Hatırlayacağınız üzere Donald Trump’ın 2024’te en önemli seçim vaatlerinden biri Rusya ile Ukrayna arasında kısa sürede barış sağlanmasına öncü olmaktı. Hatta biraz ileri giderek “savaşı 24 saat içinde bitirebileceğini” iddia etmişti. Trump’ın seçimlere giderken rakibine karşı söylem üstünlüğü kazanmaya yönelik çabası bir yana, Putin’i cidden ikna edebileceğini düşünmesi de -kuvvetle muhtemel- bu söylemin arkasındaki sebeplerden biriydi.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin arkasında hem Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin hem de önceki Amerikan hükümetlerinin büyük bir payı olduğunu iddia eden Trump, 2025 yazına kadar bu konuda Putin ile paralel argümanlara sahipti. Özellikle 2013 Euromaidan protestoları sonrası Rusya’nın Ukrayna’ya açıktan uyguladığı saldırgan politika, Cumhuriyetçi Parti içinde Trump yanlılarının genelinin görmezden gelmeye çalıştığı bir durumdu. Trump’ın NATO’ya sitemkar çıkışları da tuz biber olmuş, kendisinin kazandığı 2016 seçimlerine Rusya’nın hile karıştırdığı iddiası da Demokratları ayağa kaldırmıştı.
Ağustos 2025 itibariyle görüyoruz ki Trump, Putin’in yayılmacı dış politikasının sorumlusunun bizatihi Putin olduğunu kabullenmeye başlamış. Özellikle son haftalarda anketlerde ivme kaybeden, dolayısıyla bir yıl sonraki ara seçimlerde Kongreyi kaybetme riski bulunan Trump’ın bu politikada bir eksen değişikliğine gitmesi anlaşılır görünüyor.
Yazının başında değindiğim “Trump’ın savaşı kısa sürede bitirme” iddiası gerçekleşmediği için bu konuda beklentiye giren pek çok çevreden insan, mevcut yönetime karşı hayal kırıklığı içinde. Trump’ın Zelenski ile uğruna kavgalar ederek imzaladığı Mineraller Anlaşması bile bölgeye beklenen barış ortamını getirmeyince Trump okları Putin’e çevirdi.
Putin’in barış görüşmelerini sabote etmek istercesine Kiev’e günaşırı drone saldırıları düzenlemesi sonucu Temmuz başında Trump Ukrayna’ya daha önce dondurduğu bazı silahların sevkıyatına yeniden başlanacağının sinyalini verdi. Zelenski ile telefonda konuşan Başkan Trump, gönderilecek patriotlar hakkında bilgi verdi. Aynı konuyu Almanya Başbakanı Friedrich Merz ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile de istişare ettikten sonra Trump’ın Putin’e resmen meydan okumaya başladığını söyleyebiliriz.
Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in Şubat ayında Münih Güvenlik Konferansı’nda transatlantik ittifakına yönelik sarf ettiği sözlerin bugünlerde unutulmaya başlandığına tanıklık ediyoruz. Nitekim geçtiğimiz günlerde Trump, Putin’e karşı büyük bir hayal kırıklığına sahip olduğunu söylemekle birlikte Moskova’nın mevcut durumundan hiç memnun olmadığını ifade etti. Ayrıca Trump’ın 2024’te bir bağış etkinliğinde Putin’i “Moskova’yı bombalamakla tehdit ettiğini” söylediği bir ses kaydının uzun bir aradan sonra yeniden ülke gündemine girmesi, hükümetin dış politikada bir manevra değişikliğine girmiş olduğunu gösteren işaretlerden biri.
Trump bu yıl mesaisinin önemli bir kısmını Putin’i barış anlaşmasına ikna etmek için harcayacak. Zelenski’nin işgal başladığından bu yana ülke içinde en güçlü şekilde protesto edildiği bir dönemde -sular şimdilik durulsa da- Putin’in bir anlaşmaya ikna edilmesi ne kadar kolay olacak, birlikte göreceğiz.
Trump Epstein’in Listesinde
Daha önceleri zaman zaman gündeme gelse de Ocak 2024’te kamuoyunda bomba etkisi yaratan Epstein Adası skandalına pek çok ünlü sanatçı, siyasetçi ve iş insanının adı karışmıştı. Jeffrey Epstein’in kendisi 2019’da hapisteyken hayatını kaybetmiş olsa da zamanında satın alıp partiler düzenlediği adasındaki pedofili skandalı patlak verdiği sırada biz, siyasi partilerin ön seçim süreçlerini takip ediyorduk.
2024 seçimlerine giderken iki tarafın da kampanyalarında yer verdiği Epstein meselesinde Trump, karşı tarafı, yayınlanan listede Obama ve Clinton gibi pek çok Demokrat siyasetçinin yanında liberal ünlülerin de yer alması sebebiyle eleştirdi. Demokratlar ise Trump’ın bizzat Epstein ile dostluk geçmişi olduğu ve birlikte video/ses kayıtları bulunduğu sebebiyle bu eleştirileri karşı tarafa yöneltti.
Üzerinden aylar geçti, seçim oldu bitti, araya başka gelişmeler girdi derken son haftalarda yeniden alevlenen Epstein tartışmasında Adalet Bakanlığı tartışmalı bir karara imza attı: Epstein’in herhangi bir müşteri listesi yok.
Kabine Trump’ı olabildiğince bu işten sıyırma gayreti içinde olsa da Demokratlar bastırıyor. Temsilciler Meclisinden pek çok muhalif isim Trump’ın adının Epstein listesinde bulunduğunu iddia ettiğinde Adalet Bakanı Pam Bondi’nin buna yanıtı listede adı geçen herkesin suçlu olmadığı yönünde. Trump ise 28 Temmuz’da yaptığı açıklamada Epstein Adası’na hiç gitmediğini iddia etti.
Beyaz Saray, iddiaları yalanlasa da hükümet üyelerinden çelişkili açıklamalar gelmesi özellikle MAGA tabanını irite ediyor. Trump’ın kampanyası boyunca varlığını iddia edip sıklıkla vurguladığı “karanlık liberal pedofili elitler” grubuna ucundan kıyısından kendisinin de dahil olma ihtimali, Trump’ın bu kesimle ilk kez karşı karşıya gelmesi anlamına da gelmeyecek. Daha önce özellikle dış politika konusunda Trump yanlısı kanat içinde çatlak sesler çıkmıştı. (Örneğin İran’a askeri operasyon düzenlenmesi.)
Bu tarz bir skandalın ABD Anayasasına göre bir azil sürecine sebep olması beklenirken mevcut Kongre yapısı göz önüne alındığında bu beklenti pek gerçekçi görünmüyor. Pek çok analiste göre 2026 ara seçimlerinden önce Trump’ı bir azil süreci beklemiyor.
İyi Polis-Kötü Polis
Donald Trump ara sıra İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile çeşitli konularda görüş ayrılığı yaşasa da günün sonunda samimi bir dostluğa sahip. Netanyahu’nun sık sık gerçekleştirdiği Washington ziyaretlerinde de bu dostluğun izlerini gözlemleyebiliyoruz.
İsrail’in İran’ı hedef alarak başlattığı savaşta ve yine İsrail’in Suriye’deki birtakım politikalarından ötürü Netanyahu ile görüş ayrılığına düştüğü bilinen Trump, bu sefer de Gazze’deki kıtlık sebebiyle Netanyahu ile karşı karşıya geldi.
Seçim kampanyası döneminde Biden yönetimi Gazze halkına yardım götürdüğü ve İsrail’e çeşitli silahların satışını durdurduğu için Trump tarafından “İsrail düşmanı” olmakla itham edilmişti. Şimdi aynı Trump, Gazze’de kıtlığın etkilerini azaltmak maksadıyla gıda merkezleri kuracağını duyurdu.
Netanyahu, Gazze’ye gönderilen yardımları kabul etmeyip halkı açlığa terk ettiği için Beyaz Saray’dan Birleşmiş Milletler’e kadar pek çok kurum tarafından kınanmasına rağmen geri adım atmayacak gibi görünüyor. Trump’ın “Hamas ile mücadelenin” altını çizerek mevcut koşulların iyileşmesi için Hamas’ın bitirilmesi gerektiğini ifade etmesi, Netanyahu’nun elini rahatlatsa da Gazze halkının ne esir takası ne de ateşkes ilanını bekleyecek hali kaldı. Hamas ve İsrail’in topu sürekli birbirlerine attıkları ortamda Trump’ın Gazze’de gıda merkezleri açma fikri de tüm trajikomikliğiyle tarih sahnesinde yerini aldı.