[voiserPlayer]
Bu yazıda, Asterisk2050 projesi kapsamında derlediğimiz bültenlerin bir devamı olarak iklim krizi ve kalkınma ikilemi perspektifini baz alarak enerji krizi ve kalkınma politikalarını değerlendirecek, bu bağlamda Türkiye’deki Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesini ele alacağız.
Uluslararası sistemde art arda yaşanan Covid-19 salgını ve Ukrayna-Rusya savaşı gibi dışsal şoklar var olan ekonomik krizlerin derinleşmesini ve ön görülmesi güç iktisadi kırılganlıkları beraberinde getirdi. Her ne kadar uluslararası kuruluşlar ve münferit olarak devletler ekonomik darboğazı aşma yolunda adımlar atmaya çalışsa da eldeki verilerin lehte olmadığı açık.
Öyle ki Uluslararası Finans Enstitüsü’nün yayınladığı “Küresel Borç Monitörü” raporuna göre küresel borçlanma, 305 trilyon doları bularak tarihin zirvesine ulaştı. Yani, bu düzeyde borçlanma miktarına erişen bir sistemde geleneksel büyüme oranlarına erişmek en azından kısa vadede muhtemel görünmüyor. Birçok ülkenin yüksek enflasyon oranlarıyla baş etmek durumunda kaldığı bu süreçte, belki de gündemi en çok meşgul eden konu enerji krizi ve 2023’te enerji kırılganlığı ile tetiklenebilecek iktisadi kaos.
İktisadi kırılganlığın göz ardı edilemez vaziyet alması ile beraber, 6 Temmuz Çarşamba günü AB Parlamentosu, doğal gaz ve nükleeri çevresel açıdan sürdürülebilir enerji kaynakları olarak belirlemek için oy kullandı. 278 Milletvekili nükleer ve gaza yeşil etiket verilmesine karşı oy kullandı ve komisyonun teklifini veto etmek için gereken 353 MEP’in salt çoğunluğunun gerisinde kaldı. Yeni onaylanan AB sınıflandırmasına göre, 2030 yılına kadar inşa edilecek yeni nükleer ve gaz yakıtlı santraller, petrol ve kömür gibi daha kirli fosil yakıtların yerine kullanıldıkları sürece, geçiş dönemi enerji kaynağı olarak kabul edilecek.
Oylama, yeni gaz santrallerinin, sınırlı bir süre için ve yalnızca bu tesisler kömürle çalışan istasyonların yerini aldığında, çevresel, sosyal ve yönetişim yatırımcılarının para havuzundan yararlanabileceği anlamına geliyor. Oylamanın nükleer enerji lehine sonuçlanması, aynı zamanda, Fransa gibi ülkelerin Rus fosil yakıtlarının değiştirilmesi için çok önemli bir düşük karbonlu enerji kaynağı olarak lanse ettiği ancak Ukrayna’nın Rus işgali öncesi çekişmeli bir mevzu olan ve Avrupa’nın genel hatlarıyla mücadele ettiği nükleer sektörüne bir destek görevi görecek olduğuna işaret ediyor.
Oylamada çıkan sonucun, bloğun yürütme organı olan ve geçen yılın sonlarında teklifi ilk kez tartışan Avrupa Komisyonu için bir rahatlama olduğunu söylemek mümkün. Zira nükleerin taksonominin dışında tutulması ihtimali, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini takiben artan fiyatlar ve azalan arz tehdidi karşısında gazın geçiş yakıtı olarak rolünün sorgulanmaya başlamasına ve haliyle nükleerin bertaraf edilmesinin ya da bu sürecin ivedi ile gerçekleşmesi tezinin popülarite kaybetmesine sebep olmuştu.
Akkuyu Nükleer Güç Santralı
Nükleerin yeşil taksonomi kapsamına alınması, Türkiye ve Akkuyu Nükleer Güç Santralı için de önem arz ediyor. 12 Mayıs 2010’da Mersin’de, Rusya tarafından yapımının ve yönetiminin üstlenildiği dört reaktörlü ve 4800 MW kurulu güç kapasitesine sahip nükleer santralin temelleri atıldı. Türkiye’nin ilk nükleer santrali olması özelliği taşıyan projenin tamamen işlev kazandığı takdirde ülke elektrik ihtiyacının %10’unu karşılayabileceği projeksiyonlar mevcut. Yaklaşık 20 milyar dolara mal olacak projenin ilk reaktörünün 2023 yılında devreye alınması bekleniyor. Takip eden yıllar içerisinde de her yıl bir reaktörün aktif hâle getirilmesi planlanıyor.
İleri teknoloji ile donatılan tesisin ekipman temini Rusya’dan yapılırken, Türk şirketleri de inşaat sürecinde öne çıkıyor. Buna ek olarak, santralde görev alması için sayıları yaklaşık 300’ü bulan Türk öğrenci de Rusya’da lisans ve lisansüstü eğitimi alıyor. Bu bağlamda değerlendirildiğinde Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi oldukça yüksek maliyetiyle öne çıkarken enerji üretimi konusunda ise oldukça verimli olması bekleniyor. Peki ya Akkuyu Nükleer Güç Santrali gerçekten ne vaat ediyor?
Öncelikle şu unutulmamalıdır ki kalkınmanın en önemli koşullarından biri enerjidir. Endüstriyel büyümenin bir dengeye oturması ve sürdürülebilir koşullarda işlemesi o ülkenin ekonomik ve siyasi yapısını da olumlu yönde etkileyecektir. Bu bağlamda endüstrisini sürekli besleyebilen bir enerji arzının oluşması kritiktir. Mevcut koşullarda ise bunun oldukça kırılganlaştığı, sürdürülebilirlikten uzak ve hatta iklim krizi açısından değerlendirildiğinde yıkıcı etkileri olan bir sürece dönüştüğü açıktır. Bu yüzden yeni kalkınma modellerinin temelinde sürdürülebilirlik esastır.
Yenilenebilir enerji kaynakları bu modellerin ana damarını oluştururken, nükleer enerji de hâlâ tartışmaların gündeminde yer almaktadır. Örneğin, Avrupa Birliği bu konuda ikiye ayrılmıştır. Fransa’nın öncülüğündeki bir grup AB ülkesi nükleer enerjinin karbon nötr bir gelecekte yer almasını savunurken; nükleer tesislerinin neredeyse hepsini kapatmış Almanya ise yenilenebilir kaynaklarının yaygınlaşarak, yatırımların artmasını destekliyor. Geçtiğimiz ay ise AB Parlamentosu nükleer enerji ve doğal gazı çevresel açıdan sürdürülebilir olarak sınıflandırdı ve yatırımlar için meşruiyet kazandırdı.
Fakat, nükleer enerji anlayışında yeni gelişmeler mevcut. Mesela büyük proje ve yatırım gerektiren tesislerin aksine küçük ölçekli ve modüler modellerin yeni süreçte yaygınlaşması bekleniyor. Ayrıca bu enerjilerin geçiş sürecinde kullanılacağı ve gelecek vizyonunda olmadığı da vurgulanıyor. Burada öne çıkan esas konu ise nükleer enerjiye aktarılacak kaynakların yenilenebilir enerji yatırımlarının önünü tıkaması. İşte Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin sorunlu olarak görüldüğü konu da bu.
Akkuyu için Rusya’ya verilen imtiyazların piyasa dengesini olumsuz yönde etkileyeceği; enerji bağımsızlığının aksine Rusya’ya daha da bağımlı hale gelineceği; santralin ürettiği enerjiye verilen alım garantisinin arz fazlası yaratacağı; çevreye verilecek hasar konusunda bir sorumlunun henüz netleşmediği; son olarak, nükleer atık bertarafının gelişmiş ülkelerde bile çözümü bulunmadan Türkiye’de uygulanmasının oldukça sorunlu görüldüğü tartışmalarda hâkim görüşler olarak öne çıkıyor. Yani, Akkuyu Nükleer Güç Santrali Türkiye’ye çözümlenmesi güç sorunlar vaat ediyor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz her geçen gün katlanarak artıyor. İç politikada artık yönetilemez hale gelen enflasyon, kur dalgalanmaları, dış borçlanma ve bunların üzerine gelen otoriterlik eğilimleri Türkiye’nin uluslararası sistemde yatırım yapılabilir bir merkezden uzaklaşmasına sebep oluyor. Bu minvalde, Türkiye’nin kredi risk primi (CDS) 2003 yılından bu yana doruğuna ulaşmış durumda. Bu demek oluyor ki Türkiye artık yatırım riski yüksek olan bölgelerden biri. Yani bu şartlar altında Türkiye zaten kalkınma programlarını planlamak adına uluslararası desteklerden uzaklaşırken, Akkuyu Nükleer Güç Santrali ile daha kompleks bir yapıya kavuşuyor.
Halbuki Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyeline ve bu piyasaya olan ilginin arttığı bir düzende Türkiye, daha bağımsız ve sürdürülebilir bir enerji sistemi kurmayı tercih edebilirdi. Aksine, yap-işlet-sahip ol sistemi ile Rusya’ya olan bağımlılığın arttığı ve riskleri yüksek olan bir yol tercih edildi. Hem uluslararası sistemde hem de bölgesel olarak oldukça saldırgan politikalar izleyen, şeffaflıktan ve denge-denetlemeden uzak ayrıca politik risk hesaplamaları bakımından güvenilirliği sorunlu olan Rusya ile bu tür bir işbirliğinin ne kadar optimal olduğu tartışmalıdır. Muhtemeldir ki Türkiye’nin uzun yıllar süren ve bir tür “Kızıl Elma” ülküsüne dönüşen nükleer enerji tesisi kurma hayali ancak bu şartlarda ve Türkiye’nin aleyhine kullanılabilecek bir düzende faaliyete geçirilebilirdi.
Sonuç olarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve kalkınma problemlerine uzun vadeli, programlı ve sürdürülebilir bir şekilde bakmadığı görülüyor. Günü kurtarmaya yönelik ve politik hırslarla atılan her kalkınma hamlesi öyle ya da böyle zarar getirecektir. Her ne kadar hem uluslararası sistem hem de Türkiye’nin en büyük ekonomik ortağı Avrupa Birliği yeni tür kalkınma modelleri üzerine mutabakat sağlamasa da Avrupa ülkeleri bu süreçlere bütüncül yaklaşarak ortak akıl geliştiriyorlar. Muhtemeldir ki Akkuyu Nükleer Güç Santrali önümüzdeki aylarda büyük bir kalkınma hamlesi olarak açılışı yapılacak, Türkiye’nin enerji sorununa kesin bir çözüm olarak sunulacak ve hatta belki de “yerli ve milli” olarak lanse edilecektir. Fakat, Akkuyu’nun Türkiye’ye vaatleri bunlardan çok uzaktır.
Fotoğraf: Nicolas HIPPERT