Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • SenSensizsin
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • Avrupa Gündemi
      • ABD Gündemi
      • Altüst
    • D84 INTELLIGENCE
      • Kitap Yorum
      • Göç Sorunu
      • Başkanlık Sistemi Projesi
      • Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi
      • Herkes için Siyaset Bilimi
      • Yapay Zeka
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Fesih Kararı ve Türkiye’de Siyasetin Yönü | Burak Bilgehan Özpek Fesih Kararını Değerlendirdi
    Röportajlar

    Fesih Kararı ve Türkiye’de Siyasetin Yönü | Burak Bilgehan Özpek Fesih Kararını Değerlendirdi

    Daktilo198419 Mayıs 202513 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    Bahçeli’nin 22 Ekim’de Öcalan’a yaptığı çağrı ile başlayan süreci ve PKK’nın kendini feshetmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Sürecin en başından bu yana bu meselenin iç politika ile alakalı bir mesele olduğunu düşünüyorum. Yani mistik bir hadise değil bu. Dış politikadaki ani bir gelişmeden sonra ya da uluslararası sistemdeki yapısal bir değişimden sonra Türkiye’nin aldığı bir karar değil. 1923’ten itibaren Kürt sorunu Ankara’daki elitlerin birbirleriyle ilişkilerini düzenledikleri, iktidar kurarken kullandıkları bir enstrümandır. Çok kullanışlı bir enstrümandır ve bunu uzunca bir süre savaşma retoriği üzerinden yapmıştır Ankara elitleri. Bir güvenlikleştirme atmosferi yaratmışlar ve hemen ardından “rally around the flag” dediğimiz iktidarı sorgulamadan onun etrafında kenetlenme söylemi üretmişlerdir. 2013 senesiyle beraber Kürt sorununa yönelik bu geleneksel yaklaşım kırıldı. Aslında şöyle söylemek gerekiyor, bu geleneğin iki ayağı vardı. O iki ayağın bir tanesi kırıldı. Birincisi, Kürt meselesi tamamıyla bir güvenlik meselesi olarak algılanırdı; devlet geleneği böyleydi. İkincisi de biraz önce söylediğim gibi Kürt meselesi iç siyasette bir iktidar kurma aracıydı. Şimdi ilk defa 2013 senesinde biz PKK’yı muhatap alan bir devlet gördük. Bu ilginç. Çünkü genel itibariyle teröristlerle muhatap olunmaz. Yani arka kapıdan konuşulur, yakalanıldığı zaman inkar edilir ama resmi muhatap olarak terör örgütü alınmaz. Dolayısıyla 2013 yılındaki çözüm süreci aslında bir anlamda geçmişte yaşanan hadiselerin de sadece bir terör meselesi olmadığını, yaşananın bir iç savaş olduğunu da zımnen kabul eden bir yaklaşımdı. Çünkü sadece savaşanlar barışır, muaddiller barışır. Dolayısıyla 2013 yılında başlayan süreç bir anlamda geçmişte yaşananların da bir iç savaş olduğunu kabul eden bir yaklaşımdı.

    Fakat yukarıda bahsettiğim devlet geleneğinin ikinci ayağı değişmedi. Yani daha önceden savaşarak iktidar kurulurken 2013’te biz yeni bir şey gördük: Barışarak iktidar kurulmaya çalışıldı. Yani barış kavramının kendisi güvenlikleştirildi. Baktığınız zaman Gezi Olayları patlak verdi ve orada hükümetin tepkisi şuydu: “Kürt sorununu çözmeye çalışan bir iradeye karşı, imtiyazlı beyaz Türkler ayaklandı”. “Bu ideolojik bir kalkışmadır, Kürt meselesinin çözülmesinden rahatsız olanların itirazıdır” dendi ve iktidar kendisini bir anlamda Kürt meselesini çözdüğü için cezalandırılan, cezalandırılmaya çalışılan bir mağdur aktör olarak tanımladı. Diğer bir ifadeyle, Kürt meselesini kendisine bir kalkan yaptı.

    17 -25 Aralık soruşturmalarına baktığımız zaman hükümet yine Kürt meselesini kendisini korumak için kullandı. Çözüm sürecinden dolayı bu soruşturmaların başladığını iddia etti. Aradan çok zaman geçmeden Başkanlık sistemi meselesi konuşuldu Türkiye’de ve o zaman da yeni Cumhurbaşkanı seçilmişti Tayyip Bey 2014’te. Tayyip Bey başkanlık sistemine geçmeyi arzu ediyordu. İşte 400 milletvekili verin bu iş huzur içinde çözülsün sözü aslında çok sarih bir talepti. Aynı zamanda çözüm sürecinin devam edebilmesi için Adalet ve Kalkınma Partisi’nin güçlü olması gerektiği yönündeki söylem ve sadece AKP güçlü olduğu sürece çözüm süreci devam eder şeklindeki yaklaşım da 2013 -2015 yıllar arasındaki süreçte duyduğumuz argümanlardı.

    Dolayısıyla şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. İlk çözüm süreci iç siyasette daha fazla güç, daha fazla iktidar elde edebilmek için ya da kendisini muhaliflerin taarruzundan korumak için hükümet tarafından araçsallaştırıldı. Ancak bu politika iflas etti. “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışından sonra iflas etti. Erdoğan’ı eğer Demirtaş başkan yaptırsaydı, yani HDP tek başına seçime girmeseydi, başkanlık sistemine itiraz geliştirmeseydi, çözüm sürecinin devam edebilmesi için güçlü bir AKP’ye ihtiyacımız var, o yüzden biz AKP’yi zayıflatamayız deseydi, muhtemelen Bahçeli yerine 2015’ten sonra hükümetin en yakın çalıştığı aktör HDP ve Selahattin Demirtaş olacaktı. Bu olmadı. Başka hesaplar devreye girdi. Fakat daha sonra Erdoğan’a arzu ettiği başkanlığı Devlet Bahçeli sundu. Bir grup konuşmasında, 2016 senesinin Aralık ayı yanılmıyorsam, başkanlığın kapılarını Devlet Bahçeli açınca, iktidar ortağı da Devlet Bahçeli oldu.

    Bu hükümetin 22 senelik performansına baktığınız zaman onu bir ideolojiyle tanımlayamazsınız. Türkiye çalışmaları akademisyenlerinin en büyük problemlerinden bir tanesi bu. Mesela birçok makalede şunu görürsünüz. Belli bir noktaya kadar demokratik bir AKP var, ama ne olduysa bir kırılma noktası yaşanıyor. Sonra otoriterleşen bir AKP karşımıza çıkıyor. Bu bence hatalı bir yaklaşım. Birinci günden itibaren popülizmin nüvelerini bünyesinde taşıyan, halkı sürekli olarak elitler ve gerçek halk olarak ikiye ayıran, 2002’lerde, 2003’lerde dahi beyaz Türk söylemi üzerinden ya da sessiz çoğunluğun sesi gibi sloganlar üzerinden kendisini tanımlayan bir AKP var. Dolayısıyla AKP’nin belirli bir dönem liberal olması, belirli bir dönem İslamcı olması, belirli bir dönem milliyetçi olması çok kıymeti harbiyesi olan şeyler değil. Doğru, popülizmin çok kuvvetli bir teorik ya da ideolojik çekirdeği yok. Ama neticede bazı ayırt edici özellikleri de var. Mesela bu elit-halk ayrımı, liderin güçlü performansı ya da kurumsalcılık karşıtlığı gibi. Bunların hepsini görebiliyoruz. Yani 22 senede aslında sıfırıncı günden şu güne gelinceye kadar çok benzer bir AKP var. Ve bu da Tayyip Erdoğan’ın performansı etrafında şekillenen bir hareket. Dolayısıyla liberalizminin de, barışseverliğinin de, İslamcılığının da, milliyetçiliğinin de aslında hizmet ettiği tek bir amaç var. O da Erdoğan’ın gücünden zinhar, zerre taviz vermemesi ve o gücü kimseyle paylaşmaması.

    Bu bilginç bir durum. Sürekli olarak ahlaki bir konuma ihtiyaç duyuyor Erdoğan. Yani darbecilere karşı sivilleşmeyi savunan, dolayısıyla ahlaki noktayı, ahlaki köşeyi tutan hep Erdoğan oluyor. Arap Baharı yaşanıyor, İslamcılık popüler hale geliyor. Orta Doğu’da İhvan ve bağlantılı hareketler iktidara gelince Türkiye birdenbire İslamcı bir karaktere bürünüyor. Orada da muhalifler, Ahmet Akgündüz’ün gezi olaylarından sonra yazdığı gibi, gayri milli unsurlara, Batı’nın gayrimeşru çocuklarına dönüşüyor. Ve kökü dışarıda olan, toplumuna yabancılaşmış, dinine, kültürüne, geleneğine yabancılaşmış insanlara karşı, dinin ve bu kültürün saflığını temsil eden bir Erdoğan görüyoruz. Barış sürecinde de kırk yıllık bir kan davasını bitiren, dolayısıyla kimsenin cesaret edemediği bir süreci başlatan, kendisini barışa adayan ve karşısında da kan emici vampirleri bulan bir Erdoğan görüyoruz. Sonra milliyetçi olduğu zaman da vatan hainlerine, teröristlere karşı bu ülkenin bekasını savunan bir Erdoğan görüyoruz. Yani burada sürekli olarak ahlaki bir nokta bulup kendisini o noktayla özdeşleştiren, kendisinin muhaliflerini de olabildiğince gayri ahlaki olarak yaftalayan bir ruh hali var. Popülizmin el kitabında yazan işler bunlar ve birinci günden itibaren de vardılar.

    Dolayısıyla biz 7 Haziran 2015’den sonra yaklaşık 10 sene boyunca, başarısız olan çözüm süreci ve sonrasında, Erdoğan’a destek veren, Erdoğan’dan da kendi parti içerisindeki konumunu koruması için destek alan Devlet Bahçeli ile Erdoğan’ın milliyetçilik üzerinden iktidar kurduğu bir dönem yaşadık. Ve bu 10 yıllık dönem hakikaten son derece keyfi, son derece hukukun, kanun devleti prensibinin askıya alındığı bir dönem oldu. Milli güvenlik çerçevesi çok hoyrat bir şekilde kullanıldı. Tek suç, milli güvenlik paradigmasını reddetmek ve eleştirmek olarak kabul edildi. Ve milli güvenlik paradigmasını belirleyen aktör de AKP ve AKP Genel Başkanı olduğu için ve AKP Genel Başkanı aynı zamanda da Cumhurbaşkanı olduğu için bu siyasi meşruluk içerisinde hareket eden herkes suç işleme özgürlüğü olduğunu düşündü. Türkiye, sermayenin ve rantın el değiştirdiği gerçekten çok problemli bir dönem yaşadı. Ekonomisi kara parayla sağlıksız hale geldi, zehirlendi. Toplum genel itibariyle emeğiyle, gayretiyle yükselme pratiğini kaybetti. Çok daha hızlı, çok daha kısa yoldan zenginleşme yöntemleri daha popüler oldu. İnsanlar büyük bir haksızlığa uğramışlık duygusuyla yaşadılar. Geçtiğimiz on sene içerisinde suç örgütleri olağan dışı bir şekilde popüler hale geldi. Meşrulaştı, makbul hale geldi, görünür hale geldi. Yani neredeyse hayatımızın sıradan bir parçasına dönüştü. Bir pop müzik sanatçısı gibi, bir dizi yıldızı gibi algılanır hale geldiler. Bunlar son 10 yılda kurulan milliyetçi, güvenlikçi iktidarı besleyen ve bu kaynaklardan beslenen aktörler.

    Dolayısıyla Devlet Bey’in Ekim’de yaptığı çıkış, bir gecede Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı’nın Serbestiyet yazarına dönüştüğüne inanmamızı beklemiyorlarsa, yani birden vahiy şeklinde sol liberal fikirler Devlet Bey’e rüyasında tebliğ edilmediyse ve o da gece Milliyetçi olarak uyuyup sabah bir sol liberal olarak uyanmadıysa, mutlaka siyasi bir motivasyondan kaynaklanıyor. Yani öncelikli olarak şunu söyleyeceğiz: Bu sürecin içerisinde yer alan aktörler siyasetçi ve bu süreci başlatma, ilerletme motivasyonlarının da mutlaka siyasi çıkarla alakalı bir tarafının olması lazım. Mesela Ahmet Türk bugün şöyle bir şey söylemiş: Devlet Bey çok büyük bir risk aldı, hatta siyasi neticelerini de hiç hesaplamadan, kendisine doğabilecek maliyetleri de düşünmeden bu riski aldı. Böyle bir şey olamaz. Devlet Bey peygamber değil. Devlet Bey bundan altı ay önce HDP ‘yi kapatmadığı için Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması gerektiğini savunan bir siyasetçiydi. Çünkü o zaman öyle icap ediyordu. Bugün başka bir şey savunuyorsa bu şekilde icap ediyordur. O nedenle atacağımız ilk adım, bu aktörlerin birer siyasetçi olduğunu ve attıkları adımın onlara siyaseten, yani iktidarla olan ilişkilerindeki güç arayışları açısından bir şeyler kazandıracağını ya da bir şeyler kaybettireceğini hesaplayarak hareket ettiklerini düşünmek olmalı. Birinci adım budur. Bunu inkar etmememiz lazım. Bugün sosyal medyada, internet medyasında ya da ulusal medyada bu aktörlere büyük barış güvercini, büyük barış havarisi, çok idealist insanlarmış gibi muamele edenler olacaktır. Hem Dem Parti’de, hem PKK’da, hem MHP’de, hem AKP’de siyaset yapan isimlere böyle muamele edenler olacaktır. Ben işe bu adamların siyasetçi olduğunu, bu hamleyi de çıkarları için, hatta Türkiye’deki, Ankara’daki iktidar çıkarları için, iktidar hesapları için girdiklerini iddia ederek başlıyorum. Bu süreç de Devlet Bey’in bir siyasi arayışının sonucudur.

    Peki, o halde Devlet Bahçeli niçin bu siyasi arayışın içerisine girdi?

    Bu önemli bir nokta. Bahçeli niçin kendisini var eden söylemi topyekun reddederek birdenbire Abdullah Öcalan’ı meclise çağırdı, Dem Partilileri tebrik etti ve bu sürecin hamisi olma rolüne itti. Yani ne oldu da Devlet Bey bunu yaptı. Önce bunu sorgulamamız gerekiyor. İkincisi, Devlet Bey’in Tayyip Bey’den farkını anlamamız gerekiyor. Anlaşılıyor ki PKK ‘nın silah bırakması, Tayyip Bey tarafından da memnuniyette karşılandı. Fakat orada bir farklılık var.

    2015’te Virginia Page Fortna tarafından yazılan ve International Organization dergisinde yayınlanan bir makale var. O makalede bu tür iç savaşların nasıl bittiğine dair beş seçenekten bahsediliyor. Makale bir skala üzerinde bunları değerlendiriyor. Mesela skalanın en sağ ucunda isyancıların zaferi var. Bizim bildiğimiz kadarıyla PKK askeri bir başarıya ulaşmadı. Skalanın sola doğru bir yanında müzakere edilmiş bir anlaşma opsiyonu var. Onun sol yanında savaşın devam etmesi, onun bir yanında da isyancıların dağılması var. En sol uçta ise hükümetin zaferi var. Bence bu noktada Tayyip Bey’le Devlet Bey arasındaki fark ortaya çıkıyor. Devlet Bey, bu sürecin bir müzakere sonucunda ulaşılan süreç olduğunu topluma ima etti. Yani PKK silah bırakıyor ve bunun karşılığında bir süreç başlayacak ve bu süreç içerisinde bazı düzenlemeler olacak. Öte yandan Tayyip Bey ise bu skalanın en sol ucundaki hükümet zaferi opsiyonunu olabildiğince öne çıkartıyor. Yani bugün baktığınız zaman AKP ‘ye çok yakın medya şartsız bir silah bırakmadan ve hükümetin PKK’yı teslim aldığından bahsediyor. Şimdi bu hikaye başka bir şey. Eğer PKK şartsız bir şekilde teslim alındıysa o zaman Devlet Bahçeli’nin çıkışı Tayyip Bey’in bu şartsız teslim alma ve hükümet zaferi söyleminin dışında bir şeye işaret ediyor. O halde şunu sormalıyız neden PKK’nın silah bırakma süreci başlamışken ve devam ederken Devlet Bahçeli devreye girerek meseleyi biraz daha karmaşık hale getirdi ve neden Dem Parti’nin hızlı bir şekilde meşrulaştığı, meclisin hızlı bir şekilde anlam kazandığı bir süreç yaşadık?

    Dikkat ederseniz 2013-15 arasındaki dönemden farklı olarak şu anda bu süreç ağırlıklı olarak meclis üzerinden ilerledi. Yani öncesinde meclisteki partiler birbiriyle görüşmeden doğrudan İstihbarat Teşkilatı’yla İmralı görüşüyordu. Şu anda partiler birbirlerini bilgilendirdiler, birbirleriyle konuştular, görüştüler. Bence bir önceki döneme göre daha şeffaf bir dönem yaşandı. En azından, mesela Cumhuriyet Halk Partisi’nin; Dem Parti’yle MHP’nin ne konuştuğuna dair, Dem Parti’nin İmralı’yla ne konuştuğuna dair, Dem Parti’nin AKP’yle ne konuştuğuna dair bir fikri var. Neden Devlet Bahçeli yeniden meclisin güç kazanmasını, Dem Parti’nin meşrulaşmasını istedi? Şimdi bu seçenekler bana, yani bu ayrışma bana, hakikaten bu çözüm sürecinin farklı yönlere savrulabileceğini düşündürtüyor. Yani böyle bir intiba uyandırıyor. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim. Tayyip Bey’in “silahlarınızı gömün, teslim aldık” söylemi ve çok da fazla bu meselede müzakereye yanaşmama eğilimi, bence çözüm sürecinin bundan sonra anayasal değişikliklerle ya da yasal değişikliklerle ilerlemesine çok da sıcak bakmadığını gösteriyor. Öte taraftan, Devlet Bahçeli’nin Dem Parti’yi meselenin içine katması ve bir müzakere iması yapması, silah bırakma sürecinin yeni bir anayasa sürecine, yeni bir güç bölüşümü anlaşması sürecine evrilebileceğini gösteriyor. Yani fesih kararının bu yeni bölüşüm anlaşması için bir fırsat olarak görülmesine yol açabileceğine işaret ediyor. Benim yorumum bu açıkçası.

    Ancak burada AKP ile MHP arasında doğrudan bir karşılıklık beklemiyorum. MHP’nin AKP’ye bağımlı olduğunu düşünüyorum. MHP’nin niyetinin asla rest çekmek, sırtını dönmek veya AKP’yi sırtından vurmak olduğu kanaatinde de değilim. Fakat yeni bir oyun kurulacaksa Türk siyasetinde, Devlet Bahçeli’nin konumlanmak istediği yer, yeniden kingmaker olarak, sistemin vasisi olarak devam etmek. O yüzden Tayyip Bey’in PKK ‘yı silah bırakmaya zorlayan ve bunu da herhangi bir yasal, anayasal değişiklikle süslemeden ilerlediği tarzından çok memnun olduğu kanaatinde değilim. Devlet Bey’in bir oyun kurduğu; bu oyunda Dem Parti ‘ye, PKK’ya, AKP’ye, kendisine ve muhalefete bazı paylar ayırdığı kanaatindeyim. Mesela bugün PKK’nın silah bırakmasıyla birlikte artık kayyum tehlikesinin teorik olarak ortadan kalktığını, Dem Parti’nin belediyeleriyle, meclisteki grubuyla daha güvenli hale geldiğini, bunun da çok önemli bir şey olduğunu düşünüyor Devlet Bahçeli. Yani o yüzden bu sürece eklemlenmesinin, bu sürece çok doğrudan ve hırslı bir şekilde girmesinin sebebi, silah bırakma sürecini hızlandırmak ve silah bırakma sürecinin Dem Parti’nin siyasi güvenliğine olumlu bir etki yapması. Böylece Dem Parti’nin yeniden siyasi bir aktör olması amaçlanıyor bana sorarsanız. Çünkü hatırlayalım, 2016 senesinde Devlet Bey, mevcut milli güvenlik tehditlerine karşı parlamenter sistemin çok sorunlu olduğunu, başkanlık sistemi gibi irade gerektiren ve gerektiği zaman, hukukun da dışına çıkılabilecek, kurumsal özellikliğin de dışına çıkılabilecek uygulamaların gerekli olduğunu iddia etmiş ve bu yüzden başkanlık sistemini önermişti. Yani HDP’nin kilit bir aktör olmaması için ve güvenlik tehditleriyle hızlı, etkili bir şekilde mücadele edilmesi için başkanlık sistemini önermişti. Şimdi aynı Bahçeli’nin silah bırakma süreci ve Dem Parti’nin yeniden siyasileşme sürecinde aktif olduğunu görüyoruz. Demek ki Devlet Bey’in Dem Parti ‘yi yeniden siyasileştirerek başkanlık sistemiyle alakalı da yeni bir tutum alabilir.

    Özellikle İmamoğlu’nun tutuklanması, bence Devlet Bey’in bu konudaki endişelerini de arttırmıştır. Bana sorarsanız Devlet Bey, İmamoğlu’ndan pek hazzetmiyor, hiç hazzetmiyor hatta. Ama en az o kadar hazzetmediği bir şey daha var: İmamoğlu’nun tutuklanması. Yani İmamoğlu’ndan hazzetmediği gibi İmamoğlu’nun tutuklanmasından da pek hazzetmiyor. O yüzden Türkiye’nin gideceği yer olarak, yani bundan sonraki dönemini planlarken, çözüm sürecinin nasıl kullanılacağı konusunda kafasında başka bir plan olabilir. O plan da muhtemelen daha yetkileri azaltılmış bir başkanlık veyahut yetkileri arttırılmış bir parlamenter sisteme benzeyen bir rejim olabilir. Yeni anayasa sürecinde muhtemelen böyle bir şey arzu ediyor.

    Peki durum Tayyip Erdoğan için de böyle mi?

    Tayyip Bey için de yeni anayasa meselesinde ayrılan bir ganimet var. Bu ganimet yeniden seçilme olabilir, yani yeniden adaylık olabilir veyahut hiç seçilmeden yeni anayasada eski sisteme benzeyen bir yedi yıllık cumhurbaşkanlığı süreci olabilir. Tayyip Bey’e teklif edilen de muhtemelen bu. Devlet Bey kendisi için ve aslında HDP’liler için genel af istiyor. Kendisini destekleyen birçok insan geride bıraktığımız 10 sene içerisinde sıkıntılı işler yaptılar ve iktidarın değişmesi durumunda artık yeni iktidar onları korumayacaktır. Yani MHP’ye yakın birçok insanın aslında şu anda özgür olabilmesinin sebebi MHP’nin hükümete yakın olması. Dolayısıyla herhangi bir olumsuz duruma karşı MHP’nin bu defteri temizlemesi gerekiyor. Genel af da bu anlamda arzu edilen bir şey. Muhalefet için de parlamenter sistemin güçlenmesi gibi bir ganimet var burada. Bence Devlet Bahçeli’nin kafasındaki plan bu.

    Öte taraftan, bu plan işler mi? İşlemeyebilir. Çünkü Tayyip Bey’in çok yakın çevresinin başka bir planı var. Onlar bana sorarsanız bütün bu süreçleri, çok daha hegemonik, çok daha kapalı, mevcut başkanlık sisteminden taviz vermeden hatta gerekirse halka da pek bir şey sormadan ilerletmeyi planlıyorlar. Bundan birkaç hafta önce Bilal Erdoğan isminin konuşulduğundan Çavuşesku’nun Termometresi programında söz etmiştim. Eğer bir Erdoğan sonrası dönem planlanıyorsa, bu dönemin en önemli adaylarından bir tanesinin Bilal Erdoğan olduğunu düşünüyorum. Ve Bilal Erdoğan’ın mevcut rekabetçi otoriterlik paradigması içerisinde, yani Tayyip Bey gibi hem karizmatik ve popüler bir liderlik yaparak, hem de pragmatik iktidarlar kurarak yüzde elli artı bir oy alabilmesi çok zor olduğu için, genel itibariyle PKK’nın silah bırakmasını Türkiye’nin daha da fazla otoriterleşmesi için bir kredi olarak gördükleri kanaatindeyim. Yani bir cepheyi boşaltmış, sağlama almış gibi bir düşünce içerisindeler. PKK’nın karşılığında hiç taviz verilmeden silah bırakması, ama bunun karşılığında İstanbul Belediyesi’ne kayyum atanması, İmamoğlu’nun tutuklanması, Ankara Belediyesi’nin operasyonlarla bunaltılması, gerekirse hatta yine aynı şekilde Ankara Belediyesi’nin de kayyuma devredilmesi, Cumhuriyet Halk Partisi kongresinin iptal edilmesi gibi, muhalefeti felç edip dağıtabilecek bir paketin halen daha masada olduğu kanaatindeyim. Onların dünyasında PKK ‘nın silah bırakması sadece ve sadece Türkiye’nin daha da otoriterleşmesi için hükümetin elini rahatlatan bir krediden ibaret.

    M Siyaset
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikTürkiye’de Gazetecilik | TGS’den Basın Özgürlüğü Raporu: İlyas Coşkun ve Ülkü Şahin ile Söyleşi
    Sonraki İçerik 19 Mayıs 1919: Bağımsızlık Ruhunun Uyanışı ve Türk Gençliğine Bırakılan Emanet

    Diğer İçerikler

    Yazılar

    19 Mayıs 1919: Bağımsızlık Ruhunun Uyanışı ve Türk Gençliğine Bırakılan Emanet

    19 Mayıs 2025 Erdal Kesin
    Röportajlar

    Türkiye’de Gazetecilik | TGS’den Basın Özgürlüğü Raporu: İlyas Coşkun ve Ülkü Şahin ile Söyleşi

    18 Mayıs 2025 Gökhan Korkmaz
    Yazılar

    Post-PKK Düzeni ve Türk Siyasetinde Muhtemel Değişiklikler

    16 Mayıs 2025 Armağan Öztürk

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    19 Mayıs 1919: Bağımsızlık Ruhunun Uyanışı ve Türk Gençliğine Bırakılan Emanet

    19 Mayıs 2025 Yazılar Erdal Kesin

    Fesih Kararı ve Türkiye’de Siyasetin Yönü | Burak Bilgehan Özpek Fesih Kararını Değerlendirdi

    19 Mayıs 2025 Röportajlar Daktilo1984

    Türkiye’de Gazetecilik | TGS’den Basın Özgürlüğü Raporu: İlyas Coşkun ve Ülkü Şahin ile Söyleşi

    18 Mayıs 2025 Röportajlar Gökhan Korkmaz

    Post-PKK Düzeni ve Türk Siyasetinde Muhtemel Değişiklikler

    16 Mayıs 2025 Yazılar Armağan Öztürk

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}