ABD merkezli NBC News, İsrail’in, İran’ın füze programını genişletmesi ve Haziran 2025’te saldırıya uğrayan nükleer tesislerini yeniden inşa etmesinden dolayı kaygılı olduğuna dair bir analiz yayınladı.
Haberde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump’ın ay sonu bir araya geleceği, söz konusu görüşmede İsrail’in İran’a ilişkin kaygılarını Trump’a aktaracağı ve yeni bir saldırı planı sunacağı iddia edildi.
Bu iddialardan kısa bir süre sonra The Times of Israel gazetesinde açıklamalarına yer verilen İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, İran’a tekrar saldırabileceklerine işaret etti. Zamir, “Düşmanlarını gerektiği yerde, yakın ve uzak cephelerde” vuracakları tehdidinde bulundu.
İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in açıklamalarının ardından İran konusunda bir tepki de ABD İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee’den geldi. Iran Insights’nin haberine göre ABD İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee İran’ın Haziran ayında İsrail-İran savaşı sırasında Washington’un Fordo Nükleer Tesisi’ne düzenlediği saldırının mesajını tam olarak anlamış görünmediğine dikkat çekti. Huckabee, İsrail güvenlik ve dış politika düşünce kuruluşu Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nün düzenlediği bir konferansta verdiği röportajda, “B-2 bombardıman uçakları Fordo’ya gittiği geceye kadar İran’ın ABD Başkanı Donald Trump’ı ciddiye aldığını sanmadığını” söyledi
İran’ın Fordo Nükleer Tesisi’ni yeniden inşa etmeye çalıştığına dair haberlere de değinen Huckabee, görünürdeki yeniden inşa çabalarının uyarının yetersiz olduğunu gösterdiğini belirtti.
Radio France Internationale (RFI), 21 Aralık Pazar günü İran İslam Cumhuriyeti ile Türkiye arasındaki işbirliğinin ortak zeminine işaret eden bir raporunda Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Tahran’a yaptığı son ziyaretinde, İsrail’i “bölgenin en büyük tehdidi” olarak nitelendirdiğini vurguladı. RFI, Türkiye ve İran’ın İsrail’i bölgenin en büyük tehdidi olarak gördüğünün de altını çizdi.
29 Aralık Pazartesi günü de ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Florida’daki Mar-a-Lago malikanesinde bir araya geldiler. Görüşme öncesinde basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Trump, toplantının ana gündem maddeleri arasında İran’ın askeri kapasitesi ve bölgesel güvenlik konusunun da ön plana çıktığını paylaştı.
Tüm bu haberler İsrail’in İran’a yeni bir saldırı düzenleme niyetinde olduğunu gösteriyor. Elbette İsrail’in İran’a yönelik olası bir saldırısı ve bunun neticesinde tırmanan gerginliğin Türkiye’ye de yansımaları olacak.
Peki, İsrail ile İran arasında yaşanacak bir çatışmada NATO üyesi olan Türkiye hangi baskılarla karşı karşıya kalacak ve nasıl bir dış politika izlemeli?
Gazeteci Ceyda Karan ve Gazeteci Çağlar Tekin’den İsrail ile İran arasında yaşanabilecek olası çatışmanın Türkiye’ye etkileri konusunda görüş aldım.
Ceyda Karan: Ankara kesinlikle tarafsız kalmalı
Gazeteci Ceyda Karan, “İran ile İsrail arasında çatışmanın ilk aşaması 2025 Haziran ayındaki kısa süreli savaş oldu. Şimdi Netanyahu’nun ABD ziyareti ve Trump ile görüşmesi öncesi 2026’da ikinci bir saldırıdan söz ediliyor. Batı medyasına sızdırılanlar, “Netanyahu’nun İran’a saldırı için Trump’ın onayını almak istediği, önüne ABD ile işbirliği halinde veya sınırlı yardım içeren seçenekler sunacağı” yönünde.
Bu konudaki olasılıkları önceden kestirebilmenin güç olduğuna işaret eden Karan şunları ekliyor:
“Her durumda Haziran 2025 savaşında Türkiye üzerinde çok yoğun bir baskıya tanıklık etmedik. İddialar, İsrail’in İran’ı vurabilmek için Malatya/Kürecik’teki NATO üssünde yer alan radarların verilerinden de faydalandığı yolundaydı. Ankara üzerinde baskı İsrail’in olası saldırısından değil ABD’den kaynaklanabilir. Bu da, İran’a ABD’nin de doğrudan eşlik edeceği daha büyük boyutlu bir saldırı planlanması durumunda geçerli olur.”

“Tüm bunlar tamamen varsayımsal. İsrail’in bunu yapabilecek gücü olup olmadığı çok tartışmalı bence. Hele de geçen zamanda Çin ve Rusya’nın hava savunması ve kapasite bakımından İran’a sessiz ve derinden destek sunduğu düşünüldüğünde. Yine de böyle bir ihtimal tümden dışlanamaz. Yalnız, bunun için Netanyahu’nun önce Trump’ı aşması gerekir. Trump ve Amerikan derin devleti Ortadoğu’da yeni bir ateş yakmayı gerçekten istiyor mu, sorusuna yanıt bulmak gerekir.”
Batı Asya bölgesinde klişe tabirle fay hatları çok oynak
Ankara’nın böylesine bir çatışmadan memnun kalacağını düşünmediğini belirten Karan, sözlerine şunları ekledi:
“Batı Asya bölgesinde klişe tabirle ‘fay hatları çok oynak’… Türkiye, Suriye üzerinden İsrail ile bir bilek güreşi içinde. Böylesi koşullarda İran ile durumu dengelemek isterler diye düşünüyorum. İran’da topyekun bir çöküş yahut iç istikrarsızlaşma halinin Ankara tarafından dönüp dolaşıp sonunda Türkiye’ye ‘tehdit’ olarak algılanması eşyanın tabiatına uygun olur. Salt enerji ilişkileri değil, hassas siyasi dengeler de bunu gerektirir.”
Karan, yakın zamanda Gazze krizi ve Doğu Akdeniz’de yaşananlar sebebiyle “Türkiye-İsrail arasındaki gerginlik sıcak çatışmaya dönüşür mü?” sorusuna şu yanıtı veriyor:
“Hiç zannetmiyorum. İsrail’in cepheden Türkiye ile karşı karşıya kalmak isteyeceğini düşünmüyorum. Ama artık ‘geniş bir oyun sahası’ açıldı. ABD’nin Suriye’de rejim değişikliği çabalarını başarıya ulaştırması en başta İsrail’in etkisini artırdı. Irak ve İran’a uzanan hat üzerinden manevra kabiliyeti sağladı. Bölgede Lübnan’dan Suriye ve Irak’a ‘direniş ekseni’ denen hatta büyük darbeler vurmayı başardılar. Bu işi Türkiye ile açık çatışmaya götüreceklerini düşünmüyorum.”

“Diğer yandan Türkiye, NATO müttefiki olarak bölgedeki Amerikan dizaynı açısından önemli bir konumda olmayı sürdürüyor. Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi gibi aktörler, Ankara’nın uzun süredir izlediği ‘yeni Osmanlıcı’ politik duruşa karşı birleşiyor olsalar da Washington’ın arzu etmediği işlere kolay kolay girişemezler. Esasen onların Doğu Akdeniz’de etkinliğini artırması, Amerikan etkinliğiyle paralel. Bana kalırsa Ankara da bu ‘yapboz’un parçası. İsrail’le yahut Yunanistan’la çatışma değil, ‘paylaşım’ arayışı söz konusu. Elbette Gazze gibi durumu karmaşıklaştıran bir büyük sorun var. Ama nihayetinde bütün aktörler Amerikan tasarımının parçası. Trump yönetiminin bunları ‘nasıl yöneteceğini’ görmek gerekiyor.”
Bölgenin İsviçresi olabilmek ne kadar mümkündür, orasını bilemiyorum
Karan, olası İran-İsrail savaşında Türkiye’nin dış politikada izlemesi gereken adımları şöyle değerlendiriyor:
“Ankara kesinlikle tarafsız kalmalı, hiçbir tarafa destek olarak algılanabilecek işler yapmamalı. Bölgenin ‘İsviçresi’ olabilmek ne kadar mümkündür, orasını bilemiyorum.”

Çağlar Tekin: Etnik-dini-mezhepsel yeni gerilim çatışma süreçlerinin Ankara aleyhine adımlar olduğu unutulmamalı
Gazeteci Çağlar Tekin, Ankara’nın, bir baskıdan öte kendi planları çerçevesinde İsrail veya daha doğru bir ifade ile Batı kapitalizminin Ortadoğu uzantısı yararına pozisyon aldığına dikkat çekiyor.
Gazeteci Çağlar Tekin, “Ancak bunu açıkça ifade etmek yerine daha önce olduğu gibi hem Suriye hava sahasının sorunsuz biçimde İsrail lehine kullanılmasına ses etmez, hem de Kürecik Üssü üzerinden ABD-İsrail’e veri sunmaya devam eder. Ankara’nın bu tercihinde kendi bekasını Batı’ya bağlamasının hayati bir rolü var” diyor.
Ankara’nın, Batı’nın bu tarz hamlelerine karşı durmaktan öte, bundan kendi payına düşecek bir çıkar hattı yaratmaya odaklandığına değinen Gazeteci Tekin, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“AKP’nin yarattığı yeni rejimin, eskisinden devraldığı, daha pervasızca uyguladığı ve geliştirdiği davranış kalıplarının başında bu geliyor: Ankara’nın iktidara tutunma arayışında toplumsal desteği yitirmesinin ardından başvurduğu yeni model, Batı’ya daha fazla dayanarak ayakta kalma hali. ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve adeta bölge sömürge valisi hareket tarzına sahip Tom Barrack’ın geçen ay yaptığı, “icazet satın alıyorlar” açıklaması da bu başlığı özetler nitelikte. İran’ın zayıflatılması, Ankara’nın bölgesel rekabet başlığında da önem verdiği bir konu. Yeni Rejimin mezhepçi politikalara dayanması da bu anlamda Şii dünyasının liderliğinin zayıflatılması bakımından avantaj olarak görülecek. Ancak, İran’da rejimin düşmesine yönelik bir taleplerinin olduğu anlamına gelmiyor bu durum. Kanaatimce zayıf ve sarsıntıda kalacak bir Tahran, Ankara için istenilen İran anlamına da geliyor.”
İran’ın çöküşü, Türkiye için on milyonlarca mülteci anlamına geliyor
İran’ın, Türkiye’nin İsrail’e olan bağlılığının farkında olduğunu ifade eden Tekin, olası yaşanacak çatışmanın Türkiye-İran ilişkilerine etkisini şöyle açıklıyor:

“Bu bağlılığın, İsrail’in niteliği ile olan bağının da. Haliyle Tahran, Ankara’dan tam bağımsız bir duruş beklemiyor. Ankara’nın da bilinen tablonun dışında bir tutum alacağını beklemek çok gerçekçi gözükmüyor. Ancak, bunlar olağan durumlarda geçerli. AKP, iktidarı kaybedeceğini düşündüğü bir atmosferde İran aleyhine daha riskli bir pozisyon alma olasılığına da sahip. Lakin, 2026 için konuştuğumuz bir süreçte, daha fazla risk alınabileceğini düşünmüyorum. İran’ın olası çöküşü, Türkiye için on milyonlarca mülteci anlamına geleceği ve gelecek nüfusun ülkede mezhepsel dağılım üzerinde yaratabileceği etkiler de Ankara’nın olası bir çöküş sürecine sıcak bakmasının önündeki engellerden.”
Tekin, yakın zamanda Gazze krizi ve Doğu Akdeniz’de yaşananlar sebebiyle “Türkiye-İsrail arasındaki gerginlik sıcak çatışmaya dönüşür mü?” sorusuna şöyle yanıt veriyor:

“Türkiye ile İsrail arasında doğrudan bir sıcak çatışmanın çıkma olasılığı düşük. Bu, ancak arkası gelmeyecek kimi hamleler çerçevesinde gerçekleşebilir. İsrail’in, Batı’nın doğrudan uzantısı olduğu gerçeği akıldan çıkartılmaz. Ve AKP’nin iktidar kapısını Batı’ya daha fazla yaslanarak açık tutuma seçimi, bu tabloda değişim yaşanmasını da neredeyse imkansız seviyeye çıkartıyor. Lakin politik rekabet başlığında adımların süreceğini de unutmamalı. Bu anlamda daha geçen hafta Dışişleri Bakanı Fidan’ın Şam’da, İsrail’e yönelik ifadelerinin konuşması kesilerek sonlandırılması, Fidan’ın sessiz kalarak buna uyması, Ankara’nın müttefiklerinin de sürece ilişkin rollerinin ciddiyetinin farkında olduğunu yeniden gösterdi. Ankara ile Tel Aviv arasında, iki ülkenin de iç siyasetinde kullanılabilecek sertliklerde çıkışlara izin verilebildiği bir atmosferi sürekli canlı tutan bir ‘uzlaşı’ hali var. İki rejim de iç politikada bu gerilimi canlı tutmanın faydalarını görüyor. Ancak, Şam gibi henüz ‘İsrail terbiyesinden tam olarak geçmemiş’ rejimler, bu gerilimden doğacak riskleri göze alamıyor. Ve bu göze alamayışın ‘kaybeden’ tarafı Ankara oluyor. Ankara da bu durumun farkında ve Şam’a yönelik kabullenici sessizliğin ardında da bu yatıyor.”
İran’ın zaferle çıkması Ankara’da büyük rahatsızlık yaratmaz
Tekin, İsrail ile İran arasında yaşanacak bir gerilim veya çatışma sonucunda Türkiye’nin dış politikada izlemesi gereken yol haritasını ise şöyle değerlendiriyor:
“Öncelikle İran’ın buradan kazanan olarak çıkması İsrail’in dizginlenmesi açısından hayati önemde. Ankara, Tahran’ın hasar aldığı, ancak İsrail’in istediklerinin de tam olarak gerçekleşmediği bir sonuçtan memnuniyet duyacak.
İran’ın 12 gün savaşında olduğu gibi bir zaferle çıkması da Ankara’da büyük rahatsızlık yaratmaz. Lakin, Ankara’dan gelen kimi işaretler ise İran’ın bir hezimet ve parçalanma sürecine girmesinden memnuniyet duyulacağı izlenimini de yansıtmıyor değil. Bu, Türkiye için, halk için büyük sıkıntılar doğuracak bir tablo yaratır.
Ancak ülke yönetici elitleri için durum bunun aksi biçimde de okunabiliyor. İran’ın yaşayacağı bir yıkımın, kendileri için bölgesel rekabette avantaj sağlayacağı düşünüldüğüne ilişkin bir inanç da mevcut. Lakin, son dönemde İsrail’de inşa edilen yeni güvenlik algısı, Barrack’ın açıklamaları ve Trump Doktrini, önümüzdeki süreçte İsrail hegemonyasının genişlemesi ve Ortadoğu’da bu çerçevede yaşanması beklenilen etnik-dini-mezhepsel yeni gerilim-çatışma süreçlerinin Ankara aleyhine adımlar olduğu unutulmamalı. Lakin, yinelemek de gerekiyor, Ankara’da egemen akıl, kendi bekasını bu çerçeveye giderek daha güçlü biçimde endeksliyor. Muhalefetin etkisiz kalması, halkın hem Türkiye hem de dünyada tercihlerinin yönetimler üzerinde etkisinin azalması, bu riski büyüten bir yerde tutuyor.”

