[voiserPlayer]
Türkiye siyasetinde demokrat, milliyetçi ve muhafazakâr gibi kimlikler üzerine inşa edilen merkez sağ, muhafazakâr değerlerin ön planda olduğu bir yaşam tarzının yanında toplumsal modernleşmeyi savunan serbest piyasa ekonomisini desteklerken sınırlı da olsa bazı durumlarda devlet müdahalesini meşru gören bir siyasi eğilime karşılık gelmektedir.
Türkiye siyasetindeki merkez sağın karakteristik özelliklerinden birisi, her türlü aşırılığa uzak durarak radikallik teşkil etmeyen orta yolda ve ılımlı bir siyasi yelpazeye sahip olmasıdır. Dolayısıyla merkez sağ siyasetçileri, kendilerini cumhuriyetin kurucu iradesine ve inkılâplara saygılı, ancak bu inkılâpların tamamlandığını düşünen bir çerçevede konumlandırırken kendilerine, hızlı kalkınma modeliyle ivme yakalayan bir rota çizmiştir. Türkiye’de merkez sağ şeklinde tanımlanarak iktidara gelen Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Doğruyol Partisi de bu mevcut paradigma dairesinde bir siyasi seyir izlemiştir.1
Türkiye’deki merkez sağ siyasetçileri, özellikle 1980’li yıllar öncesinde kendilerine ideolojik bir tanım getirmeye çalışmıştır. Örnekler üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak merkez sağın en sembolik isimlerinden biri olan Süleyman Demirel, merkez sağ çizgisini; demokrat, cumhuriyetçi, milliyetçi, anti-komünist, kalkınmacı ve medeniyetçi olarak tanımlamıştır.
Merkez sağ siyasete doktriner bir kimlik kazandırmak isteyen Demokratik Parti Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli, Demokratik Sağ adını taşıyan kitabında “siyasi yönü cumhuriyetçi, sosyal yönü milliyetçi, iktisadi yönü hür teşebbüs” tanımını yapmıştır.2 Merkez sağın diğer bir güçlü ismi Turgut Özal, daha ziyade değişim, serbest piyasa, dünya pazarı, reformculuk kavramlarını kullanmıştır. Mesut Yılmaz ise çöküş dönemini yaşayan merkez sağ adına 2008 yılında liberal-demokrat tabirini kullanırken milliyetçi-muhafazakâr bir liberal-demokratlık mahiyetine sahip Japon liberal-demokrat modeline atıfta bulunmuştur.
Merkez sağın önemli isimlerinden Hüsamettin Cindoruk, 1980’li yıllarda yürüttüğü Doğru Yol Partisi (DYP) genel başkanlığı görevinde merkez sağ tanımlaması adına cumhuriyetçi, demokratik, milliyetçi-muhafazakâr, laik ve liberal sıfatlarını kullanırken 28 Şubat döneminde DYP’den ayrılarak kurduğu Demokrat Türkiye Partisi (DTP) için liberal sağ ve cumhuriyetçi laik tanımlamalarında bulunmuştur.3 Tanım çerçevesinde benzer kavramlar kullanılsa da merkez sağın kendi tarihindeki ilk ciddi fikri ayrımı 1990’lı yıllar öncesinde DYP’nin eski düzendeki sosyal-liberal siyasetinin devamlılığını savunmasıyla ANAP’ın neoliberalizm odaklı politikaları dillendirmesi olmuştur. Zira merkez sağın karakteristik özelliklerinden birisi ve kendisini radikal sağdan ayırt eden ekonomik manadaki farklılık kapitalizmle olan uyumluluğu olmuştur.4
2000’li yıllarda Türkiye’deki merkez sağ siyasetinin temsilcileri ANAP ve DYP olurken iki partinin 2007 seçimlerine birleşerek gireceği beklentisine karşı fikir ayrılıkları sebebiyle birleşme gerçeklememiş ve DYP kendisini feshederek Demokrat Parti ismini almıştır. Demokrat Parti, 2007 seçimlerine tek başına katılırken %5,42 oy oranı alarak merkez sağın en düşük oy oranını elde etmiştir.DYP ve ANAP’taki düşüş ortamı içerisinde dönemin iktidarı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ise merkez sağın yeni partisi olarak gösterilmeye başlanmıştır.
Kuruluşunda kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan AKP’nin zamanla merkez sağda kendisini konsolide etmesi, merkez sağın Türkiye siyasetinde kapladığı alanın daha da flulaşmasına neden olmuştur. Zira AKP, gelenekçilerle yenilikçilerin çatışmasından doğan bir hareket olarak yorumlansa da esasında İslamcı siyasetin merkez sağ ile kurduğu ittifakın bir tezahürü olarak vücut bulmuş ve bu dönüşüm, AKP’nin iktidar olmasında önemli bir rol oynamıştır.
Yıllarca merkez sağı iktidarda temsil eden ANAP ve DYP gibi siyasi partilerin baraj altında kalması, merkez sağda doğan boşluğun AKP tarafından doldurulmasına neden olmuştur. Ne Erkan Mumcu’nun merkez sağı yeniden hareketlendirme çabası, ne de DP-ANAP birleşimine dair girişimler ya da alternatif olmak adına sonradan kurulan yeni siyasi partiler, merkez sağdaki toparlanmaya yetmiştir. AKP, merkez sağda tezahür eden alternatifleri ya da Süleyman Soylu gibi merkez sağın önemli isimlerini bünyesine dahil ederek ilerlemeye devam etmiştir.
Türkiye’deki siyasi arenanın önemli bir alanını oluşturan merkez sağ, çok partili yaşamın başladığı ilk günden günümüze kadar gelinen süreçte çeşitli partilere iktidar olma şansı tanıyan bir özkütleye sahip olmuştur. 2023 seçimlerinin ardından Türkiye’de AKP iktidarı ile devam ederek başlayan yeni süreç içerisinde merkez sağ, aynı önemini korumaya devam ettiği gibi bundan sonraki dönemin de siyasi partiler metrajındaki en önemli cazibe alanlarından birisini oluşturacaktır. Bu anlamda AKP sonrası dönemde dahi merkez sağda yaşanacak siyasi rekabetin yüksek bir ivmeye sahip olacağı gözlemlenmektedir.
Parti programında “demokratik, cumhuriyetçi, milliyetçi” sıfatlarını vurgulayan İYİ Parti, merkez sağın yeni gücü olmayı hedefleyen bir çizgi taşımaktadır. İYİ Parti, her ne kadar Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP) ayrılan Türk milliyetçiliğinin önemli isimlerinin kurduğu bir parti olsa da Meral Akşener’in partiyi MHP’nin bir diğer benzeri olmaktan ziyade merkez sağ bir parti haline getirmek istediği bilinmektedir.
Bu anlamda seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile yapılan ittifakın “zararlarının” dillendirilmesi, hatta İYİ Parti Eskişehir milletvekili Nebi Hatipoğlu’nun yaklaşan yerel seçimler adına Cumhur İttifakı ile ittifak kurma önerisi ve “İçim el vermeye vermeye Kılıçdaroğlu’na oy verdim… CHP ile işlevsiz, partimize faydası değil zararı dokunan ortaklığa mecbur değiliz.” şeklindeki çıkışları, esasında merkez sağ seçmenine göz kırpmaktan öteye geçmemektedir.
Hatipoğlu’nun açıklamalarının ardından İYİ Parti sözcüsü Prof. Dr. Kürşad Zorlu tarafından yapılan açıklamada -beklenildiği gibi- Hatipoğlu’nun açıklamalarının partiyi değil kendisini bağladığı ifade edilmiştir. Esasında İYİ Parti bir taraftan destek görmek istediği sağ seçmeni kaybetmek istemediği gibi muhalif tabanı da küstürmek istememektedir. Dolayısıyla İYİ Parti, CHP ile kurduğu ittifakı tamamen sonlandırmadan ya da seküler muhalif tabanı kaybetmeden muhalif kanadın merkez sağdaki en güçlü adayı, AKP sonrası dönemin de en iddialı merkez partisi olmayı hedeflemektedir.
Merkez sağ için iddialı olması beklenen ancak 2023 seçimlerinde büyük hayal kırıklığı yaşayan partilerden birisi ise Ali Babacan’ın Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) olmuştur. DEVA, “özgürlükçü katılımcı çoğulcu demokrasi” şiârını kullanırken Ali Babacan’ın “Batılı muhafazakâr parti liderine” benzetilmesi, programatik bir kazanımın tezahürüdür. Liberal damarın merkez sağdaki en güçlü adayı olması beklenen DEVA, seçimlerde yaşadığı hayal kırıklığı sonrasında henüz bir toparlanma girişiminde bulunmadığı gibi Gelecek Partisi ve Saadet Partisi arasında cereyan eden TBMM’de ortak grup oluşturma girişiminin dışında kalmayı tercih etmiştir.
Bu tavır, DEVA’yı kendisini muhalefetteki muhafazakâr kanattan ayrı bir noktada konumlandırdığı izlenimini sağlasa da seçimlerin ardından ciddi bir teşkilat yenilenmesi ya da güçlendirilmesi ve seçmene daha dokunan bir retorik geliştirme ihtiyacını gizleyememektedir. Aksi takdirde merkez sağda ağır bir özkütleye sahip bir siyasi parti olmaktan henüz uzak bir görüntü sergilemeye devam edecektir.
Merkez sağda ancak daha az “merkezcil” görülen Gelecek Partisi ise “özgürlükçü, demokrat, evrensel ve kadim değerlerimizden güç alan bir siyasal vizyon” tanımıyla siyasal İslam çizgisinden uzaklaşmış bir siyasi parti görüntüsü vermeye çalışarak merkez sağın muhafazakâr kanattaki en güçlü adayı olma iddiasını taşısa da 2023 seçimlerinin en büyük hayal kırıklığını yaşayan partilerinden bir diğeri olmuştur. Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun “sağ seçmen CHP’ye oy vermez” çıkışı, adeta merkez sağın cazibe alanını tanımlasa da Davutoğlu’nun Müreffeh Türkiye iddiasının AKP döneminin bağlamından kopmuş seçeneği olma görüntüsü seçmen nazarında kabul görmemiştir.
Merkez sağın rekabetçilerinden birisi de kuşkusuz ki Yeniden Refah Partisi (YRP) olacaktır. YRP’nin 2023 seçimlerinden kısa bir süre önce AKP ile yürüttüğü müzakere masasından ayrıldıktan sonra Cumhur İttifakı’na geri dönüşü esasında bu temele dayanmaktadır. Zira Fatih Erbakan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son seçimi olması kuvvetle muhtemel olan 2023 seçimlerinde, “Erdoğan’a kaybettiren olma” sıfatını taşımaktan kaçınarak “Erdoğan sonrası dönemde” konsolide edilmesi planlanan seçmen tabanını korumak istemiştir. Dolayısıyla YRP, kendisine ait gördüğü “tabanı” toparlayarak post-Erdoğan döneminde sağ cenahın merkez siyasetindeki en büyük partisi olmayı hedeflemektedir.
Merkez sağın çeşitli alternatifleri arasında kendisini ciddi bir varis olarak gören siyasi parti ise Demokrat Parti’dir (DP). Diğer siyasi seçeneklere nazaran zayıf bir duruş sergileyen DP, merkez sağın tarihi mirasçısı olarak eski “yuvasına” dönmeyi amaç edinen bir politik çizgi takip etmeye çalışsa da Millet İttifakı’na dahil olma süreci haricinde adı duyulan kitlesel bir etkiye sahip olamamıştır. Genel Başkan Gültekin Uysal, genç ve dinamik profiliyle bir heyecan taşısa dahi, DP’nin temel problemlerinden bir tanesi kadrosuzluk sorunudur. Zira DP’nin Genel Başkan Uysal’dan başka kamuoyu tarafından tanınan bir yüzü ya da bir ekibi bulunmamaktadır. Nitelikli bir kadroya sahip olsa dahi bu kadronun kamuoyu nazarında görünürlüğünün artırılması su götürmez bir ihtiyaca işaret etmektedir. Ayrıca DP’nin merkez sağ gibi siyasetin büyük bir cazibe alanını dolduracak kapsamlı ve tatmin edici bir programa ihtiyacı vardır. Zira merkez sağı ayakta tutan temeller, dinamik bir ekonomik programla kent ve kırsal düzlemde toplumsal tatmine dayanan sütunlardan oluşmaktadır.
Tüm bu tablo çerçevesinde şurası bir gerçek ki AKP sonrası dönem için merkez siyaset çekişmeli bir kapışmaya sahne olsa da bu düzlemde merkez sağın en büyük alternatifi yine AKP’nin kendisi olacaktır. Tüm olumsuz politik performansına rağmen AKP, kitlesel kopuşları geri döndürebilme ve telafi yerine koyduğu alternatif icralarla merkezdeki gücünü koruyabilme deşarjına sahip olurken lider odaklı siyaset anlayışından beslenen ancak kadrolarındaki değişkenliği de sürdürebilen bahçesiyle kitlesine ikna edici bir görüntü sergilemektedir. Ancak merkezin eski merkez olarak kalıp kalmayacağı da muallakta bir durum teşkil etmektedir. Zira kitlesel merkez bugün; küresel dünyaya entegre, dışa kapalı olmayan ve komşularıyla sorunsuz bir noktaya doğru kaymaktadır. Dolayısıyla bu eksende bir politik çizgi, merkez sağın yeni vizyonu haline gelebilme ihtimalini de taşımaktadır.
Son sözü başka bir gerçek ile tamamlayacak olursak, hangi siyasi parti tarafından doldurulacağının şimdiden kestirilmesi zor olan ve alternatifi bol bir alan teşkil eden merkez sağ yelpazesi, Türkiye siyasetinin iktidar olma yolundaki en geniş cazibe alanını temsil ettiği gibi bu etki alanını -merkez soldaki dağınık ve karışık tablo devam ettiği sürece- uzun bir müddet sürdürmeye devam edecek gibi görünmektedir.
Referanslar:
- Öner Buçukcu, “Edilgen Bir Siyasal Kimlik: Türkiye’de “Merkez Sağ””, Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Yıl: 17. Sayı: 60. (12-32)
- Tanıl Bora, ‘’Merkez Sağ’’, Birikim, Haftalık 4 Kasım 2020. https://birikimdergisi.com/haftalik/10331/merkez-sag
- Tanıl Bora, ‘’Merkez Sağ’’, Birikim, Haftalık 4 Kasım 2020. https://birikimdergisi.com/haftalik/10331/merkez-sag
- Tanıl Bora, ‘’Merkez Sağ’’, Birikim, Haftalık 4 Kasım 2020. https://birikimdergisi.com/haftalik/10331/merkez-sag