[voiserPlayer]
6 Ok’u tek ihtimal olarak gören bir ailede büyümüş, dedesi CHP Kurultay delegesi olan, CHP Gençlik Kolları’ndan yetişen, yaklaşık 3 yıl CHP Afyonkarahisar İl Gençlik Kolları Başkanlığı görevini yürüten ve koltuğunu kendi isteğiyle bıraka(bile)n, seçim dönemi sahada aç karna terini akıtan, gerektiğinde direğe CHP bayrağı asan, çay getiren, yerleri silen, broşür dağıtan sosyal demokrat bir CHP’li…
Kısaca kendimi anlatayım izninizle. Ben Şöhret Can Kolsuz. İlkokul ve lise eğitimimi Afyonkarahisar’da aldım. 2013-2017 arasında Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünde okudum. Daha sonrasında bu mesleğin karakter özelliklerime uygun olmadığını düşünerek memleketim Afyonkarahisar’a gidip hukuk eğitimi almaya ve aktif siyasetin içinde bulunmaya karar verdim. Geçen sene bitirdiğim okulumun ardından mesleki hayatımı başlattım. Parti kapısından girdiğim ilk günden beri; kuruluş misyonumuza uyarak daima ileriyi hedefledim, ilkeli bir siyaset benimsedim ve özlediğimiz iktidara kavuşmak için eleştiriler/öneriler getirmeye gayret ettim, ediyorum. Bu yazıyla beraber de bu öneri, tespit ve eleştirilerime bir yenisini ekleme arzusundayım.
Türkiye birçoklarına göre siyasi tarihimizin en kritik seçimini geride bıraktı. 14 Mayıs’a giderken içinde bulunduğumuz gergin atmosfer, seçime ve sonrasına dair yaşanacaklar konusunda da ipuçları barındırıyordu aslında. Yıllar sonra ‘beka/yerli ve milli’ başlığı altında konuşulması gereken milliyetçi akımlar Cumhur İttifakı’nın söylem havuzunu oluşturdu. Cebinde harcayacak parası, arabasının deposunda benzini olmayan seçmenin bu söylemleri satın almasıyla beraber Millet İttifakı’na yönelik “terörle ortaklık” suçlamalarının kulaktan kulağa dolaştığını gördük.
Kulaktan kulağa oyununu hatırlayanlar bilecektir, bu oyunda ilk söylenenle son söylenen arasında dağlar kadar fark vardır, doğru olandan gitgide uzaklaşılır. HDP’nin aday çıkarmaması ile başlayan süreç, montaj videolar ve HDP’nin CHP listesinden seçimlere gireceği yalanıyla süslenip kamuoyuna sunuldu. Senelerdir tek taraflı propagandaya maruz bırakılan AKP seçmeni ise anlatılan yapay gerçekliğe sımsıkı sarıldı. Başka şansları da yoktu aslında.
Düşünelim şimdi. 21 sene bir doğruya inanıyorsunuz, tek adamın davasına(!) kendinizi adıyorsunuz, hayalini kurduğunuz Türkiye’ye bu yapının sizi ulaştıracağını düşünüyorsunuz ve çeyrek asrın sonunda geldiğiniz nokta, derin ekonomik kriz, kaçak sığınmacı sorunu ve elbette depremde sınıfta kalan devlet tabusu.
Benim gözlemlediğim kadarıyla Türkiye’de insanlar 2 şeyi yaparken çok zorlanıyor:
1- Bilmiyorum demek ve bilmediğini kabul etmek.
2- Yanıldığını kabul etmek.
Bizi ilgilendiren konu yanılma meselesi. Türkiye’de seçmenin büyük bir bölümü bu denli umut bağladığı bir yapının sınıfta kaldığını, hatalı kararlar verdiğini, kullandığı oyla kendisinin de bu hatalar zincirinde bir halka olduğunu kabul etmek istemiyor. Zira inandığı tüm doğruları, yaşadığı hayatı çöpe atmak anlamına geliyor bu kabul. Daima, aslında olmayan bir davaya inanmak için yeni bir sebep, oy vermek için yeni bir bahane, sopasını göstereceği yeni bir düşman yaratmak istiyor seçmen bu sebeple.
Sahada Yaşadıklarım
Seçim sürecinde gece gündüz sahadaydım ve gözlemlerim elbette bununla sınırlı kalmadı. Afyonkarahisar gibi muhalif siyaset üretmenin çok zor olduğu bir coğrafyada insanları ikna etmeye çalıştım. Gitmediğim köy, kasaba kalmadı fakat üzülerek söylüyorum ki fanusumdan çıkınca gerçeklerle yüzleştim. CHP en güçlü olduğu dönemlerde dahi kırsaldan oy alma konusunda sıkıntı yaşayan bir parti kabul ediyorum fakat problemlerin ayyuka çıktığı böyle bir dönemde bile özellikle taşra kırsalı seçmeninde CHP’nin bir alternatif olarak görülmediğini anladım. Bu insanların zihnine her gün daha fazlasının işlendiğini gördüm.
Gördüğümüzde bize komik/cringe gelen sosyal medya paylaşımlarının bu insanlar tarafından ilgiyle takip edildiğine tanık oldum. Camide, tarlada, düğünde CHP’nin varlık gösteremediğini ve AKP’li siyasetçilerin “yalnızca kendi yaşam alanlarında bulunarak” bu insanlarla derin ilişkiler kurduğunu gözlemledim. Akşam şehre döndüm, ‘’AKP’ye oy veren ellerim kırılsaydı’’ diyen seçmenin Kılıçdaroğlu ismini duyunca bir adım geri gittiğini fark ettim. Sırtında mezhepsel, ırksal hatta fiziksel küfe taşıyan yıpranmış bir lidere insanların oy vermeyeceğini seçimden önce idrak ettim. İnsanların Tayyip Erdoğan’ın karşısında yeni yüzler görmek istediğini, bu olursa oy vereceklerini Afyonkarahisar gibi bir şehirde “defalarca” kulaklarımla duydum. Fakat nafile…
Cumhurbaşkanlığı seçimi aslına bakarsanız 3 turlu bir seçimdi. 2 turunu zaten biliyorsunuz. Bizi ilgilendiren kısım seçimin 0. turu: yani aday belirleme süreci. Muhalefet seçimi orada kaybetti. Baştan söyleyeyim, anketlere göre aday belirlemek hatalıdır. Zira, siyaset anketlere göre yol çizme değil anketlerin sonucunu değiştirme sanatıdır. Bununla birlikte önümüzde bir gerçeklik vardı: sokağın sesi. Sokak fısıldamıyor bağırıyordu aslına bakarsanız. 6 Şubat depreminden önce parti tabanını dahi kendi ismine ikna edemeyen bir adayın adaylığını istemiyordu sokak. Tıpkı AKP’ye oy verdiği için pişman olan kararsız seçmen gibi Tayyip Erdoğan karşıtlığında birleşen muhalif seçmen de yeni yüzler görmek istiyordu siyasette.
Tayyip Erdoğan’la senelerdir ‘’Vardır bir bildiği’’ sloganı özdeşleştirilir fakat bu çok da doğru değil. 14 Aralık akşamı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasi yasak kararı Tayyip Erdoğan’ın en büyük rakibinin kim olduğunu anladığını gösterdi bize. “CHP’li gibi” siyaset yapmayan, devletin sınırsız imkanına karşı muhalefete 2 kez İstanbul’u kazandıran İmamoğlu en büyük çekincesiydi Erdoğan’ın. Erdoğan tabir caizse o akşam bir zar attı ve düşeş geldi. Saraçhane’de seçimin sonucu tayin edilebilecekken İmamoğlu, siyasi yasak kararının ertesi günü Gültekin Uysal’ı anons ederken buldu kendini.
CHP’nin Durumu
CHP seçmeni partisiyle ilgili hayaller kuruyor ama asla hedefe ulaşamıyor çünkü düğme baştan yanlış ilikli. Zira parti elitleriyle halkın talepleri örtüşmüyor. ‘’Az olsun bizim olsun’’ mantığı yeterli görülüyor. O az olanı almak için de mahallelisini yemekten, kendi yetiştirdiği figürleri %000.1 dahi oyu olmayan, sokakta görsek tanımayacağımız isimlere meze yapmaktan dahi çekinmiyor bu yapı. İşte yanlış ilikli düğme burası. Değişim başlayacaksa her şeyden evvel bu kemikleşmiş kadroların, değişimi engelleyen yapıların önüne geçilmesi gerekiyor.
Biraz avam bir örnek olacak ama CHP’deki değişim tarifini üç katlı düğün pastası üzerinden anlatmak mümkün:
1. Kat: Parti içi hukuk, yani tüzük. Her şeyin temeli burası. Buradaki hatalar düzeltilmeden başarıya ulaşmak imkansız. Size küçük bir örnek vereyim. CHP’de 2020 mahalli delege seçimlerindeyken çok kritik bir mahallede oyların eşit çıktığını fark ettik. Bütün dengeyi değiştirecek kadar büyük bir mahalledeki sonucu nasıl tayin etmemiz gerektiğini öğrenmek için tüzüğü açtık. Tüzükte yazılı madde çok ilginçti. ‘’Blok liste usulünde eşitlik durumunda sonuç KURA ATIŞIYLA belirlenir.’’ Yazı tura attık ve sonucu belirledik. Delegelerin tümü “tura” geldiği için bir tarafa geçti. Cumhuriyet’in kurucu partisi bu gibi basit anlaşmazlıkların dahi kapsamlı ve mantıklı açıklanmadığı bir tüzüğe sahip.
2. Kat: Parti programı. Aslına bakarsanız çoğu kişinin okumaya tenezzül etmediği bir ayrıntı(!) parti programı. Program, gidilecek yönü ve partinin nasıl yükseleceğini anlatan bir rehber aynı zamanda. CHP’nin mevcut programı yaklaşık 345 sayfalık, her konuya üstünkörü değinilen, hatları belli olmayan bir rehber. CHP’nin mutlaka kristallendirilmiş, sınırları çizilmiş, parti politikalarının yaslanacağı, ideolojinin net olarak belirlendiği ve her şeyden evvel okuyunca anlaşılabilen bir programa ihtiyacı var.
3. Kat: Kadrolar. Kadro demek vitrin demek. Vitrin göze hitap eder. Yukarıda da bahsetmiştim. ‘’Az olsun bizim olsun’’ mantığıyla değişimi engelleyen eski yüzler seçmende antipati yaratıyor. 2 katlı da pasta olur ama 3 katlı pastanın albenisi yüksektir. CHP’nin ihtiyacı olan en önemli şey, alışılmış siyasi ezberlerin dışına çıkan, seçmenle duygusal bağ kurabilen, sırtında yük taşımayan, yeni politikalar üretebilen yeni yüzler ve yeni kadrolardır.
Pasta hazır ama işimiz bitmedi. Bu pastanın insanlara ikram edilmesi gerekiyor. Zira pasta, yenildiği zaman bir anlam ifade ediyor. Burada da ihtiyacımız olan şey bıçak. Yani güçlü lider. Bütün bu anlattıklarım vatandaşa tarif edilemezse yine bir önemi yok. Burada da sözüne tamah edilen, ikna kabiliyeti olan, nobran siyaset anlayışını elinin tersiyle iten ve her şeyden önemlisi “kazanmayı bilen” bir lidere ihtiyaç var.
%48’i ve verilen 39 vekili başarı olarak gören, 14 Mayıs’ı tarif ederken “köprüden önceki son çıkış” diyenlerin hezimet sonrası özeleştiri vermediği düzenden memnun olan, kazanmanın değil “istediği adayla kaybetmenin hayalini kuran”, Cumhuriyet Halk Partisi’nde Cumhuriyet değerlerini çiğneyip antidemokratik ortam yaratarak “halka rağmen” siyaseti önceleyen kişilerin isteklerini kırmayacağım ve ‘isimler üzerinden’ siyaset konuşmayacağım. Zaten yukarıda tarif ettiğim ismin kim olduğunu anlamak için arif olmaya gerek yok.
Spencer Johnson ‘’Değişim için en büyük engelleyici kendi içinizde yatıyor.’’ dediğinde bir bildiği vardı elbette. Kim bilir, CHP’deki değişimin önündeki en büyük engel CHP içerisinde yatıyordur belki de. Varlık sebebini reddeden, inandığı ideolojiyi tanımayan, bio’suna yazacağı sıfatları önceleyen “solcu muhafazakarlardan” kurtulmak dileğiyle…