Bir önceki bülteni kaleme aldığım sırada İran ile İsrail arasındaki gerginlik hali, patlamaya hazır bir bomba gibi bekliyordu. Nitekim İsrail’in İran’a saldırmasından iki gün önce New York Times’ta yayımlanan ve saldırıdan bir gün sonra da güncellenen bir yazıda İsrail’in her an İran’a saldırabileceğinden söz ediliyordu.
Bülten yayınlandığı sırada ise İsrail çoktan İran’ın üst düzey isimlerine saldırı gerçekleştirmişti. Bültenimizin bu kısmında ABD Başkanı Donald Trump’ın, İsrail’in İran’a saldırdığı 13 Haziran’dan taraflar arasında ateşkes kararı alındığı 24 Haziran’a kadar savaşa olan yaklaşımını ele alacağım.
Savaş henüz başlamadan önce ABD’nin İran ile nükleer çalışmaları sınırlandırmak üzere bir müzakere masasına oturacağı biliniyordu. Hatta Başkan Trump’ın bu diyalog zeminine sıcak bakmasından ötürü, İsrail Başbakanı Netanyahu ile anlaşmazlığa düştüğü de medyada konuşulmuştu. İran’ın nükleer varlığının pasifize edilmesi İsrail ve ABD’nin bölgedeki ortak öncelikleri arasında yer alsa da İsrail, ABD’ye kıyasla daha sert bir mücadele taraftarıydı.
ABD’li yetkililer ile İranlı yetkililerin nükleer meseleyi ele almak üzere Umman’da bir araya gelmesine iki gün kala İsrail, İran Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere pek çok üst düzey İranlı yetkiliyi bir operasyonda öldürdü. Bu olay üzerine ABD’nin İran ile gerçekleştireceği Umman diyaloğu da rafa kalktı. Trump’ın beklendiği gibi İsrail’i desteklemesi üzerine müzakere süreci akamete uğramış oldu.
Savaşın ilk haftasında kamuoyunun beklentisi, ABD’nin İsrail lehine çatışmalara dahil olmasıydı. İran ve İsrail’in karşılıklı olarak başkentlerini ve önemli merkezlerini hedef aldıkları bu süreçte ABD’de MAGA olarak bilinen izolasyon yanlısı klik, Trump’ın savaşa dahil olmaması gerektiğini savunurken AIPAC gibi İsrail yanlısı lobilere yakın pek çok muhafazakar da İsrail lehine savaşılması gerektiğini ifade etti.
Bu süre içinde dolambaçlı açıklamalarla zaman kazanmaya çalışan Trump, 21 Haziran’da İran’daki bazı nükleer tesislere askeri saldırı gerçekleştirerek onları ortadan kaldırdığını iddia etti. İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in nerede olduğunu bildiğini ifade ederek karşı tarafa mesaj veren Trump, bir dizi gerginlik yaratan açıklama ve icraate rağmen İran ile beklenen ölçüde bir savaşa girmedi.
Bu saldırıdan birkaç gün sonra İsrail ve İran’ın hâlâ birbirlerini hedef almaları da Trump’ın canını sıktı. Trump’ın NATO Zirvesi’ne gitmeden hemen önce gazetecilere yaptığı açıklamada İran ve İsrail ile ilgili “Ne yaptıklarını bilmiyorlar!” demesinin üzerinden birkaç saat geçtikten sonra taraflar silahlarını susturma kararı aldı.
Pentagon’dan sızan bir rapora göre ABD’nin İran’daki nükleer tesislere yönelik düzenlediği saldırılarda ciddi bir hasar oluşmadığının iddia edilmesi, Beyaz Saray tarafından reddedildi. Bu küçük çaplı istihbarat raporu hükümette tansiyonun yükselmesine neden oldu. Beyaz Saray’ın basın sözcüsü Karoline Leavitt’in yaptığı açıklamanın tonundan da bu durum açıkça anlaşılıyordu.
Temmuz ayı itibariyle Trump, İran’ın nükleer gücünün son derece yara aldığını düşünüyor ve İran ile diplomatik yolları tamamen kapatmıyor. Bununla beraber Netanyahu-Trump ikilisi 7 Temmuz’da Beyaz Saray’da bir araya geldi. Bu görüşme ikili arasında İran-İsrail savaşından sonraki ilk yüz yüze görüşme olması açısından önemli.
Her ne kadar Netanyahu -Trump’ın başkan olmasıyla birlikte- 6 ay içinde birden fazla kez ABD’yi ziyaret etmiş olsa da bu görüşme iki ülkenin ilişkileri açısından farklı bir değer arz ediyor. Bunun temel sebebi ise Netanyahu’nun Trump’ı hem Gazze hem de İran’daki savaşları bitirmeye yönelik çabaları (?) nedeniyle Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi. İkilinin arasında İran ile ABD’nin yürüttüğü müzakere sürecinde baş gösteren kısmi soğukluk, İran savaşı sonrası yerini tekrar sıcak ilişkilere bıraktı.
New York’un Yeni Yıldızı: Zohran Mamdani
Pek çok şehirde bu yılın Kasım ayında yapılacak olan belediye başkanlığı seçimlerinden en heyecanlısı, şüphesiz ki ülkenin en büyük şehri olan New York’ta gözlemlenecek. New York şehrinin sosyolojisinin bir neticesi olarak Demokrat adaylar arasından ön seçimi kazanan adaya müstakbel belediye başkanı gözüyle bakılıyor. Bu seçimlerin Amerikan kamuoyunu da aşarak küresel çapta ses getirmesini sağlayan gelişme ise Demokratların ön seçiminde göçmen ve genç bir sosyalistin aday seçilmesi oldu.
Bu tarihe kadar New York eyaletinde meclis üyesi olarak görev yapan Uganda doğumlu Hint asıllı müslüman bir sosyalist olan Zohran Mamdani’nin parti içindeki sosyalist kanat tarafından desteklenmesi ve kendisinin de ön seçim sürecinde halkla bire bir temas halinde olması ona bu başarıyı getiren en büyük faktörler olarak görülüyor.
Parti içindeki rakibi her ne kadar geçmiş yıllardan beri bu alanda tecrübeli olan ve arkasında pek çok klasik neoliberal Demokrat ismin desteğini alan Andrew Cuomo olsa da, Mamdani bu rakibini Amerikan kapitalizminin kalbi olan Wall Street bölgesinde bile yenilgiye uğrattı.
Cuomo hakkındaki birtakım taciz iddiaları ve skandallar, kendisinin ön seçim mağlubiyetinin asli sebepleri arasında görülmekle beraber tali sebep olarak da kendisinin yaşı ileri olması sebebiyle yeni nesil siyasete ayak uyduramaması düşünülüyor. Andrew Cuomo’ya desteğini ilan eden Demokratların “ak saçlılarından” Bill Clinton’ın, Zohran Mamdani’yi galibiyeti sonrası tebrik etmesi de sürecin dikkat çeken gelişmelerindendi.
Mamdani’nin bu zaferi, elbette Demokratların muhalefet koltuğunda oldukları son 6 aydaki gelişmelerden bağımsız okunamaz. Demokratların 5 Kasım 2024’teki hezimetinin ardından seçmenin yıkıma uğramış psikolojisini dert edinerek sahalara inen siyasetçiler, partinin sol kanadındakilerdi. Kongrede New York Temsilcisi olan Alexandria Ocasio Cortez ile Demokrat Parti’de uzun yıllar mesai harcamış ve demokratik sosyalizmin kanaat önderlerinden olan Bernie Sanders’ın birlikte “Fight Oligarchy” adı altında düzenlediği mitingler, bu karamsar süreçte seçmeni kısmen de olsa mobilize etmeyi başarmış ve bunun meyvesi de ilkbahar aylarındaki kitlesel protesto dalgasında görülmüştü.
Adaylığı belli olduktan sonra başta Trump olmak üzere pek çok muhafazakar isim tarafından ötekileştirilen ve hakarete uğrayan Mamdani’nin işi Kasım’da beklendiği kadar kolay olmayabilir. Her ne kadar Demokrat adaylar için New York şehri on yıllardır kale olarak görülse de Kasım ayında Mamdani yalnızca Cumhuriyetçi adaya karşı yarışmayacak. Ön seçimde kaybeden Cuomo ile mevcut belediye başkanı Eric Adams, bağımsız adaylar olarak pusulada yer alacaklar.
Cumhuriyetçilerin adayı da o bölgeye hitap etme olasılığına sahip biri olan Curtis Sliwa olunca Demokrat aday Mamdani’nin oyu epey bölünme riski taşır hale geliyor. Ancak günün sonunda Mamdani’nin bu süreçten zaferle ayrılacağını düşünüyorum. Taraflar arasındaki psikolojik harp için önemli bir eşik olan bu süreç, gelecek yıl yapılacak olan ara seçimler öncesi seçmenin nabzına dair bize birtakım ipuçları verecektir.
Elon Musk Parti Kuruyor
Bir önceki bültende detaylı şekilde değindiğim üzere milyarder Musk ile Başkan Trump’ın aralarının bozulması, içinde pek çok makul sebebi barındıran bir sonuçtu. Haziran ayında Los Angeles’taki şiddetli protesto gösterilerinin ardından ikili arasında kısmi bir yumuşama hissedilse de hem Musk’ın hükümetteki görevine dönmemesi hem de Trump’ın Musk ile büyük anlaşmazlık yaşadığı One Big Beautiful Bill’i Senatodan 1 oy farkla geçirmesi, ikilinin arasındaki ilişkiyi tamamen dondurdu.
Temsilciler Meclisinden de geçerek Trump’ın imzasıyla yasalaşan bu tasarının içeriğinden (adaletsiz vergilendirme, sosyal yardımlar ve sağlık sigortasının kesintiye uğratılması, vs.) Demokratlar çok rahatsız olsa da Musk’ın bu yasadan farklı bir rahatsızlığı mevcut.
ABD’nin kuruluş yıl dönümü olan 4 Temmuz’da imzalanan bu yasaya göre Ekim ayı itibariyle fiyatı 7500 dolara kadar olan elektrikli araçlara yapılan vergi indirimine son veriliyor. Benzinli otomobile talebi yükselteceği düşünülen bu uygulama, elektrikli araç şirketi olan Tesla’nın sahibi Elon Musk’ı ziyadesiyle huzursuz ediyor. Ulusal bütçede açık oluşacağını iddia eden Musk, kendisinden beklendiği üzere Temmuz ayı itibariyle Amerika Partisi adında yeni bir parti kurduğunu ilan etti.
Musk ülkede “üçüncü yol” siyasete öncü olacağı iddiasıyla yeni bir projeye girişmiş vaziyette. Musk’ın yüzde kaçlık bir tabana sahip olduğu tartışılabilir, ancak tartışmasız olan bir şey varsa o da Musk’ın finansal gücünün artık hükümetin arkasında olmadığıdır. Bu gerçekle birlikte Trump’ın 2026’daki ara seçimlere hangi politikalarla hazırlanacağına birlikte tanıklık edeceğiz.