Avrupa Gündemi Bülteni (1-14 Mart 2024)
Avrupa’daki seçim furyasına Portekiz seçimleri de eklendi ve kıyasıya geçen seçimler Portekiz’de ciddi bir değişime sebep olacak görünüyor. Hollanda’da ise geçmiş seçimlerin hayaleti yakamızı bırakmıyor ve Hollanda hükümeti bir türlü kurulamıyor. Ayrıca Alman ordusunun yöneticilerinin üst düzey bir konuşmasının medyaya sızması bütün ülkeyi ve Avrupa’yı güvenlik konusunda sarstı ve yeni tartışmaları beraberinde getirdi.
Portekiz’de Seçimler: Aşırı Sağın Galibiyeti
Bu senenin Avrupa’da seçimler senesi olacağını önceki Avrupa Bülteni’nde belirtmiştim. Avrupa’nın seçim furyasına eklenen son seçim de Portekiz genel seçimleri oldu. 10 Mart’ta gerçekleşen seçimlerin sonucuna göre iktidar partisi olan Sosyalist Partisi (PS), 230 koltuklu Portekiz meclisinde yalnızca 77 koltuk kazanabildi ve mecliste çoğunluğu elde edemedi.
Öte yandan merkez sağ ana muhalefet partisi Demokratik İttifak (AD) ise 79 koltuk kazandı ve PS ile yakın bir oy oranı elde ederek mecliste çoğunluğu elde edemese de seçimin kazananı oldu. Bu tabloya bakıldığında aşırı sağ bir parti en çok oyu almış gibi gözükmese de aslında diğer Avrupa ülkelerinde son yıllarda sıklıkla gördüğümüz gibi kazanan yine aşırı sağ oldu.
2019’da kurulan aşırı sağ Chega partisi bu seçimlerde hızlı bir ivme yakalayıp mecliste 48 koltuğu garantileyerek seçimin üçüncü partisi oldu. Kuruluşundan bu kadar kısa bir süre geçip mecliste bu kadar koltuk kazanabilmeleri aslında sıklıkla bahsettiğimiz Avrupa’daki aşırı sağ partilerin yükseliş trendinin başka bir örneği. Ancak, Portekizce “yeter!” anlamına gelen Chega’nın sandıktaki başarısı hükümette yer almasına yeterli olmayabilir. Zira Portekiz’de siyasi arenada hem muhalefet hem de iktidar, aşırı sağı oyun dışı bırakmaya çalışıyor.
PS lideri Pedro Nuno Santos, verdiği demeçlerde AD ile siyasete bakışlarının aynı olmaması sebebiyle hükümet kurulurken koalisyonda yer almayacaklarını ve bunun yerine muhalefeti Chega partisine bırakmayıp PS’nin muhalefeti üstleneceğini belirtti. Hükümet tarafında da Chega’nın pek şansı yok gibi gözüküyor. Çünkü AD lideri Luís Montenegro, Chega partisi ile hükümet kurmayacağını söylemişti.
Aşırı sağın yükselişine takılıp aslında çoğu zaman diğer dip dalga değişimlerini unutuyor muyuz diye sormalıyız kendimize. Zira Portekiz siyasetinde uzun yıllardır etkili olan iki ana akım parti de mecliste çoğunluğu sağlayamadı ve önceki seçimlerde 122 koltuk ile mecliste çoğunluğu elde edebilmiş olan sol PS partisi ciddi bir düşüş yaşayarak yerini merkez sağ olan AD’ye bıraktı.
Portekiz’de değişim rüzgarları eserken ve mecliste çoğunluğu hiçbir parti elinde tutamazken AD, hükümet kurmak için ilk sırada yer alıyor. Chega ile masaya oturmak istemeyen AD’nin kuracağı hükümet, yüksek ihtimalle bir azınlık hükümeti olabilir.
Hollanda’nın Bitmeyen Koalisyon Çilesi
22 Kasım 2023’deki seçimlerden beri ara ara döndüğümüz Hollanda’da hâlâ bir hükümet kurulabilmiş değil. En son bıraktığımızda Yeni Toplum Sözleşmesi Partisi’nin (NSC) lideri Pieter Omtzigt koalisyon görüşmelerinden tamamen çıkmış gibiydi ve NSC’nin hükümette yer almayıp sadece bazı ortak politikaları mecliste destekleyebileceğini söylüyordu.
Peki ne oldu? Aslında diğer siyasi aktörler nezdinde seçimlerde birinci gelen PVV’nin bir hükümet kuramaması Geert Wilders için bir güçsüzlük olarak algılanıyordu. Wilders liderliğindeki PVV, Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD), Yeni Toplum Sözleşmesi Partisi (NSC) ve Çiftçi Vatandaş Hareketi (BBB) koalisyonda olması beklenen sağ partilerdi. Ancak daha önce de değindiğim gibi Dilan Yeşilgöz liderliğindeki VVD de Wilders’e pek sıcak bakmıyordu.
Aksaya aksaya ilerleyen koalisyon görüşmeleri artık kopma noktasına gelmiş olacak ki Wilders 13 Mart günü kendi X hesabında, koalisyon görüşmelerindeki “tüm” partilerin desteği olmadığı için başbakanlıktan vazgeçtiğini açıkladı.
Geçtiğimiz Kasım ayından beri takip ettiğimiz ve herkesi şoka uğratan Wilders’in önlenemeyen yükselişi şimdilik son bulmuş gibi gözüküyor. En azından yakın gelecekte Hollanda başbakanı olamayacak. Ancak bir sonraki seçimde daha da güçlenip geri gelmesi de yabana atılacak bir ihtimal değil. Kendisinin başka bir X paylaşımında da dediği gibi “Unutmayın, ben yine de Hollanda Başbakanı olacağım […] yarın değilse bile yarından sonra”.
Koalisyon görüşmelerinde ise ikinci tura geçildi. Daha önce konuşulan ancak olmasına pek de ihtimal verilmeyen teknokrat hükümet fikri gitgide yüksek olasılıklı bir seçenek haline gelmeye başladı.
Bu hükümetin nasıl olacağını anlamak içinse Hollandalı ünlü siyaset bilimci Cas Mudde’ye tekrar bakmamız gerekecek. Mudde’nin X paylaşımına göre parti liderleri hükümette yer almasa da partilerin önemli siyasi aktörleri bakan olarak kabinede yer alacak ve başbakan “dışarıdan” biri olacak.
Hollanda siyaseti daha önce de dediğimiz gibi tahmin edilebilir bir şekilde ilerlemiyor ve yarının neler getireceğini öngöremiyoruz ama kesin olan bir şey var ki siyasette alışkın olmadığımız senaryolara şahit oluyoruz. Hollanda’nın koalisyon çilesi bir türlü bitmezken hükümetin nasıl şekilleneceğini ise ancak zaman gösterecek.
Alman Ordusunda Telekulak Krizi
Almanya da sızıntı haberlerden muzdaripler kervanına katıldı. Geçtiğimiz haftalarda üst düzey Alman askerlerinin Ukrayna’ya uzun menzilli Taurus füzelerinin gönderilmesi olasılığını konuştuğu bir ses kaydı internette yayıldı.
Alman Şansölyesi Olaf Scholz ise daha önce verdiği demeçlerde Taurus füzelerinin Ukrayna’ya gönderilmeyeceğini belirtmişti. Ancak bu bilginin sızması ile beraber Alman hükümetinin kamusal alanda farklı, kapalı kapılar arkasında farklı askeri stratejileri olduğu ile ilgili düşünceler de yayıldı.
Aynı zamanda böyle üst düzey bir konuşmanın sızması da Almanya’nın, özellikle de devam eden Ukrayna Savaşı’nda güvenlik önlemlerinin yeterli olup olmadığını sorgulattı. Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ise yaptığı açıklamada Putin’in bir “enformasyon savaşı” yürüttüğünü söyledi.
Rusya-Ukrayna Savaşı devam ederken Almanya’dan böyle bir sızıntı gelmesi şaşırtıcı olsa da şu ana kadar Almanya tarafından ses kaydıyla ile ilgili açıkça bir yalanlama gelmedi. Bu telekulak krizinin Almanya’nın iç siyasetinde ne tür sonuçlara gebe olduğunu ise ilerleyen zamanlarda göreceğiz.