[voiserPlayer]
Geçtiğimiz haziran ayından beri devam eden gösterilerle Hong Kong, tarihindeki en uzun süreli ve en geniş katılımlı protestolara şahit olmaktadır. Zaman içinde protestoların yatışması beklenirken gösteriler meydanlardan merkezî iş bölgesine, parlamentodan üniversite kampüslerine kadar taşınarak daha geniş bir alana yayılmıştır. Protestoları, Hong Kong sınırları içinde bulunan suçluların belirlenmiş birtakım şartlar dâhilinde Çin’e iade edilmesini öngören yasa tasarısının nisan ayında parlamentoda gündeme alınması tetiklemiştir. Ancak Hong Kong’da geçmişte yaşanan ve bugün yaşanmakta olan siyasi krizlerin temelinde anayasal sorunlar yatmaktadır. Bu sebeplerle bugün yaşanan krizi anlayabilmek için Hong Kong’un siyasi sisteminin gelişimine göz atmamız gerekmektedir.
1842 yılında Çin, Birinci Afyon Savaşı’nda İngiltere’ye yenilmesi sonucunda imzalanan “Nanking Antlaşması” ile birçok ağır şartları kabul etmesinin yanı sıra Hong Kong Adası’nı (Hong Kong’un güney bölgesinde ada) İngiltere’ye devretmiştir. Ardından gelen İkinci Afyon Savaşı’nın da Çin yenilgisiyle sonuçlanmasıyla imzalanan “Peking Anlaşması” ile İngiltere 1860 yılında Kowloon Adası’nı (Hong Kong’un güney bölgesinde bir yarımada) da kolonisine eklemiştir. 1898 yılında ise Çin ile İngiltere arasında “Hong Kong Bölgesinin Genişletilmesine İlişkin Anlaşma” imzalanarak Hong Kong’un “Yeni Bölgeler” (Hong Kong’un %86,2 bölümünü kapsayan bölge) toprakları da doksan dokuz yıllık kira sözleşmesi kapsamında İngiltere kolonisine katılmıştır. Bu üç anlaşma sonucunda Hong Kong yaklaşık 150 yıl sürecek İngiliz sömürge/koloni yönetimi dönemine girmiştir. İngiliz yönetimi, 1941-1946 yılları arasında Japon işgaliyle kesintiye uğramıştır; ancak İkinci Dünya Savaşı sonunda Japonların teslim olması ile Hong Kong üzerindeki hakimiyetini tekrar kazanmıştır.
99 yıllık kira anlaşmasının bitiş tarihinin yaklaşması sebebiyle Çin ile İngiltere arasında Hong Kong’un gelecekteki statüsünü tartışmak üzere 1980’li yılların başında görüşmeler başlamıştır. Uzun müzakereler sonucunda, 1984 yılında, iki taraf da “Çin-Britanya Ortak Bildirisi” ile Hong Kong’un egemenlik haklarının 1997 yılından itibaren Çin’e iade edilmesi hususunda anlaşmaya varmışlardır. Bu bildiri ile Hong Kong Özel İdare Bölgesi kurularak Ada doğrudan Çin Halk Cumhuriyeti yetkisi altına girmiştir. Bunun sonucunda, “tek ülke, iki sistem” prensibi kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti’nin sosyalist sistem ve politikalarının Hong Kong Özel İdare Bölgesi’nde uygulanmayacağının ve Hong Kong’un var olan kapitalist sistemini ve yaşam biçimini 2047 yılına kadar sürdüreceğinin garantisi verilmiştir. Çin-Britanya Ortak Bildirisi temel alınarak hazırlanan Hong Kong Anayasası da 1997 yılında yürürlüğe girmiştir. Anayasa kapsamında Hong Kong’un savunma ve dış ilişkiler politikalarının yönetimi Çin Merkez Hükümeti’nin yetki alanına bırakılırken; Hong Kong’un yasama, yürütme ve yargı alanlarındaki bağımsızlığı teyit edilmiştir. Yine anayasa ile anakara Çin vatandaşlarının sahip olmadığı ifade özgürlüğü, basın ve yayın özgürlüğü, gösteri yapma özgürlüklerinin yanı sıra oy kullanma ve seçimlerde aday olma gibi haklar da Hong Kong sakinlerine tanınmıştır.
Dönemin İngiliz Kraliyeti Sömürgeler Dışişleri Bakanı, Hong Kong’un İngiltere’nin “yalnızca ve münhasır olarak…ticari…” çıkarlarına hizmet etmek için kurulduğunu dile getirmesini göz önüne alırsak, sömürge hükümeti İngiliz medeniyetini yaymak ya da Çinlilere İngiliz yaşam biçimini benimsetmek gibi çabalara girmemiştir. 1985 yılındaki meclis kurulunun dolaylı seçimlerine kadar, Britanya kolonisi olan Hong Kong tamamen otokratik bir sisteme sahiptir.[1] İngiliz hükümeti tarafından direkt atanan Vali’ye Hong Yönetiminin başı olarak neredeyse sınırsız bir güç verilmiştir. Yürütme yetkisi, Yasama ve Yürütme Konseylerinin hemen hemen bütün üyelerini atayan ve aynı zamanda iki konseyin de başkanlığını yapan Vali’nin elinde toplanmıştır. İngiliz hükümdarı ise anayasal dokümanları değiştirme yetkisine sahip tek kişidir.
Hong Kong’un bugünkü siyasi sistemine baktığımızda Britanya hakimiyeti döneminden önemli izler taşımaktadır. Ada’nın Çin’e devredilmesi sonrasında koloni döneminde var olan yasama, yürütme ve yargı kurumları neredeyse aynı şekilde korunmakla birlikte, İngiliz dönemi ile karşılaştırdığımızda görece demokratikleştiğini söyleyebiliriz.
Bugün yürürlükte olan Hong Kong hükümet sistemine baktığımızda Yürütme Konseyi’nin başkanı (Baş Yönetici-Chief Executive) 1200 üyelik seçim kurulu tarafından seçilmekte ve Çin Merkez Hükümeti tarafından atanmaktadır. Yürütme Konseyi üyeleri ise (bakanlar kuruluna denk gelmekte) Baş Yönetici tarafından atanmaktadır. Yetmiş üyeden oluşan Yasama Konseyi’nin coğrafi seçim bölgeleri (geographical constituencies) için ayrılan 35 üyesi doğrudan seçim yoluyla seçilirken, diğer 35 üye işlevsel seçim bölgelerinden (functional constituencies) dolaylı olarak seçilmektedir. İşlevsel seçim bölgelerine ayrılan kısımda çeşitli meslek ve çıkar gruplarının üyeleri kendi temsilcilerini seçmektedir. İşlevsel seçim bölgeleri metodu 1985 yılında uygulamaya konulmuşken, coğrafi seçim bölgeleri metodu ilk kez 1991 yılında uygulanmış ve Hong Konglular ilk kez oy kullanma hakkını elde etmiştir. Bu duruma göre, Hong Konglular günümüzde sadece Yasama Konseyi’nin yarısını oluşturan coğrafi seçim bölgelerinde direkt olarak seçme ve seçilme hakkına sahiptirler.
1997 yılında Hong Kong yönetimin Çin’e devredilmesiyle yürürlüğe giren Anayasanın 45. Maddesinin
“…Baş Yönetici seçme yöntemi, Hong Kong Özel İdari Bölgesi’ndeki fiili durum ışığında kademeli ve düzenli ilerleme ilkesine uygun olarak belirlenecektir. Nihai amaç, Baş Yönetici’nin, demokratik prosedürlere uygun olarak geniş bir temsilci aday gösterme komitesi tarafından aday gösterilmesi üzerine genel oy hakkı ile seçilmesidir…”[2]
kısmı, Hong Kongluların genel oy hak taleplerinin hukuki dayanağını oluşturmaktadır. Anayasanın 68. Maddesi ise tamamen aynı ifadelerle Yasama Konseyi’nin tüm üyelerinin halk oyu ile seçilmesinin nihai amaç olduğunu belirtmiştir. Bu maddelere göre, “nihai amaç” Hong Kong yönetiminin genel halk oylamasıyla seçilmesini sağlamak olmasına rağmen bu reformların gerçekleşmesi için belirli bir tarih verilmemiştir. Bunun yanı sıra, Hong Kong’un demokratik seçimlere fiili olarak hazır olup olmadığının belirlenmesi de muğlak bir ifadeye bağlanmıştır. 2003 yılından itibaren yavaş yavaş büyüyen ve hâlihazırdaki protestolarla doruk noktasına ulaşan gerginliğin ana sebebi anayasada vaat edilen evrensel oy hakkının verilmesi talebidir.
Hong Kong Hükümeti’nin anayasanın 23. Maddesinde verilen yükümlülüğe dayanarak sunduğu Ulusal Güvenlik Tasarısı’nın meclisteki görüşmelerini protesto etmek amacıyla 2003 yılında yaklaşık 500 bin kişi sokaklara çıkmıştır. Yasa tasarısının içeriğinin yanı sıra, yasa önerisinin hazırlanma sürecinin de yarattığı tedirginlik, o zamana kadar Hong Kong tarihindeki en yüksek katılımlı gösterilere yol açmıştır. Bazı uzmanlar, yasa önerisinin Hong Kong’daki özgürlükleri tehdit eden kısımları olduğunu söylerken, eğer önerinin hazırlanması sürecinde hükümet acele etmeyip bazı değişikler yapılması taleplerini kabul etseydi, genel hatları ile yasa önerisinin makul ve kabul edilebilir olduğunu ve protestolar ile sonuçlanmayacağını ileri sürmektedirler.[3] Fakat aksine, Hong Kong hükümeti aceleci davranmasının yanı sıra birçok meşru kamuoyu endişesini görmezden gelmiştir. Sonuç olarak Hong Konglular hem yasama sürecinden dışlanmalarından hem de yasa tasarısının ucu açık bir şekilde özgürlükleri kısıtlamaya imkân veren doğasından dolayı sokağa dökülmüştür. Liberal Parti’nin yasa tasarısından desteğini çekmesiyle Temmuz 2003’de tasarı süresiz olarak askıya alınmış, Eylül 2003 tarihinde ise tamamen geri çekilmiştir. Gösteriler ilk olarak Ulusal Güvenlik Tasarısı’na odaklansa da daha sonrasında odak noktasını genel anlamda siyasi reformlar sorununa çevirmiştir. Hem gösterilere katılım oranının büyüklüğü hem de gösterileri tetikleyen tartışmalı yasa tasarısının geri çekilmesinin verdiği galibiyetin etkisiyle demokratik reform çağrıları daha da kuvvetlenmiştir.
2003 protestoları sonrasındaki gelişmeler demokratik reform talepleri çerçevesinde şekillenirken anayasadaki “nihai amaç” teriminin yarattığı belirsizlik gerginliği tırmandırarak 2014 yılında yine Hong Kong tarihinde önemli bir yer edecek olan protestolara yol açmıştır. 1997 yılında yürürlüğe giren anayasa Hong Kong’un ilk üç dönemi için seçim yöntemini belirlemiş ve daha sonra yapılacak olan seçimlerde ihtiyaç olduğu takdirde belirlenmiş olan metodun değiştirilebilmesine izin vermiştir. Ancak, değişime ihtiyaç olup olmadığına karar verecek ve seçim yöntemlerinde yapılacak değişikliği de nihai olarak onaylayacak mercii Çin Merkez Hükümetidir. Her ne kadar Anayasa yöntem değişikliğine olanak verse de 2004 yılında Çin Merkez Hükümeti Hong Kong’un gelecek seçimler için sistemin değiştirilmesine hazır olmadığı kararını vermiş, takip eden 2007 yılında verdiği kararla 2012 yılında yapılacak seçimlerde de genel oy hakkının verilmeyeceğini belirtmiştir. Fakat yine 2007 yılında alınan kararda 2017 yılı için hem Baş Yönetici’nin hem de Yürütme Konseyi üyelerinin seçiminde genel oy hakkının uygulanabileceği dile getirilmiştir.
2003 yılından bu yana Çin hükümetinin 2004 ve 2007 yıllarında verdiği kararlarla sürüncemede kalan ve sürekli ertelenen demokratik seçimler, yine Çin hükümetinin bu defa 2014 yılında yayınladığı kararla bir kez daha sekteye uğramıştır. Bu kararı protesto etmek için Hong Konglular bir kez daha meydanlara çıkarak Şemsiye Hareketi (Umbrella Movement) olarak da anılan yaklaşık 2 ay sürecek protestolara başlamışlardır.
2017 yılı için demokratik seçimler vaat edilmesine rağmen Çin hükümetinin Hong Kong seçimlerine yönelik reform önerilerine dair yayınladığı karar ile gelecek Yasama Konseyi seçimlerinde var olan seçim yönteminin uygulanmaya devam edeceği belirtilmiş, genel oy hakkı kazanım süreci bir kez daha sekteye uğratılmıştır. Bununla birlikte Baş Yönetici seçimleri için genel seçimlere gidilebileceği tekrarlanırken, Baş Yönetici adayının “ülkesini sevmesi ve Hong Kong’u sevmesi” şartı getirilmiştir. Burada “ülkesini sevmesi” tabiri ile Çin Merkez Hükümeti’ne olan bağlılığını kanıtlaması gerektiği ve dolayısıyla adayların Çin hükümeti tarafından ön elemeden geçmesini gerektireceği yorumu çıkarılmıştır.
Üniversite öğrencilerinin çoğunluğu oluşturduğu protestolar pasif direniş eylemleri ile sakin geçse de zaman zaman polis ve göstericiler arasında çatışmalara da sahne olmuştur. Süreç içerisinde Çin Hükümeti’nin kararından vazgeçmeyeceğinin farkına varılmasıyla protestolar yavaşlayarak etkisini yitirmiştir. Ancak 2014 protestoları ile birlikte daha önce çok dile getirilmeyen bağımsızlık talebi ortaya çıkmıştır. Hong Kong siyasetine Pekin yanlısı (pro-Beijing camp) ve demokrasi yanlısı (pro-democracy camp) gruplara alternatif bir kamp olarak bağımsızlık yanlıları da eklenmiştir.
Günümüze geldiğimizde ise Hong Kong Hükümeti tarafından şüpheli suçluların belirli şartlar altında anakara Çin’e iade edilmesini öngören yasa taslağının parlamentoda gündeme alınması 2019 Haziran ayından beri devam etmekte olan protestoları tetiklemiştir. Yasaya karşı olanlar temelde tasarının Hong Kong’da bulunan Çin Merkez Hükümeti karşıtı muhalifleri hedef aldığını ileri sürerken ve tasarının geçmesi durumunda muhaliflerin Çin’de gayrihukuki yargılamaya ve şiddete maruz kalacaklarını savunmaktadır. Ayrıca söz konusu yasa tasarısı, Hong Kong’da ikamet eden veya Hong Kong’u ziyaret edenlerin anakara Çin’in yargı yetkisi altına girmelerine olanak vereceği endişesini doğurmuştur. Bu durum açık bir şekilde “tek ülke iki sistem” prensibinin ihlaline işaret etmektedir.
Bunun üzerine sayısı bir milyonu bulan Hong Konglu 9 Haziran’da yasa tasarısını protesto etmek üzere sokaklara dökülmüştür. 2014 protestolarına katılanlar daha çok üniversite öğrencileriyken 2019 protestolarında toplumun birçok farklı kesiminden kişiyi görmek mümkündür. Ayrıca 2014 protestolarının barışçıl ve şiddet içermeyen niteliğinin aksine 2019 gösterileri iki gruba ayrılmıştır. Bir grup şiddet içermeyen yöntemlere bağlı kalırken, diğer grup ise 2014 protestolarında izlenen barışçıl yöntemlerin başarısızlıkla sonuçlandığına vurgu yaparken daha sert ve çatışmacı yöntemlere yönelmiştir.
Haziran ayının başından beri devam eden protestolar sonucunda 9 Temmuz tarihinde Hong Kong lideri Carrie Lam tasarının süresiz olarak askıya alındığını duyurmuştur. Fakat bu gelişme tasarının tamamen geri çekildiğini ima etmediğinden protestolar yasa tasarısının tamamen geri çekilmesi talebiyle sertleşerek devam etmiştir. Nihayet, Eylül ayında Hong Kong lideri yasa tasarısının resmi olarak geri çekildiğini ilan etmiş; fakat göstericiler bu durumu “çok az, çok geç” (too little, too late) olarak yorumlayarak protestoların devam edeceğini işaret etmişlerdir.
Protestoların ortaya çıkış amacının yasa tasarısının iptal edilmesi olduğunu hatırlarsak, bu noktada gösterilerin amacına ulaşmış olduğunu ve protestoların sona ermesini bekleyebilirdik. Ancak temmuz ayından itibaren göstericiler yasa tasarısının tamamen geri çekilmesine ek olarak dört temel talepte daha bulunuyorlardı:
- Protestoların “isyan” olarak tanımlanmaması (‘isyancı’ tanımı suç teşkil ettiğinden 10 yıla kadar hapis ile cezalandırılabilmekte)
- İddia edilen polis şiddetini araştırmak üzere tarafsız bir komisyonun kurulması
- Gözaltına alınan göstericilere af çıkarılması
- Hem Yasama Konseyi hem de Hong Kong Baş Yönetici seçimlerinde genel oy verme hakkının uygulamaya konulması
Protestocuların bir kısmi ise bu beş talebin yani sıra, Çin hükümetinin kuklası olarak gördükleri Hong Kong lideri Carrie Lam’ın istifa etmesini talep ediyorlar.
Hong Kong’daki son duruma baktığımızda bahsettiğimiz taleplerden sadece ilki Hong Kong Hükümeti tarafından karşılanmışken diğer taleplere olumlu cevap verilmesi ise çok da mümkün görünmüyor.
Çin’in Hong Kong üzerindeki 22 yıllık hâkimiyetine bakarsak küçük ya da büyük kapsamlı her bir protestonun ya da siyasi krizin altında yasal bir meselenin yattığını görüyoruz. Ve tetikleyici sebepleri farklı olsa da her defasında protestolar evrensel oy hakkı verilmesi çağrısına evrilmektedir. Çin Merkez Hükümeti demokratik seçimlerin yapılacağına dair vaatler de bulunsa da bu zamana kadar bunun gerçekleştirmesi için somut adımlar atmamıştır. Hong Kongluların 2047 yılına kadar demokratik seçim haklarını kazanmaya dair umutları azalırken ellerinde olan tek imkân olan gösteri yapma haklarını kullanarak seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar. Anayasa ile 2047 yılına kadar anakara Çin siyasi sistemine entegre olmaması korunan Hong Kong’un, daha sonrasında siyasi olarak ne yöne sürükleneceği belirlenmemiştir.
Ancak 2003 yılından beri süren gerginliklerin Hong Kong ekonomisi üzerindeki olumsuz etkileri Çin Merkez Hükümeti’nin de görmezden gelemeyeceği bir durumdur. Ekonominin de ötesinde “tek ülke iki sistem” prensibinin Hong Kong’da başarısızlığa uğraması Çin’in benzer bir politika yürüttüğü Tayvan’da da başarısızlığa uğrayabileceğini kanıtlar niteliktedir.[4] Çin’in “tek Çin” ilkesi bağlamında Tayvan’ı da “tek ülke iki sistem” prensibi ile anakara Çin’e bağlama planları, bu şartlar altında Tayvan tarafından kabul edilemez görülmektedir.
[1] Tsang, Steve. “Government and politics in Hong Kong: a colonial paradox.” Hong Kong’s Transitions, 1842–1997. Palgrave Macmillan, London, 1997. 62-83.
[2] The Basic Law of the Hong Kong Special Administrative Region of the People’s Republic of China: https://www.basiclaw.gov.hk/en/basiclawtext/chapter_4.html
[3] Fu, Hualing, Carole J. Petersen, and Simon NM Young. National Security and Fundamental Freedoms: Hong Kong’s Article 23 Under Scrutiny. Vol. 1. Hong Kong University Press, 2005.
[4] Wei, Chi-hung. “China–Taiwan relations and the 1992 consensus, 2000− 2008.” International Relations of the Asia-pacific 16.1 (2015): 67-95.