[voiserPlayer]
Sur’a üflenir.
Ve korkunç bir ses duyulur.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur,
Hamile kadın çocuğunu düşürür.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Gebe develer başı boş bırakılır,
Yabani hayvanlar bir araya toplaşır.
Allah’ın diledikleri müstesna,
Göklerde ve yerde bulunanların hepsi düşüp ölür.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Gökyüzü sarsılır,
Çalkalanır.
Beyaz bulutlarla yarılır.
Gök çökmeye yüz tutar.
Kızarmış yağ renginde gül gibi olur,
Erimiş maden gibi.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Güneş katlanır, dürülür,
Ayla yapışır.
Yıldızlar dökülür,
Işıkları kaybolur.
Ve gökyüzü bambaşka bir hale gelir.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Yeryüzü şiddetle sarsılır,
Parça parça dökülür.
Kaldırılır,
Dağlarla tek bir çarpışla çarpılır.
Darmadağın edilir.
Dağlar sarsılır,
Parçalanır,
Dağılıp toz duman olur.
Serap haline gelir.
Ufalanıp, savrulur.
Atılmış yün gibi.
Akıp giden kum yığını gibi.
Dümdüz olur,
Ne bir iniş, ne de bir yokuş.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Denizler kaynar,
Birbirine karışır.
Ve yeryüzü bambaşka bir hale gelir.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Sur’a üflenir.
Ve korkunç bir ses duyulur.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Hiç bir şeyin gizli kalmayacağı,
Sahibinin Allah olduğu,
Tek hükümdarının,
O din günü.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Kabirlerdekiler dirilir,
Yerlerinden kalkar.
“Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?”
“Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek.”
İnsan hiç bir şeyken,
Karışık bir nutfe,
Nasıl yaratıldıysa,
İşte öyle.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Ölüden diri,
Diriden de ölü nasıl çıktıysa.
Yeryüzü ölümünün ardından,
Nasıl canlandıysa.
İşte öyle.
“Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de” gücü yetmez mi?
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
O gün onlar,
Kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar.
Diki dikine,
Bir şeye doğru koşuyorlar gibi.
Etrafa dağılan bir çekirge sürüsü gibi.
Ateşin etrafını saran pervaneler gibi.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Yürekler kaygı ile dolar.
Etraflarına bakınırlar.
Bakışları perişan halde,
Gözleri horluktan aşağı düşmüş,
Kendileri zillete bürünmüş bir halde.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
O gün kişi kardeşinden kaçar.
Annesinden, babasından,
Eşinden ve çocuklarından.
O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.
Dost, dostu sormaz.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
Günahkâr kimse ister ki,
O günün azabından,
Oğullarını, karısını ve kardeşini,
Kendisini koruyup barındıran tüm ailesini,
Ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de,
Tek kendini kurtarsın.
O gün,
Hiç kimse başkası için ödeme yapamaz,
Hiç kimseye şefaat edemez,
Fidye veremez,
Yardım edemez.
O gün,
Artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır,
Birbirlerini de arayıp sormazlar.
O gün,
Ne mal fayda verir,
Ne de evlat.
İşte o gün insan için,
Kaçacak yer de yoktur,
Sığınacak yer de.
O gün varıp durulacak tek yer,
Sadece Rabbinin huzurudur.
Sekiz meleğin yüklendiği,
Etrafında,
Meleklerin saf saf dizildiği.
İşte bu geleceği sözü verilen o dehşetli gündür.
O gün,
Bütün insanlar alemlerin Rabbinin huzurunda divan durur.
Yeryüzü, Rabbinin nuru ile aydınlanır,
Kitap konulur,
Peygamberler ve şahitler getirilir.
Adalet terazileri kurulur.
O gün,
Kimseye zulmedilmez.
Hakkaniyetle hüküm verilir.
O gün,
Kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez.
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.
Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.
O gün,
Her ümmet diz çöker,
Her ümmet kendi kitabına çağrılır.
“Bu gün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız! … Biz yaptıklarınızı kaydediyorduk.”
Defterler açılır,
Dağıtılır.
Sevapları hafif gelenlere.
Onlar kendilerine yazık edenlerdir.
Ne bahtsızdır onlar.
Defterleri arkalarından verilir,
Ve derhal yok olmayı isterler.
O gün,
Kendilerini bel kemiklerini kıran bir felaketin beklediğini,
Sezerler.
Bacakları dolaşır,
Yüzleri buruşur,
Keder bürür,
Hüzünden kapkara kesilir.
Onların artık dostu yoktur.
“Çok çetin bir gündür!”
Keşke derler,
Keşke.
Hesabımızın ne olduğunu bilmeseydik!
Keşke her şey,
Ölümle yok olup bitseydi.
Malımız fayda sağlamadı,
Saltanatımız yok olup gitti.
Küfredenler, bölükler halinde cehenneme sürülür.
Pusuda bekleyen,
Yedi kapılı,
Her kapıdan başka bir grubun gireceği cehenneme.
O kızgın, tutuşturulmuş ateşe,
Rabbinin diledikleri hariç,
İçine girenlerin ebedi kalacağı,
Ateşten döşeklerin,
Üstlerinde de ateşten örtülerin olduğu.
Servetlerin kızdırılıp,
Alınların, yanların ve sırtların dağlandığı.
“İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeyleri tadın!”
Erimiş maden gibi yüzleri haşlayan su,
Ve irin hariç,
Bir içeceğin olmadığı,
Ya da bir serinliğin.
Ne besleyen, ne de açlığı gideren,
Kuru dikenden başka,
Bir yemeğin olmadığı.
Ve zakkum ağacından.
Cehennemin dibinde bitip yeşeren zakkum,
Tomurcukları şeytanın başları gibi olan zakkum.
Karınlarda maden eriyiği gibi,
Aynı sıcak su gibi kaynayan zakkum.
Ateşten elbiselerin giyildiği,
Başlardan aşağı kaynar suların döküldüğü,
O kaynar sularla,
Karınların içindekilerin ve derilerin eritildiği.
Demir kamçıların olduğu,
Çektikleri ızdıraptan kaçanların,
Kaçmak isteyenlerin,
Geri döndürüldüğü…
“Tadın bu yakıcı azabı!”
İçine gireni bırakmayan,
Vazgeçmeyen cehennem.
İnsanın derisini kavuran,
Üzerinde ondokuz olan cehennem.
Oraya geldikleri zaman kapıları açılır,
“İçinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü!”
Yaptıklarını birer birer hatırlarlar.
“Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!”
O gün hiç kimse,
Allah’ın edeceği azabı edemez.
Allah’ın vuracağı bağı kimse vuramaz.
“Hani, Allah’tan gayrı taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı?”
Orada İblis ve ordularıyla çekişirler.
“Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.
Çünkü biz sizi alemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.
Bizi ancak o günahkârlar saptırdı.
Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var.
Ne de yakın bir dostumuz.
Ah keşke bizim için bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak!”
Yakalanırlar,
Bağlanırlar.
Boyunlarına demir halkalar ve zincirler geçirilir,
Ve alevli ateşe atılırlar.
Yetmiş arşın uzunda bir zincir ile,
Oraya sokulurlar.
Kaynar suda,
Ve ateşte yakılırlar.
Kaynar sular,
Başlarından dökülür.
Cehennemin dar bir yerine atılırlar.
Oracıkta yok oluvermeyi isterler.
“Bugün bir defa yok olmayı istemeyin; aksine birçok defalar yok olmayı isteyin!”
Artık onlar için ölüe yoktur ki,
Ölebilsinler.
“Rabbinize dua edin, bizden, bir gün olsun azabı hafifletsin!”
“Size peygamberleriniz açık açık deliller getirmediler mi?”
“Getirdiler.
“O halde kendiniz yalvarın.
“Rabbimiz! Azgınlığımız bizi altetti; biz, bir sapıklar topluluğu idik.
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız.
“Alçaldıkça alçalın orada! Benimle konuşmayın artık!”
Kafirlerin yalvarması boşunadır.
Azapları biraz olsun hafifletilmez.
Deve iğne deliğine girinceye kadar,
Cennete giremezler.
O gün cehenneme,
“Doldun mu?” denir.
“Daha var mı?” der.
“And olsun ki, cehennemi hem insanlarla hem cinlerle dolduracağım!
O gün,
Kimileri de vardır ki,
Sevapları ağır basanlar.
Ne mutlu onlara,
Onlar kurtuluşa erenlerdir.
Onların defterleri sağdan verilir,
Kimin defteri sağından verilirse,
Kolay bir hesapla hesaba çekilir.
O gün,
Onların yüzleri ışıl ışıl parlar,
Rablerine bakarlar.
Gülümseyerek ve sevinçle.
“Alın, kitabımı okuyun.”
“Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.”
“Ey huzura kavuşmuş insan!
Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak,
Dön Rabbine.
Böylece katıl has kullarımın arasına,
Ve cennetime gir.”
Onlar,
Rablerine karşı gelmekten sakınanlar,
Bölük bölük cennete sevk edilir.
Bahçeleri, bağları olan,
Yemişleri, gölgeleri sürekli cennete.
Yükseltilmiş,
Cevherlerle işlenmiş tahtların,
Konulmuş kadehlerin,
Sıra sıra dizilmiş yastıkların,
Serilmiş halıların olduğu cennete.
İçinde bozulmayan sudan,
Tadı değişmeyen sütten,
İçenlere lezzet veren şaraptan,
Süzme baldan ırmakların,
İçki pınarlarının aktığı cennete.
İçenleri sersemletmeyen,
Sarhoş etmeyen,
Başları ağrıtmayan,
Akılları gidermeyen.
İçine girenlerin ebedi olarak kaldığı,
Dünyada verilen rızıklara benzer rızıkların olduğu.
Boş sözün,
Yalan sözün,
Günaha sokan sözün işitilmediği,
Cennete.
Oraya varınca kapıları açılır:
“Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya,”
“Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna varis kılan Allah’a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükafatı ne güzelmiş!”
Kalplerinden kin çıkarılıp atılır.
Birbirileri ile kardeş olurlar.
Huyu güzel,
Yüzü güzel,
Tertemiz eşlerle evlendirilirler.
Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlarla,
Güzel bakışlı,
Ceylan gözlü,
İri gözlü,
Bakışları sadece eşlerine dikilmiş,
Daha önce kimsenin dokunmadığı,
Gün yüzü görmemiş yumurta gibi bembeyaz yüzlü bakire eşlerle.
Köşklerinde tahtlar üzerinde kurulurlar,
Kabartılmış döşeklerde.
Sıra sıra dizilmiş,
Örtülü atlastan minderlere yaslanırlar.
Onlara yaşıt eşleri eşlik eder.
Pınarlardan kadehler doldurulur.
Gümüşten kaplar, billurdan kupalar.
Aralarında dolaştırılır.
Altın tepsilerle,
İçkiler sunulur,
Kendilerine mühürlü halis içkiler,
İçiminin sonunda misk kokusu duyulan,
İçinde zencefil olan içkiler.
Gümüşten kadehler tokuştururlar.
Hizmetlerine,
Saklı inci gibi gençler verilir,
Onların etraflarında dönüp dolaşan.
Altın bileziklerle,
İncilerle bezenirler.
Yeşil ipekten ince ve kalın elbiseler,
Parlak atlas giyerler.
Gümüşten bilezikler takarlar.
Artık sadece hoş söz duyarlar,
Yalnızca ‘selam’,
Sadece ‘selam’.
Düzgün kiraz ağacı,
Meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları,
Uzamış gölgeler,
Sayısız meyveler içindedirler;
Tükenmeyen ve yasaklanmayan.
Sabah-akşam rızıklandırılırlar,
Canlarının istediği,
Gözlerinin hoşlandığı,
Her çeşitten meyve ile,
Kuş etleri ile,
Bitmeyen rızıklarla,
Ebediyen.
Bütün arzuları yerine getirilir,
Ne yorgunluk duyarlar,
Ne usanç.
Ne ölüm.
Onların yüzünde nimetlerin sevincini görülür.
“İşte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur.”
Kuran-ı Kerim. https://kuran.diyanet.gov.tr/
Fotoğraf: Kees Streefkerk