Türkiye ekonomisi uzun ince bir yolda… Yol bazen sisli, bazen güneşli; bazen de bir uçurum kenarında ilerliyormuşuz hissi yaratıyor. Belirsizlik ile umut arasındaki salınımlar özellikle 2021 sonrası dönemin en belirgin psikolojisi haline geldi. 2026’ya yaklaştığımız bu günlerde, bu yolculuğun nereye evrileceğinden çok, hangi koşullarda yürüdüğümüz ve yürümeye nasıl devam edeceğimiz daha kritik hâle geliyor.
2025’in Ardından…
2025 yılı, ekonomi yönetiminin -kısmi- rasyonelleşme iradesini sürdürdüğü, ancak dezenflasyon sürecinin adil olmayan toplumsal maliyetinin giderek belirginleştiği bir dönem oldu. Para politikasında sıkı duruş korunurken, enflasyonun yüksek seviyelerden aşağıya doğru gelmesi hedeflendi. Fakat her dezenflasyon sürecinin sancılı olması gibi Türkiye’nin yeni deneyimi de bu gerçeği doğruladı.
Hane halkının alım gücü uzun bir süre baskı altında kaldı; kredi genişlemesi sınırlı olduğundan iç talep zayıfladı; reel sektör ise artan finansman maliyetleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Buna karşın, döviz piyasasındaki nispi istikrar ve rezervlerdeki toparlanma, en azından politikanın yönüne dair bir rasyonel zemin oluşturdu.
Ancak bu zemin hâlâ çok kırılgan. Çünkü enflasyon kendi kendine düşen bir gösterge değil; beklentiler, kur hareketleri, kamu harcamaları, ücret dinamikleri ve dışsal şoklarla sürekli etkileşim halinde şekilleniyor. Dolayısıyla 2025’in ikinci yarısından itibaren görülen yavaşlama, ekonominin 2026’ya “yorgun ama temkinli” bir ruh hâliyle girmesine neden oluyor.
Küresel Ekonominin Çerçevesi: Rüzgâr Yön Değiştiriyor
2026’da küresel ekonomi, pandemi sonrası dönemin karmaşa evresinden çıkıp daha öngörülebilir ama daha düşük tempolu bir patikaya yöneliyor. ABD’de enflasyonun düşüşü netleşmiş durumda; faiz indirimi beklentileri finansal piyasalarda tansiyonu düşürüyor. Avrupa ekonomisi ise bir toparlanma arayışında: yavaş büyüme, enerji bağımlılığı ve iç siyasi gerilimler nedeniyle belirsizlikler sürüyor.
Çin ekonomisine bakıldığında; yeniden dengelenme süreci yavaş ama ısrarlı sürüyor. Gayrimenkul kaynaklı riskler devam ederken, iç tüketimin güçlendirilmesi ve yüksek teknoloji sektörlerinin desteklenmesi öncelikli hale geliyor. Her şeye rağmen küresel piyasaların en önemli belirleyicilerinden biri olma rolünü sürdürüyor.
Bu küresel tablo Türkiye açısından çift yönlü bir etkiye sahip. Sermaye akımlarının yönü, gelişmekte olan ülkelere yeniden dönebilir; bu, Türkiye’nin finansman maliyetlerini azaltabilecek bir fırsat. Ancak jeopolitik gerilimler (özellikle Orta Doğu’da yaşanan bölgesel çatışmalar, enerji arzı riskleri ve küresel nakliye hatlarına yönelik tehditler), enerji fiyatlarını oynatabilir ve bu Türkiye’nin cari dengesini zorlayabilir.
Kısacası, 2026’da küresel ekonomi Türkiye’ye dengeli bir fırsat seti sunuyor; ama bu fırsatların kullanılabilmesi, iç piyasaya etki eden politikalardaki istikrar ve güven ortamıyla doğrudan ilişkili.
Rasyonelliğin Bedeli ve Sabrın Sınavı
Bu noktada gözleri yeniden içeriye çevirmek gerekiyor. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 2024 sonunda ve 2025 boyunca sıkı para politikasını belli ölçüde sürdürdü. Bu, kısa vadede büyümeyi olumsuz etkileyen bir adım olsa da fiyat istikrarı için gereken zeminin hazırlanması açısından önemliydi.
2026’da politika faizinin görece yüksek seviyelerde kalmaya devam etmesi muhtemel. Çünkü Türkiye ekonomisinde enflasyonu yapışkan kılan unsurlar öne çıkmaya başladı. Ücret ayarlamaları, beklentiler, kur bağımlılığı ve maliyet yapısı, fiyatların kalıcı olarak gerilemesini zorlaştırıyor. Bununla birlikte dezenflasyon sürecinin toplumun tüm kesimlerine adaletli biçimde yansımıyor olması, enflasyonla ilintili bütün gündemleri adeta bir meydan savaşı görünümüne büründürüyor. Bu yüzden gelir adaletsizliği ve yoksulluk adeta ülkenin bütün gündemini sardı.
2026’nın Gelişi, 2025’ten Belli
2026 yılı, ödevlerini eve getirip, çantasından çıkarmadan okula giden öğrencinin yılı olacak gibi görünüyor. Önceki dönemden getirdiğimiz ve muhtemelen yanına yenilerinin ekleneceği pek çok gündemi 2026 yılında tartışıyor olacağız.
Bunlardan başlıcası enflasyon. Tüketici enflasyonunda düşüşün sürmesi muhtemel ama hedeflere yaklaşmak zor. En azından zaman alacağı kesin. Daha kötüsü, dezenflasyon sürecinin maliyetinin toplumdaki heterojen dağılımı, ortalamada beklentilerin toparlanmasına engel oluyor ve toplumsal güven, toparlanmak bir tarafa, her geçen gün daha kötü bir profil sergiliyor.
Bu çerçevede beklentilerdeki iyileşmenin sınırlı ilerleyeceğini ve toplumda “güven” tam olarak oluşmadığı sürece, fiyatlama davranışlarının değişmeyeceğini söyleyebiliriz.
Öte yandan, bu durum finansman maliyetlerinin yüksek kalmasına neden oldukça; reel sektörün sabırsızlığı artış gösterecektir. Ancak kredi genişlemesini belirleyen şeyin artık piyasa dinamikleri olmadığı bir ortamda, bu sabırsızlığın pratikte makro düzeyde bir sonucu olmayacaktır. Ancak elbette piyasa, sektör ya da firma düzeyinde konkordato-iflas haberlerini okumaya devam edeceğimiz açık.
2025’in ekonomi çevrelerinde en çok dile getirilen gündemi para politikasının başarıya ulaşması için maliye politikasıyla eşgüdüme sahip olması gereksinimiydi. Bu eşgüdümün sağlanamamasının riski merkez bankasının sıkı duruşunun, kamu harcama politikalarının genişlemesiyle nötrleşme ihtimali kuşkusuz. Ancak bu eşgüdüm sağlanamadı. Buna sebep olan faktörlerin ise güçlü biçimde yerlerini koruyor olması, eşgüdüm sağlamada bir iyileşme ihtimalinin işaretlerini vermiyor.
Ufukta Seçim Görünmedikçe…
Ufukta göründüğü kadarıyla 2026 bir seçim yılı değil. Bu, mali disiplin açısından önemli bir fırsat. İşte bu bakış açısının toplumdaki tüm beklentileri şekillendirdiği bir yapıda, 2026 yılını “köprüden önceki son çıkış” olarak tanımlamak mümkün.
Siyasi ve toplumsal tercihlerin kümülatif etkileri nedeniyle, kamu maliyesinin hâlâ ciddi bir baskı altında olduğunu vurgulamak gerekir. Nitekim artan borçlanma maliyetleri, afet harcamalarının devam eden (buna önlem alınmayan sayısız yeni afetin ilave maliyetlerini de eklemek gerek) etkisi, sosyal transferlerin zorunlu yükselişi, yüksek faiz giderleri…
Bunların tümü, bütçe disiplininin korunmasını zorlaştırıyor. Ancak popülist tercihler bir tarafa bırakıldığı takdirde, 2026 bütçe tarafında kalıcı yapısal dönüşümün başlayabileceği bir yıl olabilir. Özellikle vergi reformu, kamu harcamalarının verimliliği ve kayıt dışılıkla mücadele ekonominin uzun vadeli sağlığı için belirleyici olacaktır.
Yeniden Dengelenme mi, Sessiz Bir Durgunluk mu?
Reel sektör konkordato ve iflas haberlerinin dışında uzun bir zamandır sessizliğini koruyor. Elbette dost meclislerinde dile getirilenler var, ancak toplumsal dinamikler bakımından adeta dilini yutmuş bir aktör karşımızda. Bu sessizliği; ekonomideki belirsizlik, yüksek maliyetler, düşük seyreden yatırımlar pekiştiriyor.
2026’nın belirleyici teması ise “düşük talep – yüksek maliyet” dengesi olacak gibi görünüyor. Yüksek faiz ortamı firmaları yatırım iştahının düşmesi ve çalışma sermayesi maliyetlerinin artması yönünde etki altına alsa da bu dönemi geçmişten bu yana süregelen verimsizlik eğiliminin meyvelerini toplamak olarak kabul etmek gerek.
Bütün bunlara rağmen bazı alanlarda umut verici gelişmelerden söz edebiliriz. Yenilenebilir enerji ve yeşil teknoloji yatırımları cazip bir alan olmaya devam ediyor. Buna ek olarak, savunma sanayii ve yazılım sektörünün ihracat çeşitlendirmesine katkı sunduğu görülüyor. Her şeye rağmen turizm, Türkiye’nin döviz gelirleri açısından güçlü bir kaynak olma potansiyelini sürdürüyor. Ancak bunun gibi gelenekselleşmiş sektörlerde iş yönetimi ve verimlilik bakımından eski ezberlerden kurtulmak gerektiği açık bir gerçek.
Üretimin sürdürülebilir biçimde artması için kritik alan hâlâ eğitim, teknoloji ve verimlilik. Türkiye’nin verimlilik açığı kapanmadığı sürece büyüme potansiyelinin sınırlı kalacağını bir kez daha vurgulamak gerekiyor.
Toplumsal Boyut: Ekonominin Görünmeyen Maliyetleri
Ekonomi rakamlardan ibaret değil; rakamlar insanların gündelik hayatında somut karşılıklar bulduğunda anlam kazanıyor. 2025 boyunca toplumun geniş kesimleri, enflasyon karşısında savruldu. Ücret artışları fiyatların gerisinde kaldı; orta sınıf daha da daraldı, gençlerin ekonomik umutsuzluğu büyüdü.
2026’ya girerken en kritik meselelerden biri toplumsal beklenti yönetimi. Çünkü güven eksikliği ve geleceğe dair belirsizlik, ekonomik kararları doğrudan etkiliyor. Politika yapıcıların en çaresiz kaldığı yer de burası… Zira hedefi göstererek kitleleri hedefe yönlendirebilmek için kredibilite gerekiyor.
Hane halkı davranışlarına baktığımızda üç eğilim öne çıkıyor: Hane halkı tüketimi özellikle de yaşamsal gereksinimler noktasında sürüyor. Ancak bu temkinli bir tüketim davranışı karşımıza çıkartıyor. Büyük harcama gerektiren kalemlerde ciddi azalmalar söz konusu. Bunun hem sebebi hem de bir sonucu olarak hane halkının kredi kartı borçluluğu tarihi zirvelerde yer alıyor ve toplumsal bir borçlanma baskısı yaratıyor. Tasarruf açığı çok büyük, fakat kur korumalı mevduat gibi sistemin kimyasını bozucu bileşenlerin bünyeden atılması uzun sürdüğü gibi, davranış kalıplarının yeniden yapılanması çok uzun zaman alabiliyor. Dahası izlenen faiz politikası ve öngörülemezlik altında ekonomik birimlerin tasarruf davranışının kendine rasyonel bir zemin bulamadığını görüyoruz.
Yeni Yıl Dilekleri Zamanı
2026’ya girerken Türkiye ekonomisinin önündeki riskleri görmezden gelmek mümkün değil. Jeopolitik risklerin yaratabileceği enerji fiyatı şokları, kur istikrarının bozulması (kontrol kaybı ya da ani politika değişikliği) durumunda sermaye çıkışları, bankacılık sektöründe bireysel borçlanma kaynaklı stres, iklim kaynaklı riskler ve gıda fiyatlarında oynaklık, önleyici doğal afet yatırımlarının yoksunluğunun getireceği büyük maliyetler, kamu maliyesinde arzu edildiği ölçüde sağlanamamış olan disiplinin de kaybedilmesi olasılığı, beklenmedik siyasi gelişmelerin ekonomik güveni zedelemesi…
Bu riskler, 2026’nın her an bir “sınav yılına” dönüşebileceğini gösteriyor. Ancak yeni yıl için dileyelim ki, en azından öngörüldüğü üzere ekonomide fiyat istikrarına giden yoldan sapılmayan, var olan sorunlara yenilerinin eklenmediği, iğneyle de olsa en azından doğru yolda kazılmaya devam edilen bir yıl olsun.
Sonuç: Uzun İnce Bir Yolda Kararlılık Arayışı
Türkiye ekonomisi bir kavşakta değil; uzun, ince bir patikada. Yıllardır süregelen ve çözülmek bir tarafa yanına yenilerinin eklendiği sorunlarla uzun ince bir yol. Dönüşümün sancısı, beklentilerin kırılganlığı, toplumun yorgunluğu ve ekonominin yapısal zaafları bu yolculuğu daha da zorlaştırıyor.
Yine de 2026 yılı, doğru politikalarla krizin gölgesinden çıkışın başlangıcı olabilir. Her yeni gün yeni bir fırsat sonuçta… Bunun için en kritik unsur rasyonel politikalarda ısrar ve güvenin yeniden inşası. Nereden başlamalıyız sorusunun en kestirme cevabı.
Belki de Türkiye’nin asıl ihtiyacı hızlı sonuçlar değil; sabırlı, tutarlı ve öngörülebilir bir ekonomi yönetimi. Çünkü bazen uzun ince bir yolda yürümek, kısa ama tehlikeli sıçramalara tercih edilir. Ekonominin ve toplumun kaderi de tam olarak bu yürüyüşün niteliğinde saklı olacak. Hatırlanması gereken ise zaman akıp giderken bu yürüyüşün en büyük maliyetinin yine zaman olduğu gerçeği!

