Başkan Erdoğan 12 Temmuz’da AKP, MHP ve DEM’in birlikte yol yürüdüğünü ilan etti. Bu açıklama bir yönüyle herkesin bildiği bir gerçeğin rejimin en tepesindeki kişi tarafından siyasi kamuoyuna açıklıkla duyurulması, diğer yönüyle de ileride olacaklara dair bir perspektif çerçevesiydi.
Açıklamaya hemen düzletme geldi. DEM’den Pervin Buldan ve Tülay Hatimoğlu, Erdoğan’ın kendi partisinden ise Ömer Çelik ortada geniş çaplı bir ittifakın değil, sadece sürecin yönetilmesine dair bir işbirliğini mekanizmasının olduğunu belirtti. Oysa süreci seçimden, nedeni sonuçtan ayırt etmek imkansız.
11-2 Temmuz konjonktürü itibariyle yasal Kürt hareketi geri dönüşü olmayacak şekilde rejimle entegrasyon sürecine girdi. Günün sonunda DEM Cumhur İttifakına katılır demek için çok erken elbette. Ama 2023 seçimlerine benzer bir tabloyla karşılaşmamız ihtimal dahilinde.
Muhalefetin yenilgisiyle sonuçlanan o seçimlerde 6’lı Masa’nın parçası olmayan HDP, cumhurbaşkanı adayı çıkarmamış ve muhalefetin ortak adayı Kılıçdaroğlu’nu desteklemişti. Dışarıda kalarak içerdeki adayı destekleme stratejisi bir sonraki seçimlerde Erdoğan lehine sonuç doğuracak gibi. Günü geldiğinde DEM milletvekilleri AKP ve MHP ile birlikte hareket edip erken seçim için oy kullanacak mecliste. Ayrıca bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan karşısında aday çıkarmayacak Kürt hareketi. Öcalan’ın konumu o güne kadar ne olur bilemeyiz elbette. Ama hükümlü Öcalan olmasa bile onun yönlendirmesiyle yasal liderlik Cumhur İttifakı lehine pozisyon alacak.
Bu ittifak meselesini yorumlarken iki aşırı yorumun tartışmaları tıkadığına tanıklık ediyoruz. Genellikle CHP’ye yakın medya yeni açılım sürecini küçümseyen ve yapılan/yapılmakta olan her şeyi Erdoğan’ın başkanlık iddiasına indirgeyen bir dil kullanıyor.
Yandaş medya ise başka bir aşırılıkla karşımıza çıkmakta. Onlar da sürekli bir şekilde barıştan, büyük Türkiye vizyonu ve yeni siyaset koşullarından bahsediyor. Kürt hareketiyle siyasi iktidar arasında pazarlık yapıldığı iddiasını kesinlikle tartışmaya dahil etmiyorlar. Dahası Erdoğan’ın bir kez daha seçilmek için Kürtlerin oyuna ihtiyaç duyduğuna dair apaçık gerçek hükümete yakın çevrelerde dillendirilmiyor.
Bu iki indirgemeci okumaya karşı daha makul bir dilde ısrar etmek gerekir. PKK’nın silah bırakması, her ne kadar tüm KCK birimleri silah bırakmasa dahi önemli bir hadise. Süreç başarıyla yürütülürse yeni bir Türkiye ve Ortadoğu siyaseti bizi bekliyor. Bu olgu ne kadar gerçekse Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakının muhalefet karşısında zorlandığı, azalan oylar ve dönem sınırlaması gibi sosyolojik/hukuksal engelleri ancak yasal Kürt hareketi aracılığıyla aşabileceği de o kadar gerçek. Başkan Erdoğan’ın CHP karşısında söylem üstünlüğünü koruması ve halkı kendi yönetimine bir dönem daha ikna edebilmesi DEM sayesinde mümkün olabilir ancak.
Kürt hareketinin rejimle entegrasyonunda “bekadan barışa” şeklinde özetleyeceğimiz bir paradigma değişikliği başat rol oynuyor. Düne kadar ülkenin bütünlüğü önünde en büyük engel olan Kürt hareketi, ayrılıkçı iddialarından vazgeçtiği için siyasi birliğinin esaslı teminatlarından biri haline geldi bu aralar. İsrail tehdidine karşı Suriye, Irak ve Türkiye’nin birlikte hareket etmesi devletin yeni oyun planı. Bu doğrultuda düşünürsek pekala Türkiye yanlısı siyaset izleyen Şara, Barzani ve Talabi’nin yanına Öcalan da eklenebilir. Böyle bir şey gerçekten de mümkün olabilir mi bilmiyoruz. Ancak yasa dışı Kürt hareketinin silah bırakması, yasal Kürt hareketinin ise Cumhur İttifakı bileşenleriyle politik işbirliği içine girmesi bu yönlü bir eğilim olduğunu gösteriyor. Pek çok konuda olduğu üzere bu konuda da belirleyici karar dış emperyal güçlere ait. ABD, Suriye rejimi ile bölgedeki Kürt grupları Türkiye’ye daha yakın işbirliğine ikna edebilir.
Tartışmanın zorunlu bir ayağı ise Kürt hareketi rejimle entegre olurken Türk siyasi hayatında nelerin değişeceği meselesinde yoğunlaşıyor. DEM’in AKP’ye meclis çalışmaları bakımından yardımcı olması, iktidarın istediği zamanda erken seçime olur vermesi, hatta sınırlı bir anayasa değişikliğine katkı sunarak Erdoğan’ın önündeki iki dönem kuralını sorun olmaktan çıkarması mümkün.
Ancak iş partiler arası pazarlık ve işbirliğinin ötesine geçtiğinde durum değişiyor. Yeni açılım sürecinde ne kadar ivme kaydedilirse edilsin seküler ve muhalif Kürtlerin Erdoğan’a oy vermesinin bir garantisi yok. DEM’in AKP ve MHP ile hareket etmesi bir şey, DEM seçmeninin Cumhur İttifakının siyasal sosyolojik havuzuna yaklaşması ise bambaşka bir şey.
Sağ muhalefet ise ciddi bir liderlik, vizyon ve doğrultu krizi yaşıyor. Türk milliyetçiliğinin marka partisi MHP’nin yeni çözüm sürecinde oynadığı kurucu rol Türk milliyetçilerini derinden etkiledi. Ancak bizde milliyetçilik fazlasıyla devletçidir. Baştan itibaren yeni açılım sürecinin bir devlet projesi olarak sunulması sağ milliyetçi kitleyi daha da kararsız hale getirdi. Yine de bahsi geçen türbülansın bir sınırı var. Çünkü bu süreci başkanlık meselesine hiç değinmeden ve DEM’den gelen talepleri karşılamadan yürütmek imkansız. O konjonktür ağır bastığında muhalefetin toplumsallaşması çok daha kolay olacaktır.
CHP’de ise durumlar çok karşılık. Partinin politik enerjisinin büyük bir kısmı meşru müdafaa siyasetine gidiyor. Halk Partisi başta İmamoğlu olmak üzere tutuklanan belediye başkanlarını kurtarma ve yeni bir başlangıç yapma arzusunda. Ancak yolsuzluk gündemi çok ağır ve sürekli bir şekilde genişlemekte. Bu durum CHP’yi ayağına bağlanmış İmamoğlu taşıyla birlikte derine, her geçen gün daha da dibe çekmekte.
Ayrıca, DEM’i de incitmek istemiyor CHP liderliği. Bu nedenle çözüm süreciyle ilgili bazı rezervleri olsa da son ana kadar söyleme yansımayacak bu itirazlar. Parti içerisinde Atatürk milliyetçisi bir başkaldırı da olmadığı için Kürt hareketinin rejimle entegrasyonunu sessizce izleyecek ana muhalefet partisi. Tabii karşı çıkmadığı şey aynı zamanda bir sonraki seçimleri kaybetmesine yol açacak koşulların olgunlaşma sürecini karakterize etmekte.
Sonuç olarak şu yargıda ısrar edebiliriz: Yeni çözüm süreci siyasi iktidara iç ve dış siyasette bir dizi avantaj getiren önemli bir adım. Erdoğan bu elverişli koşulları sadece iç cephe, yani toplumsal mutabakat alanı bakımından değil, kesinlikle ülkenin kendi liderliğinde yola devam etmesi için de değerlendirecek.