[voiserPlayer]
Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (13-19 Haziran 2023)
Geçtiğimiz hafta dünya siyaset sahnesinde ABD ve Çin arasında gerçekleşen üst düzey diplomatik temaslar ve Ukrayna’nın iki hafta önce kadar başlattığı taarruz ile birlikte yaşanan Rusya ve Ukrayna orduları arasındaki şiddetli çatışmalar ön plana çıktı. Sırasıyla bu iki konuya bakalım.
Blinken Pekin’i Ziyaret Etti
Bu köşede dünya gündemini sık sık meşgul eden ABD-Çin ilişkileri ve buna bağlı olarak Asya-Pasifik bölgesinde artan gerilim ve ekonomik rekabeti konu alıyorum. Geçtiğimiz hafta sonu ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Çin’i ziyareti, dikkatleri tekrar bu bölgede yaşananlara çekti.
Blinken 2018’den bu yana Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşen ilk ABD Dışişleri Bakanı oldu. Blinken ayrıca iki gün boyunca Çin’in üst düzey diplomatları Wang Yi ve Qin Gang ile de bir araya geldi. Bu üst düzey görüşmeler sonrası Şi Cinping, detay vermeden bazı alanlarda anlaşmalar sağlandığını söyledi ve genel itibarıyla olumlu mesajlar verdi. Blinken ise üzerinde anlaşamadıkları derin birçok konu olmakla beraber görüşmelerin olumlu geçtiğini ve istişare kanallarının her yönüyle açık olması gerektiğini belirtti.
Pekin ve Washington arasındaki ilişkiler, Trump döneminde başlayan ticaret savaşı, Pekin’in Tayvan üzerindeki iddiaları ve bu yılın başlarında ABD toprakları üzerinde Çin’e ait olduğu iddia edilen bir casus balonunun düşürülmesinin ardından dibe vurmuştu.
Çin ve ABD arasında son dönemde oldukça gerilen ilişkiler nedeniyle Blinken ziyaretinden beklentiler de oldukça düşüktü. Bu nedenle, ortaya çıkan tablo uluslararası camiada genel olarak olumlu karşılandı. Zira tüm dünyayı ilgilendiren bu konu, birçok ülkenin güvenlik riskleri ve ekonomik çıkarları açısından önem taşıyor. Özellikle Çin’in Tayvan’a olan yaklaşımı ve Tayvan Boğazı’nda Çin ve ABD arasında yaşanan askeri gövde gösterileri, kontrolsüz ve riskli durumlar yaratarak sıcak bir çatışma kazası yaşanması ihtimalini arttırıyor.
Asya-Pasifik bölgesindeki ülkeler ABD ve Çin arasında yaşanacak sıcak bir çatışmadan ve ciddi sonuçlar doğuracak bir ekonomik savaştan her şeyden çok çekiniyorlar. Çin ve ABD arasında tercihe zorlanan Asya ülkeleri, tarafsız kalmaya çabalarken Çin ve ABD arasındaki gelişmeleri yakından izleyerek kendileri için en uygun yolları da arıyorlar. Ancak, Çin’e komşu Asya ülkeleri için Çin ve ABD arasında yaşanacak bir yumuşama elbette ki öncelikli tercih olacaktır.
Asya-Pasifik bölgesinde ABD’nin yakın müttefikleri olan Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Avustralya, son dönemde Çin’in atak dış politikası ve Kuzey Kore’nin ardı arkası kesilmeyen füze denemeleri nedeniyle ABD ile ilişkilerini geliştirme çabasında. Bu bağlamda, tarihsel deneyimleri nedeniyle birbirlerine soğuk olan Japonya ve Güney Kore arasında da son dönemde ilişkilerin geliştiğini görüyoruz.
Filipinler ise artan tehditlere karşı ABD’ye daha fazla sayıda askeri üssü kullanma imkânı sağlıyor. Ayrıca Japonya, Filipinler yönetimine askeri destek sağlama kararı aldı ki bu durum Japon ordusunu 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa Filipinler kıyılarına getirdi. Pasifik’teki küçük ada ülkeleri bile güvenliğini sağlama almak için adımlar atıyor. Pekin yönetimi Solomon Adaları ile, Washington yönetimi ise Mayıs ayında Papua Yeni Gine ile yeni bir güvenlik anlaşması imzaladı.
Bölge ülkeleri Çin ve ABD arasında yaşanan gerginliğin sıcak bir çatışmaya dönmesinden oldukça endişeli ve bu endişe son dönemde yarı iletkenlerin tedarik zincirleri gibi ekonomik konuları da aşarak daha fazla güvenlik arayışı çabalarını besliyor. Bölgesel aktörler, özellikle ABD-Çin arasında askeri anlamda kurulacak güvenilir ve istikrarlı bir diplomasi kanalının gerekli olduğunu düşünüyor.
Ancak Blinken’ın bu ziyaretinden, ufak başlangıç girişimleri haricinde, askeri anlamda yumuşama yaratacak bir sonuç çıkmadı. Yine de diplomasi her zaman iyidir şiarıyla Blinken’ın Çin ile en üst düzeyde gerçekleştirdiği temasların, ABD-Çin ilişkilerini daha istikrarlı hale getirip Asya-Pasifik bölgesinde süregiden gerginliği azaltmak adına bir umut yarattığını belirtelim.
Rusya, Belarus’a Taktik Nükleer Silahlar Konuşlandırdı
Bu köşenin okuyucularının bildiği üzere, dünya gündeminin son 1.5 yıldır en çok tartıştığı konuları, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve buna bağlı olarak küresel siyasette ortaya çıkan yeni gelişmeler ve gerilimler oluşturuyor. Blinken’ın Şi Cinping ile görüşmesinde de bu konunun gündeme geldiğini tahmin edebiliriz. Zira ABD, Çin ve diğer ülkelerin Ukrayna konusunda Rusya’ya yardımda bulunmasını diplomasi yoluyla da engellemeye çalışıyor.
Rusya-Ukrayna cephesinde geçtiğimiz haftanın en dikkat çekici gelişmesi ise uzun süredir konuşulan, Putin’in Belarus’a taktik nükleer silah konuşlandırdığını ilan ettiği açıklama oldu. Putin yönetiminin Ukrayna’da taktik nükleer silahlar kullanabileceği ihtimali -her ne kadar çok düşük olsa da- belli oranda caydırıcılık yaratıyor ve birçok aktörü Rusya-Ukrayna arasında yapılacak bir barışı talep etmeye sevk ediyor.
Putin bu gerçeğin farkında olacak ki geçen hafta Rusya’nın Belarus’a ilk parti taktik nükleer silahları yerleştirdiğini söyledi. Rusya Devlet Başkanı bir forumda yaptığı konuşmada, bu silahların sadece Rusya’nın topraklarının ya da devletinin tehdit altında olması halinde kullanılacağını da sözlerine ekledi.
ABD yönetimi, Kremlin’in Ukrayna’ya saldırmak için nükleer silah kullanmayı planladığına dair herhangi bir belirti olmadığını iddia ediyor. Blinken, Putin’in açıklamalarının ardından verdiği demeçte, “Rusya’nın nükleer silah kullanmaya hazırlandığına dair herhangi bir belirti görmüyoruz” ifadelerini kullandı.
Yine de Putin’in bu açıklaması tedirginlik yaratıyor. Belarus, Putin’in Ukrayna işgaline destek veren en yakın müttefiki. Nitekim Putin, işgalin başında Belarus topraklarını da Ukrayna topraklarına saldırmak için kullandı. Taktik nükleer silahların Ukrayna’nın kuzey batısında yer alan bu komşu ülkeye yerleştirilmesi ise Putin’in oynadığı son kozlardan biri. Bu silahlar savaş alanında sınırlı bir bölgede fazla nükleer serpintiye neden olmadan o bölgeyi yok etmek için tasarlanmış silahlar. Ancak Putin yönetiminin bu silahları kullanması bir tür kamikaze durumu ortaya çıkaracaktır. Zira nükleer bir saldırı herkesin kaybetmesi anlamına gelir.
Kakhovka Barajı’nı Rusya mı Patlattı?
6 Haziran’da, Ukrayna’nın güney doğusunda, Herson kentine oldukça yakın ve Ukrayna’nın Kırım ile Donbas arasındaki bağlantıyı kesmek için geri almayı hedeflediği bir bölgede yer alan Kakhovka Barajı yıkılmış ve bölge sular altında kalmıştı.
Baraja bir saldırı yapıldığı iddiasını iki taraf da reddetmişti. Ancak bazı uzmanlar Sovyetler döneminde inşa edilen barajın planlarının halen Rusya’nın elinde olması ve zayıf bölgelerine yerleştirilmiş patlatıcılarla barajın yıkılabileceği gerekçeleriyle bu olayın sorumluluğunu Rusya’da arıyorlar. Nitekim barajda gerçekleşen yıkımın Rusya’nın kontrol ettiği bölge tarafında gerçekleştiğine dair belirtiler de var.
Barajın çökmesi, Herson dahil bölgedeki birçok yerleşim yerinin sular altında kalmasına ve birçok insan ve hayvanın ölmesine neden olmuştu. Ayrıca bu olay sonucu oluşan su baskını, Ukrayna ordusunun bu bölgedeki muhtemel ilerleyişini, Dinyeper Nehri’nin geçilmesini zorlaştırdığı için de sıkıntıya sokmuş oldu. Cicero’nun ünlü sorusuyla sorarsak, bu yaşanan gelişme kimin çıkarına (cui bono) oldu? Sorunun cevabı, bize Rusya’yı işaret ediyor.
Ukrayna Karşı Harekatında İlerleme Sağlayabildi mi?
Ukrayna Savunma Bakan Yardımcısı Hanna Maliar, Telegram’da Ukrayna güçlerinin doğuda Bakmut ve güneyde Zaporijya yakınlarında ilerlemeyi başardığını yazdı. Ancak Ukrayna’nın ilerlemeye çalıştığı bazı bölgelerde de Rus ordusunun çok güçlü bir savunma hattı kurduğunu, bu bölgelerde şiddetli çatışmaların yaşandığını sözlerine ekledi.
Maliar’ın bu açıklamaları, Rus roket ve insansız hava araçlarının Ukrayna’nın birçok şehrini vurduğu bir başka gecenin hemen ardından geldi. Son dönemde Rusların elindeki Ukrayna’da cephe gerisindeki bölgeleri vurmak için kullandığı füzeler ve insansız hava araçlarının sayısının azaldığı biliniyor.
Nitekim, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, Mayıs ayı içerisinde Rusya’nın İran’dan yeni kamikaze drone’ları ve insansız hava aracı parçaları aldığını iddia etmişti. Rusya savaşı sürdürmek için yeni füze ve drone’lara ciddi şekilde ihtiyaç duyuyor. Gelecek günlerde Batı’dan gelen yeni mühimmatlarla kuvvetlenen Ukrayna savunma sistemlerinin Rusya’nın daha fazla sayıda drone ve füzesini imha etmesi, savaşın seyri açısından önemli bir diğer etken olacaktır.
Kiev’in merakla beklenen karşı taarruzu halen sürüyor ve ne kadar devam edeceğini kimse öngöremiyor. Ancak Ukrayna ordusunun henüz ciddi ilerlemeler kaydettiğini söylemek çok zor. Ukraynalılar birliklerinin karşı taarruza başladıklarından bu yana yedi yerleşim yerini ve en az 90 km2 alanı geri aldıklarını söylüyorlar. Bu bilgiler ise kolayca teyit edilemiyor ve taraflar birbirlerine zıt açıklamalar yapmayı sürdürüyor.
Batılı kaynaklar ise Rusya’nın Ukrayna taarruzu karşısında kolayca eriyip gideceği gibi bir beklentinin gerçekçi olmadığını belirtiyorlar. Zira Rusya da uzun zamandır bu saldırıya karşı savunma stratejisi geliştiriyor ve hazırlıklar yapıyordu.
Kakhovka Barajı’nın patlatılması, Ukrayna’nın birçok bölgesine roket ve drone saldırılarının son dönemde daha da artması ve son olarak Belarus’a taktik nükleer silahların konuşlandırılması, Rusya’nın Ukrayna karşı taarruzuna yönelik şu ana kadar gerçekleştirdiği eylemler olarak görünüyor. Cephede ise çok sert ve yıpratıcı çatışmalar sokak aralarına kadar yayılmış durumda. Sonuç olarak Ukrayna cephesinde pek yeni bir şey yok.