[voiserPlayer]
Yaptığı hataların ve eksikliklerinin yanı sıra uzun siyasi yaşamı süresince İsmet İnönü’nün başardığı en önemli işlerden biri, Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmayarak büyük bir tehlikenin dışında tutmak oldu. Birinci Dünya Savaşı’nda subay olarak orduda görev yapan İnönü, Enver Paşa’nın padişah da dahil olmak üzere herkesten habersiz emrivakisiyle Almanya’nın yanında savaşa girilmesinin sonuçlarını bizzat yaşayarak görmüş, yıllar sonra siyasi tecrübesinin de katkısıyla ülkesini aynı akıbetten korumayı başarmıştı.
İşte bu sayede, sona erdiği 1945 yılında on milyonlarca ölüm, harabe haline gelen kentler, insanlarda fiziksel ve psikolojik birçok hasar bırakan bu savaşı Türkiye en az zararla atlatan ülkelerden biri oldu. O dönemin şartlarını hesaba katmaksızın “karneyle satılan ekmek” dezenformasyonuyla siyaset yapanlar bu gerçekleri hep görmezden gelse de ülkece yıkımın eşiğinden dönüldüğü bir gerçekti.
Savaş süresince durum o kadar kritik ve belirsizdi ki İnönü Alman orduları sınıra dayandığında da, ertesi yıl yapılan ve Türkiye’nin savaşa dahil olması için Roosevelt ve Churchill’in ısrar üstüne ısrar ettiği Adana ve Kahire görüşmelerinde de soğukkanlılığını korumasını bilmiş ve savaşa girmek istemediğini bütün dünyaya göstermişti.
Neticede Türkiye, kararlı bir stratejiyle savaşın dışında kalarak yıkımdan ve belki de yok olma tehlikesinden kurtuldu. Bu kararlı duruş sonucunda alınan netice, dış politikada maceraperest ve duygusal davranmanın yaratabileceği olumsuz sonuçların farkında olan İnönü’nün eseriydi. Âdeta sinir harbi hâlinde geçen yıllar kendisinin aynı zamanda ne kadar usta bir devlet adamı olduğunu da kanıtlamıştı.
O yıllarda da ülke içinde özellikle Almanya’dan yana savaşa dahil olunmasını arzulayan, bu yönde çalışan ve propaganda yapanlar vardı. Yol açabilecekleri felaketin boyutlarının farkında olmayan bu kişiler neyse ki ciddiye alınmamış, tarafsızlık politikasından vazgeçilmeyerek maceradan uzak durulmuştu.
Bu maceraperestler istediklerini yaptırmayı başarabilseler, savaşın kaybedenlerinden biri olacak olan Türkiye’nin ödeyeceği siyasi ve ekonomik bedelin boyutu öngörülemez ölçüde büyük olacak, daha da önemlisi çok sayıda insanımız kendileri ve ülkeleri açısından amacı belli olmayan bir savaş uğruna hayata veda edeceklerdi.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya, silahlanma yarışı akıl almaz boyutlara ulaşmasına rağmen, çok az sayıda istisna dışında aynı çapta büyük bir savaşa yol açılabilecek herhangi bir ciddi tehlike yaşamadı. Soğuk Savaş sürecinde ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından gelen yıllarda birçok bölgede irili ufaklı çatışmalar baş gösterdi. Ancak hiçbiri günümüzde olduğu kadar ciddi bir Üçüncü Dünya Savaşı potansiyeli doğurmadı. Daha doğrusu, hemen hemen hiçbirinde başat ülkeler sıcak bir biçimde karşı karşıya gelmedi.
İkinci Dünya Savaşı’nın büyük trajedisini yaşayan siyasetçilerin ve dünya halklarının bunda önemli payı vardı. Kimse uzun yıllar sürecek yeni bir yıkım istemiyor ve herkes buna göre davranıyordu. Yaşanan maddi ve manevi büyük kayıplar herkesi daha soğukkanlı ve akılcı davranmaya yöneltmiş, hiçbiri büyük risklere girecek kadar çılgınca hayaller peşine düşmemişti. Dünyayı ele geçirme planıyla yola çıkan Hitler’in başına gelenler ülkelerinin başında bulunanlara ders olmuştu.
Günümüzde Küresel Siyaset ve Üçüncü Dünya Savaşı
II. Dünya Savaşı’ndan bu yana 80 yıla yakın bir zaman geçmişken o yıllarda yaşananlar çoktan unutuldu ve tarihin tozlu sayfalarına terk edildi. Bu unutkanlık, siyasetçileri daha sert ve pervasız olmaya yönelterek yeni bir büyük savaş riskini günden güne büyüttü.
Günümüzde Rusya ile Ukrayna ve İsrail ile Hamas arasında yaşanan çatışmalar, dünyanın farklı kutuplarını oluşturan güçlü ülkelerin karşı karşıya gelebilecekleri büyük bir savaşın ortaya çıkmasına yol açabilecek boyuta ulaşmış durumda. Bir başka deyişle, aklı başında davranılmazsa Üçüncü Dünya Savaşı’nın yaşanma olasılığı hiç de az değil. ABD, Çin, Rusya gibi ülkelerin ve müttefiklerinin tavırlarına bakıldığında endişelerin gün geçtikçe artıyor olması da son derece olağan.
Şartlar böyleyken Türkiye’de savaş çığırtkanlığı yapanların tekrar su yüzüne çıkmaları da şaşırtıcı olmadı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaşa girilmesini isteyenler, ülkeyi nasıl bir faciaya sürükleyebileceklerini ancak savaşın sonunda fark edebilmişlerdi. Günümüzün savaş isteklileri ise tarihten ders almasını bilmedikleri için aynı hatayı yapmakta ısrar ediyorlar.
Şunu açıkça vurgulamak gerekir ki, dünya genelinde yaşanan haksızlıkları, adaletsizlikleri, zulümleri protesto etmek başka şey, bu uğurda ardını arkasını düşünmeden ülkeyi kaosa sürüklemeye çalışmak başka şeydir. İkisini birbirine karıştırarak koskoca bir toplumun sonu belirsiz maceralara atılmasına ön ayak olmak akılcı bir davranış olarak kabul edilemez.
Son derece stratejik bir noktada bulunan ve bulunduğu bu konum itibariyle taşıdığı riskler oldukça yüksek olan Türkiye, yalnızca barışı savunarak kendisini koruyabilir. Bu ülke adına savaşın en küçük ihtimalini bile akla getirmek, sonu belli olmayan bir çıkmaza girmekten farksızdır.
Bugün Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi olanların, tıpkı İnönü’nün yaptığı gibi, macera arayanlara kulak tıkaması ve kararlı bir şekilde barıştan yana tavır alması son derece önemlidir. Aksi bir hareket ülkeyi topyekûn intihara sürüklemekten başka bir anlam taşımaz.