Avrupa Gündemi Bülteni (23 Ağustos- 5 Eylül 2024)
Almanya’da geçtiğimiz pazar günü gerçekleşen seçimler “Avrupa’da aşırı sağ yükseliyor” örüntüsüne bir örnek daha eklerken, Fransa’da çalkantılı geçen bir hükümet kurma çabasının sonucunda başbakan şimdilik belirlenmiş gözüküyor. İngiltere ve Almanya arası ilişkilerin güçlendirilmesi için ise yeni bir adım atılıyor.
Almanya’da Seçimler
Geçtiğimiz pazar Almanya’nın iki doğu eyaletinde, Thüringen ve Saksonya, eyalet seçimleri yapıldı. Eyalet seçimleri çoğu zaman dış haberlerde çok yer bulmasa da bu seçim biraz farklıydı. Zira aşırı sağın önemli temsilcisi Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) Thüringen’de % 32,8 ile birinci parti olurken, Saksonya’da 30,6% ile ikinci parti oldu. Böylelikle 1945’ten beri Almanya’da ilk defa bir aşırı sağ parti eyalet seçimlerinde birinci olmuş oldu.
Aslında bu beklenen bir sonuçtu, nitekim 2019 seçimlerinde de AfD hem Thüringen’de hem de Saksonya’da ikinci parti olmuştu. Bununla beraber aslında Berlin’de tehlike çanları çalmaya başlamış ve Almanya Şansölyesi Olaf Scholz yerelde diğer partiler tarafından AfD’ye geçit verilmemesi gerektiğini söylemişti.
Ancak özellikle de Thüringen’de bu iş biraz zor olacak gibi gözüküyor. AfD’yi dışlarlar ise diğer partilerin koalisyon oluşturması, hem alınan oy oranlarının toplamı bakımından hem de ideoloji uyuşmazlığı nedeniyle bir hayli çetrefilli gözüküyor.
Seçimin bir diğer kazananı ise yeni kurulan Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW). 2024’ün başında kurulan BSW partisi aslında aşırı sol ve popülist bir parti. Thüringen’de %15,8 alırken Saksonya’da %11,8 oy aldı ve iki yerde de seçimin üçüncü partisi oldu. Yeni kurulmuş bir parti için bu oylar çok görünebilir. Ancak sol popülist parti Die Linke’nin içinden ayrılan bir parti olduğu oy dağılımlarına baktığımızda 2024 yerel seçimlerinde Die Linke’nin oylarının çoğunun BSW’ye geçiş yaptığını söyleyebiliriz.
AfD’nin koalisyon denklemleri dışarı kalma ihtimalinde koalisyon konuşmalarında BSW de rol oynayabilir. Halihazırda ilk girdikleri seçimlerde oy potansiyellerini göstererek Almanya siyasetinde daha çok duyacağımız bir parti haline gelmeleri oldukça mümkün.
Son olarak da seçimin kaybedenlerine gelelim. Almanya hükümetinin başında olan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Hür Demokratik Parti (FDP) ve Yeşiller Partisi’nin oluşturduğu koalisyon 2019 yerel seçimlerine göre hem Thüringen’de hem de Saksonya’da oy kaybetti.
Bu durumu aslında seçmenin federal hükümet koalisyonundan memnun olmamasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. 2025 genel seçimine giderken aslında koalisyonun seçmenin kendilerine olan tavrını değiştirmek için çok da vakitleri kalmıyor diyebiliriz. Hatta bu sonuçların bir benzerini, özellikle de koalisyon bağlamında 2025 seçimlerinde de görebiliriz.
AfD’nin birinci parti olması ile birlikte Almanya yerel seçimlerini konuşmaya başladık, ancak yukarıda da belirttiğim gibi seçim sonuçlarını sadece AfD üzerinden okumak bize sadece buzdağının bir kısmını gösterir. Thüringen ve Saksonya’da gördüğümüz tablo, aslında diğer partiler için de ileriki seçim dönemlerinin nasıl geçeceğinin bir ön gösterimi gibi.
Fransa’nın Bitmek Bilmeyen Hükümet Kurma Çabası
En son Fransa’yı bültene konu edindiğimde Olimpiyatlar devam ediyor ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, erken seçimi birinci bitiren Yeni Halk Cephesi (NFP) bir başbakan adayında karar kılmışken yine de hükümet kurma yetkisini vermekte ağırdan alıyordu. Bülteni yazarken NFP’nin adayı Lucie Castets’in adaylığının onaylanmaması gibi bir durumun olamayacağını yazmıştım, ancak yanılmışım.
Geçtiğimiz hafta Macron, Lucie Castets’in adaylığını kabul etmediğini açıkladı. Macron, neden olarak ise NFP koalisyonunu oluşturan sol partilerin birinci parti olsalar da mecliste çoğunluğu bulamamaları ve bu yüzden hükümet kurma yetkisi verilirse diğer partiler tarafından güvenoyu alamayacak olmalarını gösterdi. Bu durum tabii ki biraz sürpriz oldu.
Macron’un son dönemlerde aldığı olağandışı siyasi kararlar, -önce erken seçim, sonra Sol’un ortak adayını reddetmesi- Fransa Cumhurbaşkanının bir sonraki adımını tahmin etmemizi zorlaştırdı. Belki bu kararlar en çok da sol koalisyon NFP’yi zor durumda bıraktı, zira Lucie Castets gibi bir Paris bürokratı ve sokak siyasetinde çok görülmeyen birini aday göstererek aslında güvenli oynamışlar ve bu hamleyle de mecliste daha rahat güvenoyu alabileceklerini düşünmüşlerdi.
Ancak Macron’un bu hamlesi NFP’yi çok kızdırdı. En çok oy alan parti olarak hükümet kurma yetkisinin ilk önce onlara verilmesi gerektiğini savunurken seçimden birinci parti koalisyonu olarak çıkan NFP’nin adayının reddedilmesini de şiddetle kınıyorlar. Hatta bu yüzden NFP bütün halkı 7 Ekim’de Fransa’nın her yerinde sokağa çıkmaya ve bu kararı protesto etmeye davet etti.
Bu bülteni yazmaya başladığımdan beri farklı siyasi ideolojilere sahip birçok isim başbakan adayı olarak konuşulmaya devam ediyor Paris kulislerinde. Politico’ya göre masada konuşulan isimler eski Başbakan Bernard Cazeneuve; Ekonomik, Sosyal ve Çevre Konseyi Başkanı Thierry Beaudet ve Fransa’nın Hauts-de-France bölgesinin Konsey Başkanı olan Xavier Bertrand’dı. Ancak son gelişmelere göre Macron, Brexit müzakerecisi ve Cumhuriyetçiler partisinden (LR) Michel Barnier’in başbakan olmasında karar kıldı.
Fransa, Avrupa Parlamentosu seçimlerinden beri siyasette kaos dolu günler yaşıyor. Macron’un siyasi gücünü göstermeye dayalı hamleleri, aşırı sağın (Ulusal Birlik Partisi) iktidara gelmesini önleme motivasyonu ile de birleşince bu durum Fransa’yı içinden çıkılamaz bir siyasi karmaşaya itiyor.
Belki de bu karmaşa en çok Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik’e (RN) yarıyor. Bu seçim için değilse bile ileriki seçimlerde (2027 Cumhurbaşkanlık seçimleri), bu karmaşa RN’in elini daha da kuvvetlendirebilir. Çünkü sol, merkez ve merkez sağ bir türlü birbiri ile anlaşamayıp zayıf bir görüntü verdiği takdirde, RN diğer siyasi aktörler arasında iktidara en uygun aday gibi gözükebilir ve zaten yakaladığı ivmeyi daha da arttırabilir.
Brexit Gölgesinde İngiltere-Almanya Buluşması
İngiltere’nin taze başbakanı, İşçi Partisi’nin lideri Keir Starmer geçtiğimiz hafta Almanya’da Olaf Scholz’u ziyaret etti. Kampanya sürecinde Starmer yayınladığı parti manifestosunda Avrupa Birliği ile ilişkilerin geliştirileceğini söylemiş, ama Brexit’den geri dönme gibi bir olasılığın üzerinde durmamıştı.
Nitekim Scholz ve Starmer yaptıkları basın açıklamalarında Almanya ve İngiltere arasında iki taraflı bir antlaşma olacağını açıkladılar. İki ülkenin de barış ve güvenlik, ekonomik gelişme, düzensiz göç gibi ortak önceliklerinin listelendiği açıklamanın sonunda ülkelerin savunma bakanlarının halihazırda savunma bağlarının kuvvetlenmesi için bir anlaşma üzerinde çalıştıklarını da belirttiler. Fakat Starmer’ın Brexit’ten dönme gibi bir düşüncesi yok.
Politico’nun yazdığına göre Starmer, AB ile ilişkiler yeniden güçlenmeye başlasa da İngiltere’nin AB’ye geri dönmesi gerektiğini düşünmüyor. Starmer hükümeti ile beraber İngiltere-AB ilişkilerinin yeniden güçleneceği aşikar. Ancak yeni dönemde bu ilişkilerin sınırlarının ne olacağını ancak zaman gösterecek.