[voiserPlayer]
2021’in Nisan ayından beri kapıda olan savaş, 24 Şubat’ta başladı ve 3 Haziran’da 100. gününü geride bıraktı. Peki, savaşın başında tahmin edildiği gibi Rusya, Kiev’i üç günde aldı mı? Veya Batı bloğu, yaptırımlarıyla Rusya’yı ekonomik olarak felç edebildi mi? NATO, işgale karşı konsolide oldu mu? Putin, Rus İmparatorluğu’nu geri mi getirecek? Ukrayna dahil tüm ülkeler, kendi kaderini tayin edip istediği örgüte girebilir mi? Rusya gazı keserse AB ye ne olur? Bu gibi sorulara belki de yavaş yavaş cevap verebiliriz.
Kiev Düşmedi, Büyük İhtimalle Düşmeyecek
Dünyanın en büyük ikinci askeri gücü olarak anılan, füze ve tanklarıyla ülkeleri ezip geçebilecek efsanevi Rus ordusunun o kadar da efsanevi olmadığı savaşta anlaşıldı. Rusya ile Ukrayna orduları karşılaştırıldığında hem sayı hem de kalite olarak ABD dahil birçok ülke Kiev’in birkaç gün içinde düşeceğini tahmin etti. Rus ordusu Belarus, Sumi ve Kharkiv üzerinden Kiev’i kuşattı, hatta hemen yakınındaki İrpin’e geldi, fakat başkent düşmedi. Rusya’nın yıldırım saldırısı başarılı olmadı ve Nisan ayında Rus ordusu Kiev bölgesinden tamamen geri çekildi.
Batı bloğu bunu Ukrayna’nın direnişi olarak adlandırırken Rusya bunu taktiksel bir geri çekilme olarak açıkladı. Rus ordusunun savaşı hızlıca bitireceği yönünde konuşmalar yapan analistler, geri çekilmeyle Rusya’nın aldatmaca yaptığını belirtse de Rusya’dan gelen açıklamalara göre savaşın ilk safhası tamamlanmıştı: Rusya, Kiev ve çevresindeki Ukrayna alt yapısını istediği gibi felç etmişti ve şimdi asıl odak olan doğuya ilerleyecekti.
Bugün düşünüldüğünde Rusya’nın sadece alt yapı ve silah depolarını vurmak için çok sayıda asker ve tank gibi önemli aracı kaybetmeyi uygun görmesi mantıklı gelmiyor. Rusya halihazırda füzeyle istediği birçok yeri vuruyor. Bununla birlikte Rusya, ordularını doğuya çekerek savaşın ikinci aşamasını başlatmış oldu ama hala yüzde yüz bir şekilde hava hakimiyetini sağlamış değil.
Ukrayna – Rusya Savaşı’nın 100. gününde:
- Rusya, Ukrayna topraklarının yüzde 20’sini ele geçirdi.
- Ukrayna kaynaklarına göre Rusya şu ana kadar 30 bin ile 35 bin arasında asker kaybı yaşadı (rakamların abartı olma ihtimali yüksek).
- Ukrayna’da bir günde ortalama 500 asker yaralanıyor ve 100’den fazla asker hayatını kaybediyor.
- 24 Şubat’tan itibaren 10 binden fazla sivil hayatını kaybetti.
- En az 5 milyon Ukraynalı mülteci konumuna düştü.
- İki ülkenin tahıl üretimi küresel pazarın %30’unu karşıladığı için gıda krizi yolda.
- Ukrayna’nın savaş nedeniyle kaybı en az 600 milyar dolar.
- Rusya, dünyadaki 195 ülkeden 141’i tarafından kınandı fakat ancak yalnızca 30 kadar ülke Rusya’ya ekonomik yaptırım uyguladı.
- 3.5 milyon Ukraynalı mülteciyle en fazla mülteci alan Avrupa ülkesi Polonya oldu.
Dünyanın En Çok Yaptırıma Maruz Kalan Ekonomisi Hala Ayakta
Tarihi boyunca ekonomik yaptırımlar altında zor koşullarda yaşamayı bilen Rus halkı, bugün tekrardan dünyanın en fazla yaptırıma maruz kalan ülkesi. Putin Rusya’sı Batı önderliğinde büyük bir ekonomik ambargo ile karşı karşıya ve savaşın başından beri Rusya’nın ekonomik olarak 1990’lara döneceği konuşuluyor. Fakat ekonomik göstergeler, Moskova’nın dimdik olmasa da halen ayakları üzerinde durduğunu gösteriyor. Hatta, Moskova’ya yapılan yaptırımlar AB ve ABD gibi ülkeleri de derinden etkiledi. Bunun yanında AB, Moskova’nın asıl motor gücü olan Rus gazından kurtulabilmiş değil. Yani Batı cephesinde işler ekonomik anlamda beklendiği gibi gitmiyor.
Mart başında 1 dolar karşılığında 130’ları bulan ruble, Mayıs ayında 60’ın altına indi, yani çok büyük oranda değer kazandı. Ayrıca Rus Merkez Bankası, yaptırımlar başladığında yüzde 20’ye çıkardığı faiz oranını yakın zamanda üçüncü faiz indirimiyle yüzde 11’e çekti (savaş başında faiz oranı %9,5 idi). Kur olarak ruble, son 7 yıldaki en iyi performansına ulaştı, Rusya ele geçirdiği şehirlerde alt yapı, ulaşım ve yerel ekonomiyi hareketlendirecek imkanlar yarattı. AB’li büyük enerji firmalarının bazıları gazı ruble ile ödemeyi kabul etti ve farklı enerji şirketlerinin de ruble ile ödemeye katılması bekleniyor. Ödemeyen ülkelerin doğal gazları ise Rusya tarafından kesildi. Mevcut durumun devam etmesi halinde Rusya kadar Avrupa ülkeleri için de gelecek kış oldukça zorlu geçecek.
NATO Yarın, Bugünden Daha Zayıf Olabilir
Savaş başladığı günden itibaren Rusya’nın Ukrayna saldırısının 70 yıllık NATO’yu uyandırdığına yönelik birçok yorum yapılıyor. Bunun doğru olması bir yana, NATO’nun bir bütün olarak Rusya’ya karşı durduğunu söylemek zor. NATO ülkeleri bireysel olarak Rusya’ya tavırlarını koyuyor. Özellikle Baltık ülkeleri, İngiltere, ABD ve Polonya gibi ülkeler, Rusya’ya pençe atsa da NATO’nun bir bütün olarak Rusya karşısında ne kadar etkin bir organizasyon olduğu hala meçhul.
NATO’nun büyük ülkeleri Almanya, Türkiye, Fransa ve İtalya ise Rusya’ya karşı ABD ve İngiltere kadar sert değil. Olmamalarının sebebi de oldukça açık. Bu ülkeler, Rusya ile karşılıklı bağımlı ülkeler. Özellikle Türkiye, NATO içindeki askeri güç olarak Rusya’ya karşı hiçbir yaptırıma katılmadı ve şu an Ukrayna – Rusya ikilisi arasında diplomatik buluşmalara ev sahipliği yapabilecek ülke olarak avantajını koruyor.
NATO cephesi Ukrayna’daki savaş içinde görünürde birleşmiş olsa da ekonomik koşullar nedeniyle Avrupa Birliği, savaşın uzaması fikrine İngiltere ve ABD kadar sıcak değil. Çünkü, ekonomik olarak yaptırımlar en çok Avrupa Birliği’ni etkiliyor. ABD ve İngiltere için ise savaşın devam etmesi Rusya’nın Ukrayna bataklığında batması demek. Bu nedenle, Ukrayna’ya her türlü silah ve para yardımı yapılıyor.
Putin, Rus İmparatorluğu’nu Geri Getirir mi?
Ekim devrimiyle yıkılan Rus İmparatorluğu, Putin için Sovyetler Birliği’nden daha uygun bir geçmiş sunuyor. Savaştan önce iki kez halka seslenen Putin, iki seferinde de Sovyetler Birliği’nde yapılan hatalara birçok kez dikkat çekti; Ukrayna savaşının nedenlerinden bahsederken de Lenin ve Kruşçev’in politikalarını eleştirdi. Milliyetçi devlet kapitalizmi ile yönetilen Rusya, Sovyetler’deki gibi işçilere dayalı bir yönetim kurmaktansa güçlü, otoriter, güvenlik öncelikli bir Rusya Federasyonu’nu tercih ediyor. Fakat savaşta güç üstünlüğüne rağmen verilen kayıplar, Rusya’nın sert güçle herhangi bir imparatorluk oluşturma ihtimalini neredeyse ortadan kaldırıyor. Fakat akıllı güç denilen yumuşak ve sert güç birleşimi diplomasi ile, Ukrayna hariç, Rusya’nın yörüngesinden ayrılabilen bir ülke neredeyse yok. Rus İmparatorluğu ve Sovyetler’deki eksik kısımlar olan Doğu Avrupa ülkeleri ise bu savaştan sonra ‘kesin’ bir şekilde NATO’nun parçası.
Ülkeler Kendi Kaderini Tayin Edebilir Mi?
Ukrayna savaşı yıllardır ABD himayesindeki tek kutuplu Batılı liberal düşünceler karşısında, devletlerin uluslararası sistemdeki ana aktör olduğu ve sert gücün hala masada olduğunu kabul eden realist bakış açısının varlığını gösterdi. Barış-ticaret-diplomasi sistemi, belki hiç almadığı kadar büyük yara aldı. Görüldü ki devletler, özellikle otoriter devletler, hala kendi çıkarını maksimize etmeye çalışacak şekilde hareket edebiliyor. Füzeler, askerler, tanklar hala dünyamızdaki önemli ve maalesef vazgeçilmeyecek olgular.
Rusya’nın savaşı başlatması uluslararası hukuk namına da dünya politikasına büyük bir demir yumruk vurdu. Devletlerin bağımsızlığı ve egemenliği denilen kavramlar sakız gibi çiğnendi ve bunun üstüne dünyada barışı korumakla yükümlü Birleşmiş Milletler tarihteki gibi işe yaramaz olduğunu kanıtladı. Bu savaş uluslararası sistemin ne kadar kırılgan olduğunu tekrardan gözler önüne serdi. Dünya 1900’lerin başındaki gibi tekrardan bir milliyetçilik ve otoriterlik evresine giriyor olabilir. Özellikle Asya’daki otoriter yönetime sahip devletlerin küresel sisteme ortak olmaya başlaması demokrasi olgusunu tehlikeye atıyor.
Peki böyle bir ortamda, her bağımsız ve egemen ülke, gerçekten dış siyasetten ayrı olarak kendi kaderini tayin hakkına sahip mi? Uluslararası sistem ve hukuka göre sahip olsa da realitede görüldüğü üzere çıkarlar ve dış politika, buna tam anlamıyla izin vermiyor. Bu durum tek taraflı da değil. Her ne kadar Kazakistan veya Gürcistan’ın NATO’ya girmesi mümkün değilse de Meksika veya İsrail’in de Rusya önderliğinde oluşturulan bir yapıya girmesi mümkün değil.
Rusya’dan Bağımsız Bir Avrupa Birliği Mümkün Mü?
Avrupa Birliği şüphesiz bir şekilde küresel siyasetteki en önemli aktörlerden biri. Demokrasi ve ekonomi yapı taşlarına sahip Birlik, kendi kendine yeten bir organizasyon gibi görünse de dünyanın coğrafi olarak en büyük ülkesi olan Rusya ile her zaman büyük ticari ilişkilere sahip oldu. Güçlü sanayi için temel madenlere sahip Avrupa Birliği, çarkların dönmesi için yoğun bir şekilde ham maddeye ihtiyaç duyuyor. Bu denklemde Rusya çok önemli fakat güvenilmeyen bir partner olarak yerini alıyor.
Avrupa Birliği şu ana kadar Rusya’ya 6 kez yaptırım paketi açıkladı. Bu paketlerde Rusya’yı dünya bankacılık sektöründen tamamen çıkarma, ticareti engelleme, Putin ile yakınlık gösteren tüm oligarkların varlıklarına el koyma, Rusya Merkez Bankası’nın rezervlerini dondurma gibi birçok önemli yaptırımlar, Rusya’yı savaştan alıkoymak için uygulandı. Fakat ne olursa olsun Rus gazının satın alımına yönelik tam kapsamlı bir yaptırım getirilemiyor çünkü Avrupa Birliği de farkında ki Rus gazının muadilini bulmak imkânsız.
Rus gazından bağımsız olmaya karşı birçok çözüm yolu tartışılsa da sunulan çözümlerin hiçbiri gerçekçi görünmüyor. AB’nin Rus gazını bırakmak için 3 yolu var: tekrardan enerji olarak kömürün kullanılması, tam anlamıyla yeşil enerjiye geçiş veya nükleer ile enerji üretimi.
İlk seçenekteki kömüre dönme opsiyonu doğal gazın evlerimize ve fabrikalara dönmesiyle neredeyse imkânsız hale geldi. Bunun yanında kömür çevreye çok büyük oranda zarar veriyor. Bu nedenle ilk seçenek zor görünüyor.
İkinci seçenekteki yeşil enerji konusu, maalesef bahsedildiği kadar basit bir yöntem değil. Uzmanlar, yüzde 100 yeşil enerjiye geçişin nerdeyse imkânsız olduğundan bahsederken yeşil enerji ile yüksek kapasiteli sanayiye ulaşılmasının da on yıllar alması bekleniyor. Avrupa, bu kadar yıl boyunca enerjisiz kalamaz.
Üçüncü seçenek ise nükleer reaktör kullanımıyla enerji üretimi. Avrupa Birliği’nde nükleer reaktör gücü açısından Fransa, öncü ülke olarak geliyor fakat diğer Avrupa ülkelerinde son yıllarda yeşil enerjiye geçiş aşaması olarak birçok nükleer reaktör kapatıldı. Nükleer dikkatli bir yönetişim ile enerjideki açığı en iyi kapatabilecek seçeneklerden biri. Fakat nükleer atık, çevreye büyük zararlar veriyor ve şu anlık buna kesin bir çözüm bulunabilmiş değil.
Fotoğraf: Ahmed Zalabany