[voiserPlayer]
Robinson Crusoe 17. yy İngiltere’sinde doğmuş kurgusal bir karakterdir. Alman kökenli bir tüccar olan babasının hukuk alanında kariyer yapması yönündeki baskılarına rağmen Robinson, denize açılma hayalleri içindedir. Babasının basit ve güvenli bir hayat kurması yönündeki yoğun telkinlerinin altında, savaştan geri dönemeyen subay abisinin acı kaybı yatmaktadır. Kahramanımız tüm aile içi muhalefete rağmen maceracı ruhunun sesini dinleyerek Londra’ya giden bir gemiye biner. Beklenmedik bir fırtına açık denizlerin tehlikeleri hakkında fazlasıyla öğretici bir derse dönüşür. Ama Robinson yine de hayallerinden geri durmaz. Giriştiği Londra merkezli deniz ticaretinin tatmin edici kazancı ardınca yeni bir sefere yelken açmışken hayatın bir başka cilvesine şahit olur. Bindiği gemi Mağribi korsanlar tarafından ele geçirilir ve Kuzey Afrika’nın Atlantik’e bakan yüzü Sallee kentinde Robinson köle olarak satılır. Esareti sırasında köleliğin çile ve yoksunluklarına katlanır. Söz konusu dönem romanda ayrıntıyla ele alınmasa bile geniş anlatı içerisinde karakterin kişisel gelişimi ve tutsaklık-özgürlük ilişkisi üzerinden anlam kazanır. Xury isimli sadık bir Mağribi gencin yardımı ile gizlice denize açılan Robinson, Afrika açıklarında teknelerine rastlayan Portekizli bir kaptanın lütufkâr tavrıyla iki sene süren esaretinden kurtulur. Gemisiyle Brezilya rotası üzerinde devam eden bu yardımsever kaptan Robinson’un küçük yelkenlisini adil bir fiyat ile satın alır. Ayrıca Xury’yi de satması için teklifte bulunur. Birçok iyiliğini görmüş olduğu bu Afrikalı genci bir meta gibi satmakta tereddüt etmesine rağmen Robinson kaptanın teklifini kabul eder. Kaptanın Xury’yi ihtida ettireceği ve kısa bir esaret süresi ardınca salıvereceği sözünü vermiş olması Robinson için ikna edici olur. Nihayetinde bu iş Mağribi gencin de hayrına olmayacak mıdır? Bu yaklaşım, bir taraftan romanın yazıldığı dönemde yaygın olan Avrupa değerlerinin Avrupalı olmayan bireylere dayatılmasının kabul edilebilir görüldüğü sömürgeci tutumların bir yansıması olurken, diğer taraftan romandaki karmaşık bir ahlaki ikilemi de yansıtır. Hayalleri ardınca denizlere açılıp, özgürlüğü uğruna hayatını riske atan Robinson, nihayetinde çatışan kültürel değerler ve önyargıların da etkisiyle ötekinin özgürlüğüne kayıtsız kalmaktadır. Hiç şüphesiz bu kayıtsızlık, sömürgecilik ve kültürel emperyalizmin sorunlu güç dinamiklerini ve ahlaki çelişkilerini anımsatır. Diğer taraftan olaylar ilerledikçe Robinson’un söz konusu alışverişten fazlasıyla memnuniyetsiz olduğu da görülür. Ancak ilginç olan bu pişmanlığın vicdani bir hesaplaşmadan daha ziyade, Brezilya’da ticari işleri fazlasıyla yolunda giden Robinson’un destek alacağı güvenilir bir yardımcı bulmaktaki maddi zorluktan kaynaklanıyor olmasıdır. İşlerinin yolunda gittiği Brezilya’da bir plantasyon sahibi olan Robinson, hızlı bir ekonomik başarı elde eder. Dahası köle emeği ve ardınca gelecek olan ekonomik kazancın fazlasıyla farkında olarak ucuz işgücünün peşine düşer. Bu ekonomik motivasyonlarla çıktığı Batı Afrika seferi, gemisinin Trinidad kıyılarında batmasıyla son bulur. Robinson sağ kurtulan tek kişi olduğunu fark eder etmez, güvenli bir sığınak ve yiyecek arayışına başlar. Ateşli silahlar, barut, gıda ve diğer malzemeleri almak için enkaza defalarca geri döner. Kendine bir barınak inşa eder. Bir haç diker ve üzerine varış tarihini yazarak her gün bir çentik atar. Ayrıca yaşadığı olayların bir günlüğünü tutar.
Mümbit, yeşil bir vadi keşfeder. Sepet örer, ekmek pişirir ve çömlek yapar. Bir gün sahilde bir insan ayak izine rastlayınca şaşırır. Bölgede yaşadığı söylenen yamyamlardan birinin izi olduğu sonucuna varır. Korku ve endişe içinde silahlanır ve yamyamlara karşı tam bir teyakkuza geçer. Bir akşam silah sesleri duyar ve ertesi gün ada kıyılarında bir geminin enkaza döndüğünü keşfeder. Kısa bir süre sonra Robinson, kıyının muhtemel bir yamyam ziyafeti ardınca kalan beden parçaları ile dolu olduğunu fark eder. Endişe ve teyakkuz halindeki bekleyişine devam eder. Sonrasında, otuz yamyamın kurbanlarıyla birlikte kıyıya doğru ilerlediğini fark eder. Kurbanlardan biri oracıkta öldürülür. Katledilmek üzere olan bir diğeri kurtulur ve Robinson’un evine doğru koşar. Robinson kurbanı takip edenlerden birini öldürüp diğerini yaralayarak katlini bekleyen zavallıyı kurtarır. Tepeden tırnağa silahlanmış olan Robinson, yamyamların onlarcasını kıyıda böylece imha eder. Robinson, teknik-teknolojik donanımıyla adada adeta tek kişilik bir ordu gibidir. Bir tarafta nüfus üstünlüğü diğer tarafta teknik üstünlük göz önüne alındığında, bu durum tarihsel olarak Avrupalı sömürgeciler ile karşılaştıkları yerli halklar arasındaki güç asimetrisini hatırlatmaktadır. Nihayetinde özgürlüğüne kavuştuğu için minnettar olan zavallı kurban, Robinson’a sadakat yemini eder. Robinson, hayatının kurtulduğu günün şerefine ona Cuma adını verir ve onu hizmetkârı olarak hayatına alır. Robinson, Cuma’ya biraz İngilizce ve temel dini bilgilerden öğretir. Cuma yamyamların bir gemi kazasından İspanyol esirler edindiğini aktarır. Robinson İspanyollara ulaşmayı düşünürken yamyamlarla sıcak temas sağlanır. Cuma ve Robinson onlarca yamyamı bertaraf edip esirleri serbest bırakır. Sonrasında adaya yaklaşan İngiliz gemisi Robinson’a güven vermez. Bir teknedeki on bir adamın üç esiri karaya çıkarışını şüpheyle izlerler. Esirlerden biri isyan etmiş mürettebatın derdest ettiği kaptandan başkası değildir. Akıllıca kurgulanmış bir plan ile kaptanın kurtarılması Robinson için eve dönüş biletine karşılık gelir. Nihayetinde ada saldırılara karşı başarıyla savunulur, tutsaklar kurtarılır. 28 yıl, 2 ay ve 19 gün ardınca Robinson adadan ayrılır.
Kendi kendine yetebilme, medeniyetin doğası, insanın doğayla ilişkisi ve inancın gücü gibi temaları işleyen “Robinson Crusoe” bir macera öyküsünden çok daha fazlasıdır. İngilizce yazılmış ilk romanlardan biri olan ve halen bir edebiyat klasiği olarak kabul edilen eser, ayrıca dönemin iktisadi zihniyetiyle de güçlü bir bağa sahiptir. Roman 18. yüzyılın hâkim kapitalist ideolojisini yansıtırken, girişimci bir ruhun ıssız bir adada hayatta kalmak adına mevcut şartlara uyum sağlayarak, en verimli biçimde kaynakları kullanma becerisine atıfta bulunur. Ailenin küçük oğlunun, evinden çok uzaklarda esaret-özgürlük ve yokluk-varlık döngüsü içinde kendi kendini yetiştiren bir adam haline gelişinin hikâyesini anlatır. Robinson’un maceraları bireysel inisiyatifin, sıkı çalışmanın ve finansal başarı arayışının önemini gösterir. Dahası, adayı üretken bir alana dönüştürmesi, doğal kaynakların kişisel fayda adına organize edilmesine yönelik etkin zihniyeti yansıtır. Ayrıca emek kavramının iktisadi kalkınmadaki dönüştürücü gücünü de roman açıkça ortaya koyar. Dur durak bilmeyen çalışma ahlakı ve çevresini dönüştürme konusundaki kararlılığı, zenginlik yaratma aracı olarak emeğin nihai önemine vurgu yapar. Üretim yöntemleri geliştirmedeki ustalığı insan emeğinin yaratma gücüne dair yaygın inancı sergiler. Bu yönüyle Marx’ın sermaye birikimi kavramı ile süreçler arasında ilginç bir ilişki vardır. Robinson’un adayı dönüştürmesi, Marx tarafından tartışılan bir kavram olan ilkel birikim yasalarını hatırlatır. Robinson adanın tüm imkânlarını sahiplenirken Marx’ın analizindeki kaynakların kapitalist temellükünü ve ortak malların özelleştirilmesini yansıtır. Adanın tek sakini olarak hem kapitalisti hem de işçiyi temsil ederken hayatta kalmak için inşa ettiği barınak, biriktirdiği tohumlar ve av için ürettiği ilkel araçlar mikrokozmik anlamda emeğin sermayeye dönüşüm sürecini gösterir. Zamanla bir kaynak stoku olarak beliren erzak, alet ve diğer materyaller küçük ölçekli bir sermaye birikimine işaret eder. Her ne kadar Marx, sömürgeci fetihler, çitleme hareketleri ve mülksüzleştirme yoluyla sermayenin biriktirildiği tarihsel süreçleri ele alsa da Robinson’un doğal kaynaklara tahakküm ederek adayı dönüştürmesinin daha küçük ölçekte ilkel birikim unsurlarını yansıttığı iddia edilebilir.
Diğer taraftan Robinson’un adayı tarım, zanaat ve otorite ile ikmal edilmiş minyatür bir medeniyete dönüştürmesi, “medenileşememiş” bölgelere doğru genişleyen ve insani değerler teklif eden sömürgeci zihniyetin bir yansıması olarak da görülebilir. Bu düşünce, ilerleme ve kalkınma adına yerli halkların boyun eğdirilmesini ve sömürülmesini haklı çıkaran Avrupa sömürgeciliğinin ideolojisiyle örtüşmektedir. Roman, sömürgeci genişleme döneminde yaygın olan Avrupa üstünlüğü varsayımlarına dair içgörüler sunar. Sömürgeleştirme ile sıklıkla iç içe geçen güç dinamiklerini ve kültürel asimilasyon girişimlerini de böylece gözler önüne serer. Ancak tam bu noktada karşı bir örnek olarak Cuma akla gelebilir. Cuma, Robinson’ın otoritesine gönülsüzce boğun eğmekten daha ziyade gönüllü bir işbirliğini tercih etmektedir. Robinson da Cuma’yı neredeyse bir evlat gibi kabullenerek daha sıcak bir ilişkinin önünü açmaktadır. Bu durum, işbirliği ve karşılıklı öğrenme gibi alternatiflerin eşitsiz güç dinamikleri bağlamında bile mümkün olabileceğini göstererek ezber bozucu bir örnek sunar. Geleneksel sömürgecilik anlatısına meydan okuyan bu ilişki, sömürgecinin tüm gücü elinde tuttuğu klasik yaklaşımı dışlar. Bu noktada Robinson’ın kişisel geçmişini de denkleme katarak Cuma ile olan ilişkisinin otorite ve güç dinamikleri anlayışındaki bir değişimi yansıttığı da iddia edilebilir. Bu değişim, Robinson’ın psikolojik gelişiminin bir yansıması ve babasıyla ilişkisinde deneyimlediği baba otoritesinden bir uzaklaşma olarak görülebilir. Hatırlanacağı üzere babası Robinson’ın hayatını kendi beklentilerine göre yönlendirmeye çalışan katı ve otoriter bir figürdür. Baba otoritesi, tüm iradeyi elinde tutan geleneksel sömürge anlatısını temsil eder. Her ne kadar Robinson öğreten, rehberlik eden, koruyan-kurtaran yönüyle Cuma üzerinde bir baba rolü üstlenmiş olsa da bu rol kendi babasından tecrübe ettiği deneyimden ayrışır. Kimliğin öteki ile ilişki içinde inşa olduğu kabul edildiğinde, Cuma ile kurduğu ilişki üzerinden Robinson’ın kendini yeniden tanımladığı söylenebilir. Anlatı ilerledikçe Cuma’nın değeri, becerileri ve insanlığı ön plana çıkar, bir asttan daha ziyade bir yoldaş olarak kabul görür. Bu dönüşüm, merkez-çevre ilişkisinin karşılıklı saygı ve işbirliği potansiyeli içeren yönüyle geleneksel güç dinamiğine meydan okur. Bununla birlikte, romanın hâlâ sömürge döneminin güç dengesizliklerini yansıttığını ve Robinson’ın Cuma ile ilişkisinin tarihsel bağlamından tamamen koparılamayacağını da belirtmek gerekir. Gelişen ilişki alternatif dinamiklere işaret etse de sömürgeciliğin altında yatan güç yapılarını tamamen ortadan kaldırmaz. İlişkiye merkez-çevre merceğinden bakmak, sadece etkileşimlerinde rol oynayabilecek güç dinamiklerine ışık tutar. Diğer taraftan, romanla paralellik kurduğumuz sömürgecilik, kolonizasyon, küreselleşme gibi kavramsal bağlantılara kültürel değerlerin iktisadi davranış üzerindeki etkisini de eklediğimizde daha geniş temaları keşfetme olanağı doğar. Bu temelde Robinson Crouse ve Protestan ahlakı üzerine ayrıca bir not düşülebilir. Max Weber yazılarında Robinson Crusoe karakterine herhangi bir atıfta bulunmamıştır. Ancak sıkı çalışmayı, tutumluluğu, öz disiplini, dünyevi başarı ve zenginliğin Tanrının inayetinin işaretleri olabileceği fikriyle birleştiren bir dizi değeri ifade eden Protestan ahlak ile Robinson’ın yaşama, çalışmaya ve iktisadi kazanca bakışı tam bir paralellik içindedir. Robinson’ın barınak inşa etmek, ekin yetiştirmek ve sürdürülebilir bir yaşam yaratmak adına tükenmek bilmeyen emeği sıra dışı bir gayrete karşılık gelir. Çalışma ahlakı, rasyonel düşünme gücü, tasarrufa verdiği önem, bir rutine sıkı sıkıya bağlılığı, kayıt altına alma titizliği ve problem çözmeye yönelik pratik yaklaşımı Protestan ahlakın organizasyon, düzen ve verimliliğe yaptığı vurgunun tezahürleri olarak görülebilir. Robinson’ın Tanrı’nın takdir ve inayeti üzerine süregiden tefekkürü, eylem ve kararlarını şekillendirmede önemli bir rol oynar. Adada hayatta kalmasını ve nihai başarısını Tanrı’nın lütfunun bir işareti olarak yorumlayarak Protestanlığın maddi refah ile manevi nimetler arasındaki bağlantı fikrini güçlendirir. Robinson’ın imanı adadaki yalnızlığına teselli, rehberlik ve ahlaki temellendirme kaynağı olarak hizmet eder. Nihayetinde romanın tarihsel bağlamı ve Protestanlığın o dönemki değerler üzerindeki etkisi göz önüne alındığında, Robinson’ın dindarlığının kültürel ve tarihsel ortamın bir neticesi olarak anlam kazanması da şaşırtıcı olmaz.
Daniel Defoe hayal gücünü yakalayan macera dolu bir anlatı sunarken farklı kültür ve zaman dilimlerindeki okuyucusuna yankı uyandıran evrensel temalar sunar. Metnin günlük biçiminde kaleme alınmış olması gerçeklik hissine katkıda bulunurken hikâyenin özgünlüğü, okuyucuyu doğrudan anlatının içine çekebilmektedir. Ana karakterin mutlak manada kendi kendine yeten bir bireye dönüşümüne tanıklık eden okuyucu, kahraman ile duygusal bir bağ kurar. Eserin seyahat edebiyatına ve keşiflere ilginin arttığı bir dönemde kaleme alındığı göz önüne alındığında dönemin maceracı ruhunu yansıttığı da görülür. Metnin çeşitli uyarlamalar ile pekiştirilmiş popülaritesi zamana direnen kalıcı mirasının geniş kitlelere ulaşmasına katkı sağlar. Akademik ilgiye konu olan evrensel yönü ise hala etkisini sürdürür. Bu noktada Robinson’a en yoğun ilginin iktisadi alandan geldiği de söylenebilir. Öyle ki İktisada Giriş ders kitapları öğrencide belirli ilke ve kavramları yer ettirmek adına Robinson Crusoe’u pedagojik bir araca dönüştürmüştür. Ada senaryosu, kaynak tahsisi, üretim, tüketim ve planlamayla ilgili kararlar alması gereken birey için basitleştirilmiş bir ortam sağlar. Bu ortam öğrencilerin kıtlık, seçim, üretim olanakları, fayda ve değiş tokuş gibi kavramları keşfetmelerini sağlar. Ada ekonomisinin basitliği, Robinson’ı iktisadi modeller oluşturarak düşünce deneyleri yapmak için kullanışlı bir araç haline getirir. Öğrenciler Robinson’un sınırlı kaynakları nasıl tahsis ettiğini inceleyerek, fırsat maliyeti, rasyonel karar verme ve fayda maksimizasyonu gibi kavramları en temel düzeyde anlayabilirler. Hikâye, bireysel çıkar, uzmanlaşma, karşılaştırmalı üstünlük ve teşviklerin iktisadi davranışı şekillendirmedeki rolü gibi kavramların tartışılmasına olanak tanır. Nihayetinde Robinson Crusoe’un ders kitaplarına konu edilir bir figüre dönüşmesi bir yandan romanın tarihsel ve kültürel başarısına işaret ederken diğer yandan temel iktisadi motivasyonların evrenselliğini tasdik eder.
Fotoğraf: Amandine BATAILLE