daha da fazla köşeye sıkıştırmamak ve Putin’e içinde bulunulan durumdan bir çıkış planı yaratabilmek için de daha ileri adımları atmadığını söyleyebiliriz. Zira Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar bazı Avrupa ülkeleri için de ciddi finansal sorunlara yol açacak gibi görünüyor.
Çatışmalar her geçen gün şiddetini artırıyor. Sivil kayıplar artmaya devam ediyor. Bir yandan da Rus ve Ukrayna heyetleri diplomatik ilişkilerini sürdürüyor. 15 Mart Salı günü beşinci kez bir araya gelecek diplomatik heyetlerin görüşmelerinden bugüne kadar insani koridorlar açılması ve sivillerin tahliyesi dışında somut kararlar çıkmış değil. Ancak yine de savaş meydanındaki gelişmelere göre tarafların bu müzakerelerde barışın sağlanması için kabul edebilecekleri bazı önerileri ileri sürdükleri ve bu maddeler üzerinden az da olsa ilerleme sağlamış olmaları olumlu bir gelişme. Türkiye de geçtiğimiz hafta Rusya ve Ukrayna arasında arabuluculuk yapmak amacıyla Antalya’da iki ülkenin dış işleri bakanlarını ve diplomatik heyetlerini bir araya getirdi. Ancak bu görüşmeden de bir sonuç çıkmadı ve Lavrov Antalya’daki temasların ardından asıl görüşmelerin Belarus’ta sürdürülen görüşmeler olduğunu vurguladı.
Rusya-Ukrayna savaşına dair tutumu merakla takip edilen diğer bir önemli aktör ise elbette Çin. Kimi uzmanlar Rusya-Ukrayna Savaşı’nın gidişatına karar verilecek asıl başkentin Pekin olduğunu bile ileri sürüyorlar. Çin bugüne kadar Rusya’nın Ukrayna’ya gerçekleştirdiği saldırıları işgal olarak nitelemekten ve kınamaktan kaçındı. Ancak oldukça temkinli bir pozisyon belirleyerek de elini tam olarak açık etmedi. Bu hafta Rusya’nın Çin’den askeri ve ekonomik yardım talebinde bulunduğuna dair haberlerin gündeme gelmesiyle Çin ve ABD yetkilileri 14 Mart Pazartesi günü Roma’da bir araya geldi. Tarafların olumlu ve yapıcı olarak nitelendirdiği görüşmede ABD, Çin’in Rusya’ya yardım etmesi durumunda karşı karşıya kalacağı yaptırımları gündeme getirdi. Çin, Rusya’nın petrol ve doğal gaz ihracatına büyük oranda bağımlı ekonomisinin aksine, küresel ticaret ve finansal sisteme birçok açıdan entegre bir ekonomiye sahip. Dolayısıyla, Çin yönetiminin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle yaptırımlarla karşılaşmak istemediğini tahmin edebiliriz. Rusya’nın ise özellikle 640 milyar dolar civarındaki merkez bankası rezervinin dışarıda bulunan 300 milyar dolarlık kısmıyla işlem yapabilmesinin Batılı devletler tarafından önüne geçilmesi, Putin yönetimini oldukça zor bir duruma itmiş gibi görünüyor. Bu nedenle, Çin’den gelecek finansal yardım Rusya için çok daha büyük bir önem kazanmış durumda. Kimi ABD’li istihbarat raporları Çin’in belli oranda Rusya’ya yardım etmek isteyebileceğini belirtiyor. Savaşın gidişatına dair Çin’in tutumunun çok belirleyici olacağını ve önümüzdeki günlerde Xi Jinping yönetiminin de diğer birçok ülke gibi Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle zor kararlar almak durumunda kalacağını belirtelim.
Bu yazının yazıldığı saatlerde Kiev bugüne kadarki en büyük saldırıya karşı direniyordu. Kiev’in düşmesi Putin’i yeterince tatmin eder mi bilinmez ancak Ukrayna halkı ve ordusu açısından psikolojik olarak büyük bir kayıp olur. Rusya Kiev’i tamamen kontrolü altına alıp müzakere masasına daha güçlü oturarak savaşa bir son vermeyi düşünüyor da olabilir. Ancak Ukrayna ordusu ve halkının direnişi Kiev’in batısında sürebilir ve bu durum savaşı beklenenden çok daha uzun sürelere yayabilir. 3 milyon Ukraynalının Avrupa’ya sığınmasına yol açan (2 milyona yakını Polonya’ya geçti) bu savaşın insani kriz boyutunu da tam olarak bilemiyoruz. Sanal alemde yürütülen dezenformasyon savaşı, askeri ve sivil kayıpların tam sayılarını bilmemize imkan tanımıyor. Ancak Rusya’nın bundan önceki işgal girişimlerinden de bildiğimiz üzere maalesef, ciddi sayıda sivil kaybın verildiğini ve verilmeye devam edeceğini tahmin edebiliyoruz. Nitekim Mairupol’de Rusya’nın vurduğu doğum hastanesinde yaralanan hamile bir kadın ve bebeği hayatını kaybetti ve bu olay tüm dünya kamuoyunda Rus saldırganlığına dair bir simgeye dönüştü. Tüm bunlara rağmen dünyada duygusal bir coşkunlukla harekete geçen Putin rejimi karşıtlığını, Rus halkına yönelik bir düşmanlığa dönüştürmemek ve bu noktada bir ülkenin halkı ile yönetimi arasında çekilmesi gereken çizgiye dikkatli bir şekilde riayet etmek, Rus halkını Putin rejiminin eline itmemek açısından da önem taşıyor. Zira, birçok spor organizasyonunun Rus sporcuların lisanslarını iptal etmesine varan bu duygusal tepki, demokratik ve adil bir tutumun ürünü değil.