Kasım ayının ikinci haftasında ABD’de pek çok kayda değer siyasi gelişme yaşandı. Trump, Suudi Arabistan Prensi Muhammed bin Selman’ı Beyaz Saray’da ağırladı, Epstein dosyalarının resmen ifşalanmasını onayladı, geçmişte pek çok kez hedef aldığı New York Belediye Başkanı Mamdani’ye örnek bir misafirperverlik sergiledi ve Venezuela operasyonuna yeşil ışık yaktı.
Trump-bin Selman Görüşmesi
18 Kasım’da Donald Trump Beyaz Saray’da 7 yıl aradan sonra Suudi Arabistan Prensi Muhammed bin Selman’ı ağırladı. İki ülkenin ilişkileri oldukça eskiye dayanıyor. Soğuk Savaş döneminde de partner olan bu iki ülke, 1979 İslam Devrimi’nden sonra İran’ın yayılmacılığına karşı bölgesel işbirliği üzerine de bir mutabakat sağlamıştı. Zaman zaman iki ülkenin ilişkileri arasında ufak çaplı gerilimler yaşansa da, 2018’deki Cemal Kaşıkçı cinayetinin ardından bu gerilimler artmıştı.
Selman hükümetine muhalif pozisyonuyla bilinen Kaşıkçı, İstanbul’daki Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda öldürülmesinin ardından dünyanın gündemine oturmuştu. Riyad Hükümeti, durumu korsan bir suikast olarak tanımlarken ana akım medyanın gözü Selman hükümetine dönmüştü. Biden hükümetinin göreve gelir gelmez ilk icraatlerinden biri Şubat 2021’de “suikastın Prens Selman ile bağlantılı olduğuna dair” bir istihbarat raporunun yayınlanmasına onay vermekti.
Cinayetten bir ay sonra, Kasım 2018’de hazırlanan bu raporun yayınlanması talebi, dönemin başkanı Donald Trump tarafından reddedilmişti. Ancak 2021’e gelindiğinde bu rapor Biden’ın imzasıyla açıklanmış, Biden bizzat bu cinayetin arkasındaki ismin bin Selman olduğunu iddia etmişti. Temmuz 2022’deki Suudi Arabistan ziyaretinde de raporun arkasında durduğunu ifade eden Biden, Yemen’deki Husileri terör örgütleri listesinden çıkarmasıyla da Suudi Arabistan’ın tepkisini çekmişti. Her ne kadar daha sonra bu politikadan geri adım atılsa da Riyad’ın 2024 seçimlerini Demokratların kaybetmesine üzüldüğünü iddia etmek çok zor olur.
Trump’ın yeniden göreve gelişiyle birlikte iki ülke arasında yeniden bir yakınlaşma sağlandı. Trump’ın ilk döneminde ABD’nin öncülüğüyle Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail arasında imzalanan İbrahim Anlaşmaları’na daha sonra Fas ve Sudan da dahil olmuştu. Trump’ın uzun süredir hedefi ise Suudi Arabistan’ı bu anlaşmaya imzacı yapmak.
18 Kasım’da Beyaz Saray’da buluşan ikili, işte bu arka plana dayalı bir görüşme gerçekleştirdi. Suudi prensi son derece şık bir şekilde karşılayan Trump, görüşme esnasında Kaşıkçı cinayetiyle ilgili gelen soruya bin Selman’ı aklayan bir cevap verdi. Bu tutumundan ötürü de Washington Post’ta “Kaşıkçı’nın mirasına saygısızlık yapmakla” eleştirildi.
Trump’ın ilkbahardaki Orta Doğu turunda Suudi Arabistan’ı ziyaret etmesinin ardından Prens bin Selman’ın bu iade-i ziyareti, iki ülkenin ilişkilerinde sıcak bir dönemi sinyalliyor. Karşılıklı yatırımların artması gündemdeyken Trump’ın ısrarcı olduğu İbrahim Anlaşmaları’na katılma hususunda ise Suud tarafı İsrail-Filistin konusunda “iki devletli çözüm”ü şart koşuyor. Anlaşmanın dünya gündemine girdiği 2020’den bu yana İsrail ve bölge ülkeleri arasındaki şartlar epey farklılaştı. İsrail’in 7 Ekim sonrası Gazze’deki katliamı ve Lübnan, Suriye ve Katar gibi bölge ülkelerini hedef alması, Suudi Arabistan’ı anlaşmayı imzalamamaya iten gerekçeler arasında yer alıyor.
Mamdani’nin Beyaz Saray Ziyareti
Geçen hafta Beyaz Saray’da bir ilginç gelişme daha yaşandı. Ay başındaki yerel seçimlerde New York Belediye Başkanlığını kazanan Demokratların sosyalist adayı Zohran Mamdani, Trump’ı makamında ziyaret etti. Seçim öncesinde Trump, Mamdani’nin seçilmemesi için elinden geleni yapmıştı. Hatta daha da ileri giderek hakaret de etmişti. Mamdani ise zafer konuşmasında Trump ile dalga geçmiş, Trump’ın sık sık hedef aldığı müslüman ve sosyalist kimliğini özellikle vurgulamıştı.
1 Ocak’ta göreve başlamadan önce Beyaz Saray’a ziyarete gideceğini ilan eden Mamdani bu kararıyla pek çoklarını şaşırtmıştı. Biz 2019’dan bu hadiseye biraz aşinayız. Burada da hatırlayacak olursanız dönemin Millet İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Ekrem İmamoğlu, seçilmeden önce Beştepe’ye beklenmedik bir ziyaret gerçekleştirmişti. Kamuoyunda bu hareket, ülkedeki kutuplaşmayı azaltmak adına yapılmış bir hamle olarak görülmüştü.
Mamdani’nin Trump ile baş başa konuştuğu takdirde kavga edebileceği İsrail meselesi, göçmenler meselesi, LGBTİ+ hakları, sosyal adalet politikası ve diğer bazı konular mevcut. Ancak ikili kameraların karşısına son derece güler yüzle çıktı ve birbirleriyle New York’un sorunlarının nasıl çözüleceğine dair istişarede bulunduklarını anlattı.
Trump belki de bu seçim yenilgisinden sonra ara seçimlere giderken daha farklı bir söylem tercih etmeyi düşünüyor olabilir. En azından kendisinin de “sisteme meydan okuyan kişi” sıfatıyla heyecan yaratıp seçimi kazandığını hatırlayıp şimdilerde kendisinin “sistem”e dönüştüğünü fark etmiş olabilir. Özellikle Epstein konusunda her ne kadar cesur görünmeye çalışsa da dilini yumuşatmaya çalışan Trump, dış politikadaki bazı hamleleriyle iç gündemi baskılamaya çalışıyor.
Trump’ın Dış Politikası
Trump ikinci döneminin birinci yılını doldurmak üzereyken hâlâ Ukrayna ve Rusya’yı barıştırabilmiş değil. Putin’in sürekli ihlal ettiği ateşkeslerle kalıcı bir sonuca varılamazken kamuoyunun önüne düşen bir barış planı taslağı, Ukrayna’nın adeta egemenlik haklarını sınırlayan ve NATO kapısını kapatan şartlara sahip. Yaklaşık 4 yılın sonunda iki taraf da son derece yorgun görünürken ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Ukrayna tarafı ile müzakereleri sürdürüyor. Geçtiğimiz günlerde Ukrayna Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Rustem Umerov ile Florida’da bir araya gelen Rubio, görüşmelerin verimli geçtiğini ifade etti.
Kiev Hükümeti hem Rusya ile uğraşırken hem de yolsuzluk iddialarıyla çalkalanıyor. Geçtiğimiz yaz hükümet karşıtı protestolar Ukrayna gündeminde yer bulmuşken birkaç gün önce evine düzenlenen yolsuzluk operasyonu sonrası Ukrayna’nın ABD baş müzakerecisi Andriy Yarkin görevinden istifa etmişti. Rubio ile Florida’da görüşen baş müzakereci Umerov, Yarkin’in yerine gelen isim olmuştu.
Müzakerelerden Trump’ın Orta Doğu’da olduğu gibi Doğu Avrupa’da da uzun vadeli barışı hayata geçirme isteğinin canlı olduğunu görüyoruz –her ne kadar bu barışta İsrail ve Rusya’ya bolca taviz verilse de.
Geçtiğimiz hafta ayrıca, BM Güvenlik Konseyinde Trump’ın Gazze için önerdiği barış planı oylandı ve kabul edildi. Rusya ve Çin’in çekimser kaldığı plana diğer tüm üyeler evet oyu vererek kabul etti. Bu anlaşmanın İsrail hükümetine olan etkilerini de önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek seçimlerde göreceğiz.
Gözümüzü biraz güneye çevirecek olursak da yaklaşık 3 aydır bültenlerde ele aldığım Venezuela meselesiyle karşılaşıyoruz. Trump’ın uyuşturucu kartelleriyle mücadele gerekçesiyle Venezuela’nın karasularına asker gönderdiği biliniyor. Birkaç gün önce de başında Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun bulunduğu Cartel de los Soles adlı kartel grubunu terör örgütü ilan etti. Bu demek oluyor ki Maduro, ABD’nin gözünde artık resmen aranan bir terörist. Trump’ın bu kararın hemen ardından sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada da “Venezuela hava sahasının tüm pilotlar, uyuşturucu satıcıları ve insan kaçakçılarına kapatıldığını” ilan etti.
Venezuela Dışişleri Bakanlığının bu hamleye yanıtı ise bunun sömürgeci bir tehdit olduğunu söylemek oldu. Venezuela halkının baskı ve saldırı altında olduğunu ilan eden Caracas yönetimi, ABD’nin Karayipler’deki askeri varlığını artırmasını doğrudan tehdit olarak algılıyor. Maduro’nun uyuşturucu kartelleriyle olan ilişkisi sebebiyle açıkça terörist olarak tanımlanmasıyla birlikte, kendisine ülkeyi terk etmesi için ne kadar sürelik bir mühlet verileceğini görmek için tüm kamuoyu gözlerini Beyaz Saray’a çevirmiş vaziyette. Kimi Demokratlar bu adımın Epstein gündemini soğutmak için kullanıldığını söylese de özellikle İran ve Venezuela’ya yönelik yaptırımlarda iki parti ortaklaşıyor. Bölgede neler olacağını zaman gösterecek.

