[voiserPlayer]
Asterisk2050 Projesi uzun bir süredir Türkiye’deki iklim politikalarını, küresel iklim politikaları eğilimlerini ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi iklim değişikliğine yönelik eylemde bulunan aktör ve ajandaları takip ediyor. Asterisk2050 projesi ile iklim politikaları genelinde ve Avrupa Yeşil Mutabakatı özelinde rasyonel bir tartışma zemini yaratma çabasındayız. Bu süreçte konu ile ilgili raporlar, bültenler ve mülakatlar yayınladık. Elde ettiğimiz bulgular ise Türkiye’de iklim politikalarına olan ilginin arttığı, iklim krizi karşısında bütüncül politika üretmenin önemsendiği ve daha önce seçmen davranışlarında görmekte zorlandığımız fakat son araştırmalarda iklim krizi karşısında hareket bekleyen bir taban oluştuğudur. Peki, 14 Mayıs Pazar günü yapılacak olan seçimlerde siyasi partiler bu gelişmeler karşısında ne yapıyor?
Türkiye’deki siyasi iradenin iklim politikaları konusundaki tutumu uzun yıllar boyunca ya tamamen sessiz kalmak ya da küresel gelişmeleri uzaktan takip etmek üzerine kuruluydu. Bu durumun en açık göstergesi Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı kabul etmekte direnç göstermesidir. Bu tercihin arkasında çeşitli diplomatik nedenlerin olduğu söylenebilir, ancak bu konuların ilgili kamu kurumları ve sivil toplum dışında tartışılmaması, iklim politikalarının etkisiz kalmasına yol açtı. Ayrıca, iç politikada iklim krizinin tartışılması özellikle Gezi olayları sonrasında oldukça marjinalleştirildi ve güvenlik odaklı bir yaklaşım benimsendi.
Bu nedenle, Türkiye’de doğa haklarını savunmak ve iklim krizini tartışmak oldukça sınırlı bir alana taşındı. Bu koşullar altında iklim politikaları, günlük siyasi kaygılar, demokratik ve ekonomik krizler ile toplumsal kutuplaşma gibi konuların önüne geçemedi. Bunlara rağmen, 14 Mayıs seçimleri öncesinde bazı siyasi partilerde iklim politikalarına yönelik gözle görülür değişiklikler ve vaatler tespit edebiliyoruz.
Öncelikle, 14 Mayıs 2023 genel seçimleri Türkiye’deki iklim politikaları açısından kritik bir dönüşüm olarak nitelendirilebilir. Zira, daha önce siyasi partilerin gündelik ve kısa vadeli politika önerilerinin aksine bu seçimler öncesinde partileri bütüncül ve kapsayıcı politika üretme çabası içerisinde görüyoruz. Seçimde öne çıkan Cumhur ve Millet İttifakları iklim politikaları açısından farklı senaryolar sunmaktalar. Öncelikle halihazırda hükümette olan Cumhur İttifakı’na bakalım.
Cumhur İttifakı’nın seçim süresince iklim politikalarına yönelik söylemlerini tespit etmek zor. Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin temel metinlerinde kömürden çıkış, döngüsel ekonomi, sürdürülebilir kalkınma ve iklim göçü gibi başlıklara pek rastlanmıyor. Bu sebeple hükümet yetkililerinin söylemlerine bakmak gerekiyor. Fakat, seçim öncesinde bahsedilen alanlardaki beyanatlardan ziyade, kimlik siyaseti, güvenlik, savunma sanayi, fosil yakıtlara dayanan enerji arama ve keşfetme gibi konuların iklim politikalarına alan bırakmadığı görülüyor. Cumhur İttifakı’nın iklim politikalarına yönelik pozisyonunu 27. Taraflar Konferansı’nda sunulan ulusal katkı beyanından takip edebiliriz. Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı 2015’te verilen %21 emisyon artışından azaltma taahhüdünü %41 olarak güncelledi. Çoğu sivil toplum örgütü ve akademisyenlere göre bu ulusal katkı beyanı, Türkiye’nin emisyonlarını artıracağı yönünde yorumlandı ve yeterli bulunmadı. Bölgesel olarak Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum sürecinde çeşitli girişimler olduğu biliniyor. İklim Değişikliği Başkanlığı’nın Emisyon Ticaret Sistemi’ne (ETS) hazırlandığı ve önümüzdeki dönemde Türkiye’de de uygulanmaya başlanacağına dair açıklamalar mevcut. Fakat, hükümet politikalarında bu söylemlerin şu ana kadar seçim sürecinde dile getirilmemesi, yine bu politikaların gelecek dönem ajandasında yer almakta güçlük çekeceğine işaret ediyor.
Millet İttifakı’nın ise iklim politikalarına yönelik kayda değer politika ve söylem ürettiği tespit edilebilir. İklim değişikliğine yönelik küresel eğilimlerin takip edilmesi, diplomatik yolların aranması, net sıfır emisyon politikalarının güncellenmesi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum sürecinin kolaylaştırılması gibi önemli hedefler mevcut. Bu politikaların sanayi ve teknoloji gibi sürdürülebilir kalkınma alanında yoğunlaşması; iklim kanunu gibi yeşil dönüşümü destekleyen doğa haklarını gözetmesi; adil dönüşüm, iklim finansmanı ve enerji verimliliği gibi ekonomi temelli politikaları benimsemesi iklim değişikliği mücadelesi açısından oldukça önemlidir.
Bunların yanında Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklamalarda iklim değişikliğine bütüncül bir perspektifle yaklaştığı söylenebilir. Örneğin, iklim göçünün Türkiye’nin geleceğinde önemli bir problemi olduğunu vurgulayarak, Türkiye’deki sığınmacı krizine bu açıdan yaklaşmaktadır. Bir diğer örnekte ise Kemal Kılıçdaroğlu yenilenebilir enerjinin yeni bir sanayi devrimi olduğunu açıklayarak, Türkiye’yi bu alanda enerji depolama, işleme ve dağıtım merkezi haline getirmeyi, Türkiye’yi fosil yakıt uygarlığından yenilenebilir enerji toplumuna dönüştürmeyi hedeflediğini belirtmiştir. Bu dönüşümle birlikte Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’yi iklime dirençli bir ülke yapma çabası içinde olduğu görülüyor. Yani, Millet İttifakı varolan iklim politikalarının aksine, bölgesinde ve uluslararası alanda daha aksiyoner bir tavır belirlediğinin sinyallerini veriyor. Bu tercihin sebeplerinden biri de Türkiye toplumunun daha talepkâr bir tutuma girmesi olabilir.
Türkiye’de son yıllarda artan taban talebi de son araştırmalarda dikkat çekiyor. Konda’nın 2018’den bu yana her yıl düzenli olarak sunduğu “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri” raporu bu yıl önemli bulgular içeriyor. Bu rapora göre Türkiye toplumunun iklim farkındalığı ve endişesi hiç olmadığı kadar yükselmiş, net-sıfır karbon emisyonlarını destekleyenlerin sayısı bir hayli yükselmiştir. Bununla birlikte, Türkiye toplumunda yenilenebilir enerjiye ilginin arttığı, kömür ve fosil yakıtların iklim krizine katkıda bulunduğu ve ormansızlaşmanın iklim kriziyle ilişkilendirilmesi bu raporda yinelenmiş.
Bu raporu değerli kılan bir diğer bulgu ise iklim politikalarının her üç kişiden birinin oy verme davranışını etkilediğidir. Bu nedenle, geçmiş yıllarda siyasi partilerin iklim politikaları konusunda eylem almamasının en önemli sebeplerinden biri olan taban talebinin arttığı söylenebilir. Yani, önümüzdeki dönemde Türkiye’deki iklim politikalarının hız kazanması, siyasi tartışmalarda daha fazla yer bulması ve politika yapım süreçlerine dahil edilmesi muhtemeldir. Fakat, yukarıda bahsedilen ittifak senaryolarının bununla doğrudan ilişkili olacağı görülmekte ve gelecek vizyonlarının toplumsal taleple örtüşmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin önümüzdeki pazar günü yapılacak seçimlerde iklim politikalarına iki ayrı patikadan yürüyeceği görülüyor. Cumhur İttifakı’nın ideoloji, kimlik ve güvenlik siyasetinin arasında iklim politikalarının yer bulmada zorlandığı anlaşılıyor. Öte yandan, Millet İttifakı’nın söylemlerinde iklim politikalarının detaylandırıldığı, sürdürülebilir kalkınma için alan açıldığı ve doğa haklarının ön plana alındığı bir süreç takip ediliyor. Sonuç ne olursa olsun seçim sonrasında takip edilecek bu patikaların Türkiye’deki iklim politikalarında yeni bir süreç başlatacağı açık.
Fotoğraf: Thomas Richter