[voiserPlayer]
Latin Amerika’nın krizlerle boğuşan ülkesi Venezuela’da pazar günü Parlamento seçimleri gerçekleştirildi. Muhalefetin büyük çoğunluğu, özgür ve adil olmadığı gerekçesiyle seçimleri boykot kararı alarak yarışa dahil olmadı. Resmi sonuçlara göre seçimlere katılım oranı %31 ile sınırlı kaldı. Maduro’nun liderliğindeki GPP, oyların %67’sini alarak Meclis’te çoğunluğu kazanan parti oldu.
Muhalefetin boykot ettiği bu seçimleri, ABD başta olmak üzere pek çok ülke tanımayacağını önceden duyurdu. Bu hafta Guaido liderliğindeki muhalefet, Maduro’nun parlamento seçimlerine karşı, “conlsulta popular” adını verdikleri bir oylama süreci düzenlemeyi planlıyor. Ülkedeki mevcut siyasi kriz, parlamento seçimleriyle yeni bir boyut daha kazanmış oldu. Seçimlerin ne tür sonuçlar doğuracağını tartışmadan önce, bu noktaya nasıl gelindiğini kısaca özetlemekte fayda var.
2015 yılında yüzde 74 katılımla gerçeklesen bir önceki parlamento seçimlerinde, MUD (Demokratik Birlik Masası) çatısı altında birleşen muhalefet, oyların 2/3’unu kazanarak Maduro’ya ezici bir mağlubiyet yaşatmış, bu durum iktidar cephesinde ciddi bir krize yol açmıştı. İktidarı tehlikeye düşen hükümet, o tarihten itibaren giderek daha da otoriterleşen bir çizgi çizmeye başladı. İktidar ilerleyen dönemlerde özellikle Anayasa Mahkemesi dahil yargı üzerinde kurduğu baskı ile muhalefetin önüne çeşitli engeller çıkarttı. Kimi muhalif liderler sorgusuz sualsiz hapse atılırken, kimileri de partilerinden ve seçimlerden men edildi. Pek çok muhalif siyasetçi ülkeyi terk ederek başka ülkelere iltica etti. Yine Maduro yönetimi, 2017 yılında Kurucu Meclis adı altında paralel bir meclisle muhalefetin çoğunlukta olduğu Meclisi etkisiz hale getirmeye çalıştı. 2018 yılında düzenlenen başkanlık seçimleri benzer gerekçelerle muhalefet tarafından boykot edilmiş, Maduro’nun secim zaferi içeride ve dışarıda meşruiyet tartışmalarına yol açmıştı. Seçimlerin hemen ardından muhalefet lideri ve Ulusal Meclis Başkanı Guaido, Maduro’nun Başkanlık koltuğunu hukuksuz bir şekilde gasp etiğini iddia ederek, geçtiğimiz yıl ocak ayında kendisini geçici başkan ilan etmiş ve bu karar, ABD başta olmak üzere elliden fazla devlet tarafından desteklenmişti.
Parlamento seçim sonuçları mevcut düzeni nasıl etkileyecek?
Bu seçimle birlikte 2015’ten bu yana muhalefetin çoğunlukta olduğu Ulusal Meclis, iktidar partisinin kontrolüne geçecek. Maduro, iktidarını ülke içerisinde daha da konsolide edecek ve bütün erklerin kendi kontrolü altında toplanacağı tek adam rejimini tam anlamıyla tesis edecek. Bu yönüyle Venezuela, tıpkı Küba ve Nikaragua’daki rejimlere benzer tam konsolide otoriter bir yönetime dönüşmüş olacak. Yeni parlamento düzeninde iktidar, istediği uluslararası anlaşmaları ve kanun tasarılarını herhangi bir engele takılmadan geçirebilecek. Geçtiğimiz yıl karşı karşıya kaldığı meşruiyet sorunu ve rejim elitleri cephesinde yüzleştiği sıkıntıları parlamentoyu kazanarak bir ölçüde aşmış olacak. Son tahlilde, Maduro bu döneme kadar baskı ve çeşitli manipülasyonlarla ayakta tuttuğu rejimini, orduyla güç paylaşımı içerisinde sürdürmeye devam edecek.
Öte yandan, muhalefet bu seçimlerin baştan geçersiz olduğu ve bu şartlar altında 2015 Meclisinin yetkilerini korumaya devam edeceği savını işlemeye devam edecek. ABD’nin yanı sıra, bazı Avrupa ve Latin Amerika ülkeleri seçim sonuçlarını tanımayacaklarını, lider olarak Guaido’yu desteklemeye devam edeceklerini seçimlerden hemen önce duyurdu. Bu nedenle, iktidar partisinin kazandığı “zafer” Maduro’nun uluslararası alanda evvelce kaybettiği meşruiyeti geri kazanmasına imkân vermeyecek. Maduro yönetimi, Çin, Rusya, Iran, Türkiye, Bolivya ve Küba gibi devletlerin desteğiyle uluslararası alanda sınırlı meşruiyetini devam ettirmeye çalışacak.
Her hâlükârda, mevcut iktidar ülkede devam eden ağır ekonomik kriz, enflasyon, kıtlık vs. gibi acil çözüm bekleyen kronik sorunlara müdahale etme noktasında yine çaresiz kalacak. Özellikle ekonomi yönetimindeki beceriksizliklerini ve hatalarını, her zamanki gibi dış güçlerin müdahalesine ve muhalefetin buna payanda olmasına bağlayarak sorumluluğu üzerinden atmaya çalışacak.
Peki, Venezuela halkı olan biten hakkında ne düşünüyor? Halkın yüzde 12-15’lik kısmı kendini Chavista (Chavez destekçileri) olarak tanımlarken, yüzde 30’luk kısmı Guaido ya da diğer muhalefet liderlerini destekliyor. Geriye kalan büyük bir kitle ise kendini bağımsız olarak nitelendiriyor. Ülkede Maduro’nun yönetiminden memnun olmayanların oranı yüzde 80’in üzerinde. Halk nezdinde, yaşanan ekonomik krizin ilk sorumlusunun mevcut Maduro yönetimi olduğu konusunda tereddüde mahal bırakmayacak şekilde bir görüş birliği var.
Yine Maduro iktidarı, kurumların ve seçim sisteminin altını oyarak, halkın demokrasiye olan inancını ve güvenini tam anlamıyla sarsmış vaziyette. Seçime katilim oranlarının da gösterdiği üzere, halk artık seçim ve referandum yoluyla iktidarın değişebileceğine ve ülkenin kronik sorunlarının çözülebileceğine inanmıyor. Mutat aralıklarla ortaya çıkan darbe iddiaları ve ABD destekli dış müdahalelerin kaynağı da buraya dayanmakta. İçeride sorunun çözülemeyeceğini düşünen insanlar, çareyi dışarıdan gelecek bir müdahaleden bekliyorlar.
Muhalefet cephesinde de resim pek iç açıcı değil. Geçen yıl büyük bir heyecanla kendini geçici başkan olarak duyuran Guaido’ya olan destek ise giderek zayıflamış, yüzde 30-35’e kadar düşmüş vaziyette. Muhalefetin kendi içerisinde bölünmüşlüğü de ayrı bir tartışma konusu. Yeni parlamentonun görevine başlayacağı 5 Ocak 2021 tarihinden itibaren Guiado’nun başkanlık iddiası hem içeride hem uluslararası arenada meşruiyetini yavaş yavaş yitirecek. 2015’te güçlü bir halk desteği kazanan MUD benzeri geniş tabanlı ve toplumun farklı kesimlerini kapsayacak bir muhalefet koalisyonu yakın vadede kurulamayacağa benziyor.
Biden yönetiminin Venezuela politikası nasıl olacak?
Trump yönetiminin Venezuela’ya yönelik politikası en temelde iç siyasetle ilintili, hatta doğrudan Florida’da seçmeni etkilemeye yönelikti. Cumhuriyetçiler, hem 2018 ara seçimlerinde hem 2020 Başkanlık seçimlerinde Venezuela krizini kullanarak özellikle Küba ve Venezuela kökenli Latin seçmenin oyunu kazanmayı başardı. Biden döneminde, Venezuela politikasının doğrudan iç politikaya endekslenmeyeceği aşikâr olmakla birlikte, bu ülkeye yönelik ciddi bir politika değişikliği de beklenmemeli. Trump gibi Biden da seçim döneminde Maduro’yu açık bir şekilde diktatör olarak nitelendirip, Guaido’yu başkan olarak tanıdıklarını dile getirdi. Yeni yönetim, kuvvetle muhtemel mevcut yaptırım politikasını daha etkili bir şekilde kullanmaya çalışacak, ülkede bir rejim değişikliğinden önce hâlihazırda devam eden insani krize yönelik çözümler üretmeye odaklanacak.
Yeni gelecek ABD yönetiminin Maduro’nun görevinden barışçıl bir şekilde ayrılması için mevcut iktidarla müzakereler yapması da söz konusu. Maduro, Biden’in seçimleri kazandığı belli olmasının hemen ardından kendisine bir tebrik mesajı göndererek diyaloga hazır oldukları mesajını vermişti. Venezuela’da mevcut iktidar, yaşadığı ekonomik daralmayı aşmak için Biden ile ilişkileri geliştirmeye çalışması muhtemel bir senaryo.
Sonuç
Bir zamanlar Latin Amerika’nın en kalkınmış ve refah seviyesi en ileride olan ülkeleri arasında yer alan doğal kaynak zengini Venezuela, bölgenin en sorunlu ülkesi haline dönüşmüş durumda. Beş milyondan fazla mülteci ile en büyük mülteci krizinin merkezi haline geldi. Mevcut iktidarın ülkedeki sorunlara çözüm sunamayacağı ve kötü gidişatın daha da şiddetlenerek devam edeceği ortada. Kazanılan parlamento seçimleri, iktidarın meşruiyetini tazelemekten çok uzak. Kurumların ayarlarıyla oynayan, halkın demokrasiye olan inancını sarsan ve otoriter tek adam rejimine dönüşen Maduro iktidarı ve Venezuela hikayesi, ayni yolda ilerleyen diğer toplumlara çok önemli mesajlar vermekte.
Fotoğraf: Jim Romero