Avrupa Gündemi Bülteni (21 Haziran – 4 Temmuz 2024)
Avrupa açısından seçimlerle dolu bir yıl geçiriyoruz. Daha Avrupa Parlamentosu seçimlerinin üzerinden az bir zaman geçmişti ki Avrupa’da iki önemli seçimle daha gündem çalkalanmaya devam etti: Fransa ve İngiltere.
Fransa’da aşırı sağın yükselişi korku yaratırken, İngiltere’de yıllar sonra iktidara İşçi Partisi geliyor. Avrupa Birliği’nde ise parlamento seçimi sonrası önemli pozisyonlara atamalar oldu.
Macron’un Baskın Seçim Planı Aşırı Sağa Zafer mi Kazandırdı?
Avrupa Parlamento seçimlerinin anatomisini çıkarttığım bir önceki Avrupa Gündemi bülteninde de bahsettiğim üzere Emmanuel Macron, aşırı sağ Ulusal Birlik’in (RN) seçimde birinci parti olması nedeniyle Fransa’yı erken seçime götürmüştü ve seçimin ilk ayağı geçtiğimiz pazar günü gerçekleşti.
Burada tekrar altını çizmekte fayda var; çünkü yapılan seçim cumhurbaşkanlığı seçimi değil, meclis dağılımını belirleyecek olan genel seçimdi. Macron 2027’ye kadar görevini devam ettirecek, ancak Macron’un partisi Renaissance’dan olan Başbakan Gabriel Attal belki de bu pazar günü koltuğunu bırakacak ve yerini Ulusal Birlik’ten Marine Le Pen’in çırağı olarak adlandırabileceğimiz İtalyan kökenli genç siyasetçi Jordan Bardella alacak.
Seçim sonuçlarına gelirsek, Ulusal Birlik partisi aslında Avrupa Parlamentosu seçimlerinde gösterdiği performansın bir benzerini genel seçimde de gösterdi. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde %31 alırken; resmi seçim sonuçlarına göre Fransız genel seçimlerinin birinci turunda %33 aldılar. Seçimin ikincisi ise %28 ile sol koalisyonu Yeni Halk Cephesi (NFP) oldu. Macron’un partisinin de dahil olduğu merkez Ensemble koalisyonu ise %20 ile üçüncü oldu.
Sandıktan çıkan sonuca göre Macron umduğunu bulamamış ve seçmenlerin gözünden düşmüş gözüküyor. Ancak her şey bitmiş değil, zira Fransa’nın seçim sistemi ilk turda her şeyin bitmesini bir hayli zorlaştırıyor. Fransa 577 seçim bölgesine ayrılmakta ve sisteme göre birinci turda seçim bölgelerinde %50’yi geçen adaylar direkt olarak mecliste koltuk sahibi oluyor. Hükümet kurabilmek içinse bir partinin 289 sandalyeyi garantilemesi gerekiyor.
Fakat birinci turda adayların yaklaşık beşte biri %50 barajını geçebildi, geçemeyenler ise ikinci tura kaldı. Burada ise yine bir baraj var, çünkü adayların ikinci tura geçebilmesi için ilk turda %12,5’luk oy oranını geçebilmeleri lazım. Bu yüzden çoğu bölgede üçlü ve dörtlü adaylar ikinci turda kozlarını paylaşacaklar.
İkinci tura ise partiler başka bir strateji ile gidiyor. Macron ve Yeni Halk Cephesi’nin lideri Jean-Luc Mélenchon, Ulusal Birlik partisinin kazanmasını önleyebilmek için bir uzlaşmaya vardı. Sayılar net olmasa bile çoğu yerde üçüncü parti konumunda olan parti, diğer partinin şansını arttırabilmek için adaylarını geri çekti.
Bu stratejinin gerçekten işe yarayıp yaramadığını ancak bu pazar günü görebileceğiz. Zira iki koalisyon da birbirlerinden apayrı ideolojilere sahip olan partilerden oluşuyor. Biri merkez sağ, diğeri ise sol; tek ortak noktaları ise aşırı sağın başa gelmesini istememeleri.
İngiltere’de İşçi Partisi Hükümetinin Ayak Sesleri
Geçtiğimiz bültenlerde de konu edindiğim üzere Birleşik Krallık seçim senesine girmişti. Birleşik Krallık’ta her beş senede bir genel seçim olması gerekiyor, ancak seçimlerin belirli bir günü yok. Sadece 2025’in Ocak ayına kadar herhangi bir zamanda olması gerekiyordu, seçimin gününü ise başbakan belirleyecekti.
Rishi Sunak da Mayıs sonunda sürpriz bir hamleyle seçimin yakın bir zamanda yapılacağını duyurmuştu. Bu sürpriz bir karardı; çünkü beklenen, seçimin yılın sonuna doğru olmasıydı. Hem belediye seçimlerinde hem de anketlerde İşçi Partisi (Labour Party) bu kadar öndeyken Sunak, seçimi 5 Temmuz tarihinde yapmayı tercih etti ve ben bu satırları yazarken genel seçimin sonuçları gelmeye devam ediyor.
Bu seçimin sonuçlarını daha iyi anlayabilmek için Muhafazakâr Parti’nin (Conservative Party) sallantılı iktidarının 14 yıllık sürecini anlattığım bültene bakabilirsiniz, ancak kısaca şöyle de özetlenebilir: İngiltere halkı Muhafazakâr Parti’den yoruldu. Hem partinin içinden türeyen skandallar hem de ülkeyi yönetme politikaları Muhafazakâr Parti’nin popülerliğini bir hayli düşürdü.
Bu yüzden halk aslında çok da karizmatik bir lider olmayan Keir Starmer’a yöneldi. Keir Starmer, İşçi Partisi’nin anketlerde görülen liderlik pozisyonuna zarar vermemesi açısından seçim kampanyasında aşırı politikalar öne sürmedi. Muhafazakâr Parti’den farklı olarak Sunak ile anılan Ruanda planı, yani küçük botlarla İngiltere’ye gelen düzensiz göçmenlerin Ruanda’ya gönderilmesine bir hayli karşı çıkıyor ve başa gelirse bu politikanın geri çevrileceğini vurguluyor. Bunun yerine Starmer, botlarla göçmen taşıyan çeteler ile uğraşmayı planlıyor.
Starmer’ın en önem verdiği konulardan bir diğeri ise Birleşik Krallık’ın kamusal sağlık hizmetlerini sağlayan Ulusal Sağlık Servisi (NHS). Senelerdir randevusuzluktan basit sağlık ihtiyaçlarını bile gideremeyen İngilizlere Starmer’ın önerdiği çözüm ise randevuları bollaştırmak. Tekerleği yeniden icat eden bir politika gibi gözükebilir, ama Starmer’ın NHS’den kampanyası boyunca bolca bahsetmesi en azından başbakanlık dönemi için sağlık alanında ilerleme olması açısından umut verici gözüküyor.
Muhafazakâr Parti’nin Hezimeti
Aktörlerimizi tanıdığımıza göre biraz da seçim sisteminden bahsedelim. Birleşik Krallık’ta bir partinin hükümet kurabilmesi için Avam Kamarasındaki 650 sandalyeden 326’sını garantileyerek çoğunluğu elde etmesi gerekiyor.
BBC’nin verilerine göre İşçi Partisi 412 sandalyeyi garantileyerek seçimi önde bitirdi ve Keir Starmer başbakan oldu. Buna karşın Muhafazakâr Parti ise sadece 121 sandalye almış gibi duruyor. Ancak seçim öncesi yapılan anketlere göre durumun böyle olacağı zaten çok uzun zamandır belliydi.
Seçim sonuçlarını daha sağlıklı okuyabilmek için 2019 seçimleri ile karşılaştırmak gerekir. İngiltere’de first-past-the-post, yani oy çokluğu diyebileceğimiz birinci olanın her şeyi aldığı bir sistem var. Bu sistemde meclise giden milletvekilleri, Türkiye’de olan milletvekili seçimleri gibi oy oranlarına göre orantılı olarak dağılmıyor, seçim bölgesinde kim en çok oyu alırsa o bölgede o parti birinci olmuş oluyor. Bu yüzden aldığınız oy oranı değil, bölgenizde birinci olup olmadığınız önemli. Bu sistemi Türkiye’deki belediye başkanı seçimlerine benzetebiliriz. Her seçim bölgesinden ise bir milletvekili çıkıyor.
Seçim sonuçlara geri dönersek aslında İşçi Partisi 2019 seçimlerinden bu yana oy oranlarını çok da arttırmamış. 2019’da %32,2 ile ana muhalefet olan İşçi partisi 2024’de 33.7% ile iktidar oldu. Bu da tabii ki seçim sistemlerinin ortaya çıkardığı bir ikilik. Aldığınız yüzdeler önemli değil aslında, %49 bile alsanız karşınızdaki aday %50 ile birinci oluyor ve aldığınız %49 genel yüzdenize yansırken size milletvekili koltuğu sağlamıyor.
İki ana partiden diğer partilere geçecek olursak, Liberal Demokratlar bir önceki seçimden 63 sandalye daha fazla kazanarak büyük bir atılım yapmış gibi gözüküyor. Bunu aslında küskün olan Muhafazakâr Parti seçmeninin İşçi Partisi yerine Liberal Demokratlara gitmesi şeklinde de yorumlayabiliriz.
Muhafazakâr Parti’den geçiş yapılan bir başka parti de Reform UK partisi. Kendisini Brexit referandumu ile bir hatırladığımız ve göçe karşı sert tutumuyla gündeme gelen Nigel Farage’ın genel başkanlığında Reform UK partisi 5 sandalye almış gözüküyor. Seçimin belki de en ilginç yanı burası, çünkü 2019 seçimlerinde Brexit Partisi olarak seçimlere girmişlerdi ve mecliste hiçbir sandalye kazanamamışlardı. 5 sandalye çok gibi gözükmeyebilir ancak bunun için de iki seçim arasındaki yüzdelere bakmamız gerekir. 2019’da %2 almışlardı, bu seçimde ise %14.3’e ulaşmışlar ki bu büyük bir seçim başarısı.
Muhafazakâr Parti bu kadar zayıflamışken eğer İşçi Partisi başa gelince herkesin umduğu gibi bir performans sergileyemezse yorgun olan seçmenler protesto oy vermeye yatkınlaşabilir ve Reform UK buradan bir ivme yakalayarak 2029 seçimlerine daha da güçlenmiş bir şekilde gelebilir. İşçi Partisi’nin performansı ve 14 sene sonra muhalefet konumuna düşmüş Muhafazakâr Parti’nin İngiltere’de değişen siyasi atmosferi nasıl göğüsleyeceğini ise hep beraber göreceğiz.
Son olarak İngiltere seçimlerinin bir diğer sürprizi ise İşçi Partisi’nin Keir Starmer’dan önceki genel başkanı Jeremy Corbyn’in partiden atılması sonrası bağımsız aday olduğu Londra’nın Islington North bölgesinde İşçi Partisi’ni geride bırakarak milletvekili olarak seçilmesiydi.
Avrupa Birliği’nin Yönetici Takımı Kesinleşiyor
Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra AB’nin kurumsal yapısındaki önemli pozisyonlarda değişiklikler de oldu. Son yazımı yazdığımda Avrupa Komisyonu başkanlığı yapan Ursula von der Leyen’in adaylığı henüz kesinleşmemişti, ancak geçtiğimiz hafta Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nde Leyen’in adaylığı için yeşil ışık yandı.
Ama süreç tamamen sonuçlanmış değil. Von der Leyen, Avrupa Parlamentosu tarafından oy çokluğu ile onaylandıktan sonra bir dönem daha komisyon başkanlığı yapabilecek. Fakat, parlamentonun Von der Leyen’in komisyon başkanlığını zora sokacağını düşünmüyorum. Zaten Von der Leyen, EPP’nin komisyon başkanlığı için baş adayıydı ve en çok oy alan parti grubunun adayı olarak komisyon başkanlığındaki yeni döneminin onaylanması çok da uzun sürmeyecektir.
Yine de burada not düşmekte fayda var, EPP tek başına oy çoğunluğuna sahip değil. Von der Leyen’in oy çoğunluğunu garantileyebilmesi için diğer parti gruplarının da desteğini alması gerekiyor.
AB içerisindeki bir diğer önemli pozisyon da Avrupa Birliği Liderler Zirvesi Başkanı. Bu pozisyonda şimdiye kadar Charles Michel bulunuyordu. AB’nin yeni döneminde eski Portekiz Başbakanı António Costa, Avrupa Birliği Liderler Zirvesi başkanı olarak atandı. AB’de seçimle beraber değişim rüzgarları esiyor diyebiliriz, yeni dönemine giren Avrupa Birliği’nin siyasi atmosferinde nelerin değişeceğini takip edip sizlere aktaracağım.