[voiserPlayer]
Kısa Bir Yakın Tarih Okuması
Altılı Masa projesi ve bu projenin ürettiği Kılıçdaroğlu adaylığı başarısız oldu. Yalın ve inkar edilmeyecek bir gerçek bu. Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi yaşanırken ve hükumetin bürokrasiyi yönetme becerisi muhafazakarlar tarafından dahi sorgulanırken oldu bu. Üstelik, muhalefetin yönettiği 11 büyükşehir belediyesinin, karasal yayın yapan birçok muhalif televizyon kanalının ve ulusal gazetenin desteğine rağmen yaşandı. Kılıçdaroğlu’nun rakibi Erdoğan, 2014 yılında powerpoint dosyasına kopyalanan ekmek görseliyle kampanyasına başlayan ve mali açıdan oldukça mütevazı bir bütçeyle seçime giren Ekmeleddin İhsanoğlu’na ve OHAL şartları altında, neredeyse hiçbir medya desteği olmadan kampanya yürüten Muharrem İnce’ye karşı aldığı oyun aynısını almayı başardı.
Ne var ki hiçkimsenin ölüyü gömmeye ve geride bıraktığı borcu harcı ödemeye niyeti yok. Seçimlerden bir sene önce, bütün kamuoyu araştırmalarında potansiyel adaylar arasında sonuncu çıkan isim Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Henüz tanınmamış, kamuoyunun yabancı olduğu ve başkanlık yarışına ısındıkça sempati toplayacak bir isimden bahsetmiyoruz burada. 2010 senesinden beri CHP’nin liderliğini yapan bir figür Kılıçdaroğlu. Yani geride bıraktığı 13 senenin bagajıyla birlikte tartıldığında sıkleti aşağı yukarı belli bir siyasetçi.
Ancak aday tartışmaları yaşanırken gerek medyada gerek akademide seçimlerin halihazırda kazanıldığına dair inanç çok yüksekti ve muhalif medya bu görüşü radikal bir şekilde topluma aşıladı. Dolayısıyla, atılması gereken tek adım, bütün muhalefeti tek çatı altında toplamak ve ortak bir aday etrafında uzlaşmaktı. Zira, itimat edilen birçok araştırma şirketi, “muhalefetin adayının” seçilme şansının Erdoğan’dan daha yüksek olduğunu gösteriyordu. Bu aslında, Kılıçdaroğlu adaylığının yollarını döşemek için yapılmış kaliteli bir düzenbazlıktı. Çünkü “muhalefetin adayı” ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy oranları birbirinden farklıydı ve araştırma şirketleri bu gerçeği gizlemeyi tercih ettiler.
Umulan, aradaki farkın kampanya stratejileriyle, sosyal medya ajanslarının gayretiyle, toplumun motivasyonunu arttırarak kapatılacağıydı. Bu yüzden insanlar, sürekli olarak Kılıçdaroğlu’nun açık farkla kazandığı anket sonuçlarıyla muhatap edildiler. Muhaliflerin büyük çoğunluğu, seçimi Erdoğan’ın kazanacağı ihtimalini akıllarının ucundan bile geçiremez hale getirildiler. Sosyal medyada veyahut muhalif bir televizyon kanalı karşısında birkaç dakika vakit geçiren her muhalif, bu işin bittiğine, gümbür gümbür gelen bir değişimin ufukta göründüğüne, Kılıçdaroğlu’nun 98 boyutlu bir satranç oynadığına ve günün sonunda muhaliflere emsali görülmemiş bir zafer hediye edeceğine inanabilirdi. Bütün bu şamatanın, hatta topluma yönelik medya kuşatmasının amacı, “muhalif aday”ın anketlerde gördüğü oy oranı ile Kılıçdaroğlu’nun oy oranı arasındaki farkı kapatmak içindi.
Kılıçdaroğlu adaylığı elbette ki sadece medya ve sosyal medya platformları sayesinde gerçekleşmedi. Bunun kurumsal altyapısını ise Altılı Masa mekanizması hazırladı. 2022 yılının Şubat ayında, parlamenter sisteme geçiş mutabakatı imzalayan altı siyasi parti arasındaki bu mekanizma, tedrici olarak muhalefete dair her konuya karar veren ve oy oranlarından bağımsız olarak her partiye veto hakkı tanıyan, ultra eşitlikçi bir yapıya dönüştü. Masa, Ağustos ayından sonra ortak bir hükumet programı hazırlama işine girişti ve seçimlerden sonra ülkeyi birlikte yöneteceğini iddia etti.
Bu iddia, yine seçimlerin kazanılacağı varsayımına dayanıyordu. Çünkü Altılı Masa, seçimlerin nasıl kazanılacağına dair hiçbir adım atmadı. Ne seçimlerden bir sene önce, Cumhur İttifakı tarafından değiştirilen seçim kanuna yönelik bir adım atıldı, ki bu aslında ortak aday listeleri yapmayı gerektiriyordu, ne de başkan adayının kim olacağına dair bir tartışma yürütüldü. Aksine, başkan adaylığı tartışması bilinçli şekilde anlamsızlaştırıldı. Kılıçdaroğlu, adayın kim olacağının önemsiz olduğunu, doğru bir sistem kurulduğu takdirde herhangi birisinin aday olabileceğini söylüyordu. Bu aslında, Kılıçdaroğlu’ndan daha popüler olan iki adayı, yani İmamoğlu ve Yavaş’ı önemsizleştirme çabasıydı.
Seçimler, bir liderin siyasi karizması sayesinde kazanılmamalıydı. Eğer bu olursa, galibiyette hak iddia edecek olan siyasetçi, Erdoğan’ı mağlup etmenin güveniyle yeni bir Erdoğan olarak başkanlık yetkilerini kullanabilirdi. Altılı Masa, kazanılmış olarak gördüğü seçimin sonunda gelecek iktidarı, kendi denetimi dışında hareket edebilecek karizmatik ve iddialı bir siyasetçiye kaptırmak istemiyordu. Bu yüzden, seçimi kazanmaya yönelik atılacak siyasi adımları pek önemsemedi ve yüzlerce sayfalık politika metinleri üretmeyi daha öncelikli bir vazife saydı.
Ortak aday listeleri meselesi ise, seçime 35 gün kala toplum ile paylaşıldı. Toplam oy oranı %1 civarında olan 4 küçük parti, CHP listelerinden seçime girecek ve yaklaşık 40 vekil sandalyesine sahip olacaklardı. Bu gerçekliğin, Kılılçdaroğlu aday ilan edildikten sonra ortaya çıkması ise bugünden bakıldığında hiç de şaşırtıcı gelmiyor çoğu insana. Zira, henüz aday kesinleşmemişken bu rakamların belli olması, 4 partinin Kılıçdaroğlu adaylığını onaylama karşılığında CHP listelerinden kontenjan aldıkları dedikodularını ayyuka çıkartacak ve Kılıçdaroğlu adaylığını, Altılı Masa partilerinin ortak akıl ile verdikleri bir karar olmaktan çıkartacaktı.
Sosis imalathanesini andıran bu süreci estetik hale getirmeye çalışan başka aktörler de oldu ve öne sürdükleri argümanlar ile geliştirilen Kılıçdaroğlu adaylık projesine ahlaki bir hava vermeye çalıştılar. Bu aktörler, Kılıçdaroğlu adaylığına atfettikleri ahlakilik ile ideolojik bir tatmin veya tarihi bir hesaplaşma söylemi üzerinden ilerlediler. Özellikle Deva ve Gelecek partileri etrafında kümelenen post-Kemalist entelektüeller ile TİP-HDP işbirliği hattına oturan sosyalist aydınlar seçimlere bir devrim muamelesi yapmaktan geri durmadılar.
Toplumsal karşılığı aslında son derece zayıf olan bu ideolojiler, Erdoğan’ın kötü yönetimi sayesinde kazanılması oldukça kolay hale gelmiş seçimden sonra oluşacak hükumete kendi ruhlarını vermeye gayret ettiler. Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği “helalleşme” söylemini ve neo-lberalizm ile hesaplaşma kararlılığını ise tatmin edici buldular. Ancak onların Kılıçdaroğlu’na atfettikleri ahlaki öznelik, kaçınılmaz şekilde onun karşısındaki adayları tariflemelerine, hatta yaftalamalarına sebep oldu. Bu çevrelerin, ulusal ve uluslararası itibarı yüksek isimlerden oluştuğu ve herhangi bir aktörü subjektif olarak tanımlamalarının elit düzeyde siyasi ilişkileri etkilediğini de söylemek gerekiyor. Bu yüzden, geride bıraktığımız bir sene boyunca Kılıçdaroğlu’nun yoluna çıkabilecek her türlü tehdidi hoyratça tariflemeler yaparak etiketlediler. Onlar için İmamoğlu ikinci Erdoğan olma potansiyeli taşıyan, 5’li Çete ile işbirliği yapabilecek laz bir müteahhit; Mansur Yavaş, Kürtler ile arasında aşılamayacak bariyerler olan milliyetçi bir siyasetçi; Akşener’in İYİ Partisi ise “aşırı sağcı”, faşist, derin devletin, ittihatçı geleneğin ve demokratik bir geleceği şüpheyle karşılayanların partisi oldu.
Bütün bu tanımlamalar ise 6 Mart günü artık tarihe karışmıştı. Kılıçdaroğlu’nun karşısında aday olmak yerine onun yardımcılığını kabul eden İmamoğlu ve Yavaş kampanya performansları övülen makbul siyasetçilere dönüştüler. O ana kadar aşırı sağcı ve faşist olarak nitelendirilen İYİ Parti ise birden bir sihirli bir dokunuşla merkez sağ bir parti halini almıştı. Zira bu insanlar için merkez, Kılıçdaroğlu’nun siyasi ikbaline tekabül ediyordu. Çünkü narsist bir şekilde, Kılıçdaroğlu’nun muhtemel başkanlığı ile özdeşleştirdikleri kendi kavram setlerini, siyasetin merkezine yerleştiriyorlardı. Bu merkezden uzaklaşan, ona meydan okuyan kim varsa gelişigüzel bir yaftalamayı hak ediyordu.
Kaldırılamayan Cenaze
Neticede ortada bir ölü var ve kimse onun borcunu harcını kapatmadığı için gömülemiyor. Gömülemediği için de leşi koktukça kokuyor. Aylarca Kılıçdaroğlu’nun popülaritesinin muhalefetin herhangi bir adayı kadar yüksek olduğu fikrini topluma pompalayan araştırma şirketi sahipleri, köşe yazarları, sosyal medya fenomenleri ve bu koroya katılan muhalif akademisyenler, her akşam televizyon ekranlarında arz-ı endam etmeye devam ediyorlar. Ahlak üzerinden ilerleyen entelektüel ve akademisyenler ise durumu izah etmenin ne denli zor olduğunun farkındalar elbette. Çünkü, güneş tutulması gibi, yüzyılda bir gerçekeleşen hem ahlaki doyum hem de seçim başarısı ihtimaline çok bağlanmışlardı. Hatta onları muteber kılan biraz da bu söylemleriydi.
Ahlaki bir söylem ile başarıya ulaşılabileceğini söyleyip durdular senelerce. Mamafih bu olmadı. Üstelik tokadı, hiç beklemedikleri yerden, milliyetçi ve muhafazakar sağ seçmenden yediler. Ne helalleşme söylemi, ne AKP’den kopan gazeteci ve siyasetçilerin desteği, ne de tekme tokat Altılı Masa’ya geri oturttukları İYİ Parti sağ seçmeni Kılıçdaroğlu’na yönlendiremedi. Şimdi gözlerinin önünde, hem post-kemalizmin, hem muhafazakar demokrasinin hem de liberal solun ezberleri yıkıldı. Kendi açılarından ödedikleri en büyük maliyet sanırım bu oldu. Bunun dışında esaslı bir özeleştiri veren ve seçim sürecindeki tezlerinin hatalı olduğunu kabul eden ve buna cesaret gösteren pek çıkmadı.
Öte yandan, Kılıçdaroğlu adaylığına onay veren Altılı Masa partileri, yaşanan seçim mağlubiyetine küçük bir tatsızlık muamelesi yapmakta ısrarcı ve hiçbiri hangi motivasyonla Kılıçdaroğlu’nun ismi üzerinde mutabık kaldıklarını açıklamıyorlar. Teşkilatları mı baskı yaptı, araştırma sonuçları mı Kılıçdaroğlu’nu işaret etti, yoksa ideolojik bir yakınlık mı onları bu karara itti gibi sorular hala cevapsız. Cevapsız olduğu için de hiçbir siyasi parti en ufak bir revizyon sinyali vermiyor; kendisini, seçim kaybettiren bu hatalı karara yönlendiren kadroları da tasfiye etmiyor. Altılı Masa’yı destekleyen isimler halen parlamentoda ve partilerin yönetim kademesinde.
İYİ Parti Siyaseten Nerede Konumlanacak?
Bu yazı, aslında İYİ Parti’nin kongre sonrası siyaseten nerede konumlanacağı ile alakalı. Ancak bu uzun girişi yapmadan ilerlemek mümkün değildi. Zira, İYİ Parti de Altılı Masa içinde yer aldı ve Kılıçdaroğlu adaylığını onayladı. Eğer seçim kazanılsaydı, kabineye girecek ve yürütme erkinin ortaklarından birisi olacaktı. Ne var ki İYİ Parti’yi diğer partilerden ayıran bir taraf var. Parti lideri Akşener, süreç boyunca Kılıçdaroğlu adaylığını desteklemediğini çeşitli vesilelerle beyan etti ve 3 Mart 2023 tarihinde Masa’ya kararlı ve sert bir metin ile veda etti. Yani, Kılıçdaroğlu ile kazanılamayacağını, Masa’daki 4 küçük partinin görüşlerine itibar edilmemesi gerektiğini ve adayın CHP ile İYİ Parti müzakeresi ile belirlenmesi gerektiğini Akşener biliyordu ve topluma bunu açık şekilde gösterdi.
Ne var ki 6 Mart tarihinde İYİ Parti yeniden Masa’ya döndü ve Kılıçdaroğlu kampanyasının bir parçası oldu. Dolayısıyla, masadaki bütün partilere sormamız gereken soruyu İYİ Parti’ye de sormamız gerekiyor. Kılıçdaroğlu adaylığına onay verilmesinin sebebi nedir? Şimdiye kadar 4 küçük partinin (Deva, Gelecek, Saadet, Demokrat) CHP listelerinden aldıkları kontenjan ve oy oranlarına bakılmaksızın kabinede alacakları 2 sandalye için, yani kendi parti elitlerinin çıkarları için bu adaylığa onay verdiklerini ve seçimlerin kaybedilmesini ikinci planda tuttuklarını yazdık. CHP için ise durumun daha çok, İmamoğlu ve Yavaş isimlerini öne çıkartmama çabasından kaynaklandığı ve mevcut parti içi oligarşinin statükoyu koruma gayreti olduğu söylenebilir. Zaten seçimden sonraki tartışmalar da bu durumu açıkça teyit ediyor. Ancak İYİ Parti ile ilgili hala aydınlanmayan bir taraf var.
Akşener’in Altılı Masa’ya dönme kararı gizemini koruyor. Elinde araştırma raporları olan, geçtiğimiz üç sene içinde Anadolu’yu en fazla ziyaret eden, yani halkın nabzını en yakından tutan ve otuz yıldır siyaset sahnesinde olan bir isim Akşener. Parti tabanıyla da duygusal bir ilişki içinde ve Kılıçdaroğlu adaylığının nasıl karşılandığını çok iyi biliyor. Bütün bunlara rağmen Akşener’in Masa’ya oturması ve mağlubiyetin ortağı olmayı kabul etmesi izah edilmeye muhtaç. Buradaki mantıksızlık, birçok insanı komplo teorilerine yöneltse de, ben siyasete daha içkin bir noktadan bakmaya çalışacağım ve İYİ Parti için 3-6 Mart arası süreçte yaşananları Altılı Masa mekanizmasını kendi partisinin çıkarlarının önüne koyan bir parti oligarşisi olgusundan bahsedeceğim.
CHP söz konusu olduğunda bu oligarşi Kılıçdaroğlu ile uyumlu hareket ederken, İYİ Parti’de ise oligarşi ile lider arasında bir uyumsuzluktan bahsetmenin yerinde olduğunu düşünüyorum. Mamafih, her iki oligarşinin birbirleriyle olan bağımlılık ilişkileri mevcut ve bu durum Akşener’i siyasi bir hamle yapamaz hale getirdi. İddiam bu. Bu çerçevede, İYİ Parti’nin geçtiğimiz hafta yaptığı kongreyi de analiz etmek mümkün olacak. CHP için sıkça dillendirilen “değişim” talebinden elbette başarısızlığın ortaklarından birisi olarak İYİ Parti de muaf değil. O halde değişmesi gereken neydi ve değişti mi? Akşener’in kongre konuşması sırasında bütün topluma yansıttığı öfkesinin sebebi bu değişimi tetiklemek mi, yoksa ertelemek mi?
Phoney War ve Parti Oligarşileri
Akşener’in haklı olduğu 14 Mayıs gecesi ortaya çıktı. Aylarca Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a fark attığını söyleyen anketçiler, bu anketleri yaygınlaştıran popüler sosyal medya hesapları, halkın yumruğunun AKP faşizminin alnında patlayacağını iddia eden sol romantikler ile vicdanlı muhafazakarların artık Kılıçdaroğlu’nun dönüştürdüğü CHP’ye güvenip oy vereceğini düşünen muhafazakar demokratlar ise açıkça yanıldı. Artık Akşener sahneye çıkıp 3 Mart tarihinde attığı adımın, muhalefeti kurtarmak için can havliyle yapılan bir hamle olduğunu ve kendisini kıskaca alanların buna izin vermeyerek seçimi kaybettirdiklerini söyleyebilirdi. Ancak bu hemen olmadı. Birçok insan, Akşener’in suskunluğunu parti kongresinde efsanevi bir konuşma yapacağı şeklinde yorumladı.
Parti kongresinde öfkeli bir Akşener vardı kürsüde. Ne var ki bu öfke, ne yakın tarihte yaşanan olaylara temas ediyor ne de İYİ Parti’nin önümüzdeki dönem politikasını ima ediyordu. Parti tabanında Kılıçdaroğlu’nun aday olma sürecine yönelik tepki ve memnuniyetsizlik aşikardı. İYİ Parti’nin 6 Mart’ta masaya dönerek bu eğilimi temsil edemediği de öyle. Dolayısıyla birçok insan, 3-6 Mart sürecini, Akşener’in hem parti içinden hem de parti dışından maruz kaldığı kuşatmayı dinlemek istiyordu. Bunun için ise İYİ Parti içinde Kılıçdaroğlu adaylık sürecine destek veren ve Akşener’i yeniden Altılı Masa’ya oturmaya teşvik eden siyasetçilerin ifşa edilmesi, Erdoğan karşıtlığı üzerine kurulu büyük muhalefet anlatısının CHP Genel Merkezi tarafından istismar edildiğinin söylenmesi gerekiyordu.
Bu iç ve dış ablukanın birbirini besleyen bir tarafı olduğunu Akşener de pekala iddia edebilirdi. Özellikle 2019 yerel seçimlerini ittifak sayesinde kazanan belediye başkanlarının, İYİ Parti’yi gözeterek tutum almak yerine doğrudan CHP Genel Başkanı’na koşulsuz bağlılık göstermeleri, belediye kaynaklarıyla desteklenen muhalefet medyasının Kılıçdaroğlu militanı gibi davranmaları, ve hepsinden önemlisi, İYİ Parti içindeki bazı isimlerin belediyeler ile olan ilişkilerini riske atmamak için Kılıçdaroğlu’na meydan okunmasından telaşa kapıldıklarından söz edilebilirdi.
Bu konulara temas ederek yapılacak bir yakın tarih okuması CHP ile kurulan ittifakın doğasına yönelik bir eleştiri olurdu. Dolayısıyla, İYİ Parti’nin önümüzdeki dönem nasıl bir siyasi rota izleyeceğini de gösterebilirdi. Böylece bizler, kürsüde sadece öfkeli bir genel başkan izlememiş, aynı zamanda haklı çıkmanın sakinliği içinde yaşanan süreci analiz edebilmiş ve gelecekte hangi adımları atacağına karar vermiş bir Akşener’i can kulağıyla dinlemiş olurduk.
Bunlar olmadı. Akşener, 2018 yılındaki 15 milletvekili meselesini yeniden gündeme taşıdı ve belki de muhalefet tarihinin en pragmatik ve en sonuç odaklı işbirliğini yeniden tartışmaya açtı. Bu çıkış iki açıdan gereksiz oldu. İlki, 2018’de İYİ Parti’nin seçime girebilmesiyle birlikte muhalefet toplam 60 milletvekili fazla sokabilmişti meclise. Yani bu işbirliğinden hem İYİ Parti hem de CHP ayrı ayrı kazanmış ve AKP mecliste azınlığa düşmüş, MHP’ye daha da muhtaç hale gelmişti. Altılı Masa’nın sorunu, tam da bu pragmatizme olan alerjisi ve sonuç odaklı düşünmeyi bir kabahat farz etmesiydi zaten.
Yani, muhalefette bir ittifaktan bahsediliyorsa utanılması veya pişman olunması gereken olgu 15 milletvekili ile yapılan hülle değil, aksine Altılı Masa’nın bu tip stratejileri hiç düşünmemesi ve CHP’nin bizzat kendi listesinden dört küçük partiye 40’a yakın milletvekili vermesiydi. Muhalefetin günün sonunda hiçbir şey kazanmadığı ve AKP’ye potansiyel bir partner hediye eden bu hamlenin tek kazananı, kendi adaylığını bu partilere onaylatan Kılıçdaroğlu’ydu. İYİ Parti kongresinde konuşulması gereken milletvekili meselesi bu olmalıydı. İkincisi ise, 15 milletvekili argümanının CHP, TİP ve HDP’nin kesiştiği noktada kendini var eden sözüm ona kanaat önderi, gazeteci ve anketçiler tarafından sosyal medyada kullanılmasıdır. CHP’nin ikili kurumsal müzakerelerde, 15 milletvekili meselesini gündeme getirdiğini pek duymadık. Yani, Akşener aslında kurumsal bir muhataba cevap vermedi. Aksine, ciddiye alınmayacak, ya partizan ya paralı asker denebilecek influencerlar’ı karşısına aldı ve tokatlamayı seçti.
Gözlerden kaçmaması gereken bir başka nokta ise Akşener’in, Kılıçdaroğlu’nun istifasını isteyenler ile seçimlerin İYİ Parti yüzünden kaybedildiğini söyleyenleri aynı kategoride değerlendirmesi. Burada, yaşanan başarısızlığın mimarı olan Kemal Kılıçdaroğlu bilinçli veya bilinçsiz kayırılıyor. Zira, seçim başarısızlığını İYİ Parti’ye yıkmaya çalışanlar açık şekilde Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü sürecin sakatlığını ve aday olarak Kılıçdaroğlu’nun zayıflığını örtme telaşı içinde. Yani, başından sonuna Kılıçdaroğlu militanı gibi davranan ve Masa’dan ayrıldığı anda Akşener’e etmedik laf bırakmayan kişiler, seçimlerdeki mağlubiyetten de Kemal Bey’i değil Meral Hanım’ı sorumlu tutuyorlar.
Kılıçdaroğlu’nun istifa etmesini düşünenler ise daha sıradan ve iddiasız isimler, yani düz insanlar ve samimi muhalifler. Elitlerin örgütlediği ve halka yansıttıkları bir durum yok yani ortada. Bütün süreç boyunca en zayıf adayın seçimi kazanacağına inandırılan insanların duygusu bu. Meseleyi bu noktada ele almak, CHP ve Kılıçdaroğlu ile kurumsal bir hesaplaşmadan kaçarak bütün maliyeti yazar-çizer takımına (ki aslında böyle bir kadro da yok) ödetmek anlamına geliyor.
Sanılanın aksine CHP ile köprüleri atma niyetinde olan bir İYİ Parti yok. Sadece, daha iyi, daha eşit müzakere etmek isteyen bir İYİ Parti var. Bunun yolu ise tabandaki öfkeyi soğurmak ve maliyetsiz aktörlere yönlendirmekten geçiyor. Böylece, öfkesini Kılıçdaroğlu yerine Kılıçdaroğlu’nun kuklalarından çıkaran ve yerel seçimler öncesi daha haysiyetli bir pazarlık sürecine hazırlanan bir İYİ Parti görüyoruz. Yaşanan bütün acı tecrübelerden çıkartılan ders bu. Halbuki, İYİ Parti’nin aradığa güce ulaşması; CHP, Kılıçdaroğlu tarafından yönetilmeye devam ettiği müddetçe mümkün değil.
Kılıçdaroğlu, partisinin kongresini yerel seçimlerden sonra yapmak istiyor muhtemelen ve elindeki yerel yönetim iktidarını olabildiğince sürdürmeye kararlı. Üstelik seçimler yaklaştıkça Erdoğan karşıtlığını körükleyerek bütün muhalefeti yeniden hizaya dizebileceğini, elindeki medyayla toplumu yeniden propagandaya boğabileceğini ve sorun çıkartabilecek her aktörü, yani İYİ Parti’yi, terbiye etmesi için toplumun önüne atabileceğini iyi biliyor. Masa’ya hangi şartlarda oturulursa oturulsun, Kılıçdaroğlu İYİ Parti’nin oyunu cepte görecek ve Akşener’i, seçimlerden önce yaptığı son grup konuşmasında olduğu gibi, yani “damarı tutunca sinirlenen ve fevri davranan, sakinleşmesi beklendiğinde uzlaşılacak bir Asena” gibi tanımlamaya devam edecek.
Burada hazin olan şu: İYİ Parti Kılıçdaroğlu’nu karşısına almadıkça asla işbirliği yapabilecek bir CHP ile muhatap olamayacak. Ve bu eşit muhataplık söz konusu olmadıkça tabanını kaybetmeye devam edecek. İYİ Parti kaybettikçe muhalefet de kaybetmeye devam edecek. Aynı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi hem haysiyeti hırpalanmış hem de kaybeden tarafta yer alan bir İYİ Parti görmemiz çok muhtemel.
İYİ Parti ve Muhalefetin Geleceği
Ezcümle, İYİ Parti yakın geleceğe dair aslında hatalı şeyler söylüyor ve bu durum yakın geçmişe dair sağlıklı ve cesur bir değerlendirme yapmamasından kaynaklanıyor. Zira böyle bir yakın geçmiş okuması aslında çok maliyetli bir iş. İYİ Parti içinde birçok taşın oynaması, birçok ismin tasfiye olması ve partinin yeni bir karakter ile işe koyulması demek. Akşener’in kongre konuşmasının bu açıdan en ilginç kısmı “parti aidiyetini” vurguladığı cümlesiydi. Sorunun farkında. Ancak bu sorunun çözümü, insanların bir gecede düşüncelerini değiştirmelerinden veyahut bağımlılık ilişkilerinden idealist bir şekilde vazgeçmelerinden geçmiyor. Neşterin atılacağı yer, Akşener’i Altılı Masa’ya mahkum eden bağımlılık ilişkilerinin ve aktörlerin sorgulanmasından geçiyor. Bütün partilerin üzerinde konumlanan bir Altılı Masa Partisi vardı ve bu partiye birçok İYİ Partili de gönüllü şekilde müdahil olmuştu. Ve onlar, İYİ Parti’den ziyade bu Altılı Masa Partisi’nin menfaatlerini düşündüler. Şimdi, sağlıklı bir gelecek ancak bu yakın tarih okumasını yapmakla ve neşteri ne kadar derine giderse gitsin vurmakla mümkün olacak.
Bu olmadan yapılan öfkeli açıklamaların ise bir kıymeti olmayacak. İYİ Partililer CHP Genel Merkez çevresinde dolaşan operasyonel gazeteci, anketçi ve trollerle uğraşarak yüzeysel bir tatmin yaşayacak muhtemelen. Fakat, seçim sürecine girildiğinde yine aynı hikaye devam edecek. Akşener’in öfkesini küçümseyen birçok İYİ Partili siyasetçi, CHP’ye koşup yeni bir ittifak tezgahlamanın yollarını arayacak ve kendi bencil çıkarlarını toplumdaki Erdoğan alerjisinin arkasına gizleyecekler. Ve 14 Mayıs’ta dağılmayan, yerel seçimlerin yüzü suyu hürmetine ayakta kalan kurumsal muhalefet, bu sefer kati olarak dağılacak.
Sonuç olarak, ne CHP ne de İYİ Parti oligarşileri seçim sonuçlarından etkilenmeden devam etme amacındalar. Her iki oligarşi de, Altılı Masa’yı desteklemenin ve Kılıçdaroğlu adaylığının maliyetlerini üstlenmek istemiyorlar. Bunu aşmanın yolu olarak ise düzmece (phoney) bir savaş başlatmaya çok hevesliler. Phoney War kavramı, 1 Eylül 1939 ile 10 Mayıs 1940 arasındaki dönemi adlandırmak için kullanılır. Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesi üzerine İngiltere, Almanya’ya savaş ilan etmiş ancak bu tarihler arasında ciddi bir çatışma yaşanmamıştı. İngilizler, sözüm ona bir savaş ilanı ile durumu geçiştirmeye çalışırken Fransa’nın işgal edilmesinden sonra meselenin ciddiyeti ile yüzleştiler. Şimdilerde İYİ Parti ile CHP arasındaki durum da buna benziyor. İYİ Parti’nin yüzleşmeyi reddettiği ve ertelediği savaş, İngiltere’nin yaşadığı gibi bir varoluşsal krize dönüşebilir.
Bunu önlemek için ise geç kalınmış değil. Akşener, Türk siyasetinin en kıdemli figürlerinden biri. Muhtemelen, bu yazıda geçen analizlerin çoğunu kendisi de yapmıştır. Hatta İYİ Parti’deki meseleyi, milliyetçiler ile merkez sağcılar arasındaki çatışma üzerinden okuyan entelektüellere karşı da müstehzi bir tutum içindedir. Sorunun parti aidiyeti olduğunu tespit etmiş gözüküyor ancak yüzleşme konusunda isteksiz olduğunu son konuşmasında belli etti. Gerek meclisteki milletvekili profili gerekse Genel İdare Kurulu’nun ortaya karışık yapısı onun bu yazıda murad edilen hamleleri yapması için olumlu sinyaller göndermiyor. Ancak yine de oluşturacağı başkanlık divanı ile kendi kişisel karizmasını öne çıkararak yeni bir hikaye yazma hevesi bütün bu olumsuz koşulları anlamsız kılabilir. Bu sadece İYİ Parti’yi değil, ülke muhalefetini de kurtaracak bir hamle olacaktır. Zira, muhalefetin mevcut kurumsal ataletini yıkacak her girişim, aynı zamanda iktidarın da tabutuna çakılacak çivi olacaktır.