[voiserPlayer]
Türkiye’de uzun yıllardır Erdoğan tarafından demokrasi olarak pazarlanan “kazanan her şeyi alır” anlayışının çürümüşlüğü, 46 binden fazla insanımızın yaşamını kaybettiği deprem felaketi sonrası daha da gözler önüne serildi. Erdoğan ve koalisyon kurduğu güç odakları tarafından şekillenen devletin inşaata dayalı rant modeli ile büyük bir yolsuzluk batağına saplanması, Türkiye’nin üstüne beton dökülerek oluşturulan ve büyük bir övgü kaynağına dönüşen “Yeni Türkiye” anlatısının yalnızca bir kurgu olduğunun ortaya çıkması, rejimin kurulu düzeninde sarsıcı bir çatırdamaya yol açtı.
Uzun yıllardır Türkiye’de Erdoğan rejimini teşhir eden bir siyaset tarzı yürüten eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, deprem felaketi sonrası tutuklu olduğu cezaevinden bu tutumunu sürdürmüş ve muhalefet içinde öne çıkan aktörlerden biri olmuştu. Rejim tarafından “terörist” olarak suçlanan Demirtaş, ilk gün TSK’nın devreye sokulmamasını eleştirirken, ikinci gün devletin organizasyon kabiliyetinde ayyuka çıkan acziyeti, “85 milyon tek yürek olmuş, tek adam sisteminin hantallığını, beceriksizliğini, rezaletini aşarak kardeşlerini kurtarmaya çalışıyor” şeklinde ifade etmişti. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun deprem felaketi sonrası “Yaşananlara siyaset üstü bakmayı, iktidarla hizalanmayı reddediyorum…” çıkışını destekleyen Demirtaş, ayrıca muhalefeti OHAL ve siyasi darbe konusunda uyarmıştı.
Uzun süredir Kürt Siyasal Hareketinin politik çizgisini aşarak siyasette demokratik alanını genişleten Selahattin Demirtaş, geçtiğimiz hafta “Yürü Emek ve Özgürlük İttifakı! Yürü Sosyalist Güç Birliği! Yürü Millet İttifakı! Yürü Bay Kemal! Yan yana yürüyün. Birleştirin, barıştırın ve yeniden inşa edelim yıkılan bu ülkeyi. Başka çaremiz yok, başaracağız.” çıkışında bulunmuş ve bu çıkışı Kılıçdaroğlu’nun adaylığına destek olarak algılanmıştı. Ancak daha sonra Artı Gerçek’ten Onur Öncü’ye verdiği mülakatta Kılıçdaroğlu’na verdiği desteğin adaylığa yönelik olmadığını belirterek, deprem felaketi sonrası Kılıçdaroğlu’nun süreç içinde toplumu birleştirici ve öncü bir rol oynayabileceğine işaret ettiği şeklinde sözlerine açıklık getirmişti.
Bu yazımda Selahattin Demirtaş’ın Türkiye’nin otoriterleşme sürecinde izlediği demokratik çizginin, ülkenin çeşitli anlarında verdiği reaksiyonlar üzerinden okuyarak, konuyu Siyaset Bilimci Kemal Büyükyüksel ve Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Vahap Coşkun’un analizleriyle birleştirip bir siyasetçi ve siyaset profilini sizin değerlendirmenize sunmak istiyorum.
Bir Adım Geriden: Güçlü Adam Çağı Demokrasileri Nasıl Tehdit Ediyor?
Hakikatin önemsizleştirildiği, bilimin altının oyulduğu, demokrasinin gerilediği ve otoriter liderlerin yükseldiği bir dönemde popülist siyaset tarzı ülkelerin iç ve dış politikalarında sarsıcı bir rol oynayabiliyor. Kurumsallaşmış demokrasiye sahip olan devletler, denge ve denetleme sistemleriyle popülist liderlere karşı bir sınır çizebilme başarısı gösteriyor. Ayrıca, demokrasinin gerilemesinden kaygı duyan farklı toplumsal kesimler, demokrasinin insanlığa getirdiği faziletleri hatırlayıp bir sağduyu geliştirerek; sivil toplum, medya ve muhalif siyasetle birleşip demokratik bir blok oluşturup çalışan seçim mekanizması sayesinde ülkeyi kutuplaştıran popülist siyaset tarzına karşı güçlü bir direnç oluşturabiliyor.
Türkiye’de ise bu gelişmelerden farklı olarak otoriterleşme sürecinin 2017 yılında yapılan referandumla anayasallaştığı gözlemleniyor. Bu olgu, Türkiye’deki seçim mekanizmasına dair şüpheleri arttırıyor. Nitekim 20 yıllık AKP iktidarında devletin kurulu düzeni, devlet içindeki güç odaklarının iktidar mücadeleleri ile çeşitli evrelerden geçti ve 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası Erdoğan’ın tek adam yönetiminde ulusalcı, siyasal İslamcı ve milliyetçi aktörlerle bir otoriter rejim inşa edilmeye başlandı.
“Karizmatik liderler çok büyük demokratik dönüşümlere öncü olabilirler”
Karizmatik lider demenin her zaman otokratik eğilimli lider anlamı taşımayacağını, gayet karizmatik, öncü ve baskın karaktere sahip insanların da demokratik bir lider olabileceğini söyleyen Kemal Büyükyüksel’e göre Türkiye’de 20 yıldır Erdoğan dönemine alışıldığı için baskın bir karakterin sürekli hayata müdahalesi görüldü. Bu nedenle karizmatik liderlerden kaçınma eğilimi oluştu. Ancak günün sonunda liderler demokratik değerleri temsil edebilen kişiler olarak belirli bir mücadelenin aslında öncüleri olabiliyorlar.
Trump ve Obama karşılaştırması ile konuyu bir örnekle sadeleştiren Kemal Büyükyüksel, her iki liderin de karizmatik niteliklere sahip olduğunu fakat Obama’nın demokratik liderlikten yana siyaset tarzı izlediğini, Trump’ın ise otoriter eğilimli bir siyaset içinde olduğunu ve bu nedenle karizmatik bir liderin siyaset tarzının aynı zamanda otoriterleşmeye de dönüşebileceğini, tarihin bu iki örnekle dolu izler taşıdığını belirtiyor.
“Karizmatik etkin liderlik koşullara göre risk almayı içerir”
“Demokrasiyi savunan ve bu konuda başarılı dönüşümler yapabilen liderler, aynı zamanda kritik anlarda sorumluluk alma iradesi ortaya koyabilir.” diyen Büyükyüksel, karizmatik-etkin liderliğin koşullara göre risk almayı içerdiğini, mücadelenin büyüklüğü oranında liderin partisini kendi hiyerarşisine göre koordinasyon sorununu çözmek için şekillendirebileceğini aktarıyor.
Demokratik liderliğin, liderin hayata bakışı ve vizyonuyla ilişkili olduğunu söyleyen Büyükyüksel, liderin içinden çıktığı oluşumu nasıl yönettiği, ulusal ve küresel politika yapım süreçlerinde demokratik kurumları desteklemesi ve bunun mücadelesini vermesi gibi ölçütlerin, liderin yönetim tarzının ne kadar demokratik olduğunu bize gösterdiğini vurguluyor.
Burada temel açmazın, “the end justifies the means (amaca giden her yol mübahtır)” dediğimiz noktada düğümlendiğini aktaran Büyükyüksel, ideal bir senaryoda liderin hem amaç hem de araç olarak demokratik yönetim tarzını uygulaması gerektiğini, ideal bir demokratik liderden beklenenin, ulusal ve küresel politika yapım süreçlerinde konsensüs, diyalog, istişare gibi mekanizmaları çalıştırması olduğunu söylüyor.
Demirtaş’ın Erken Dönem Siyasi Çizgisi
Selahattin Demirtaş’ın siyaset tarzının merkezinde, kendi yaşamının ve tanık olduğu dönemin güçlü izlerini görmemiz mümkün. İnsan hakları avukatı olarak çalışan ve yaşamı Kürt halkının demokratik talepleri için mücadeleyle geçen Demirtaş, siyasi zekası ve esprili üslubuyla Türkiye siyasetinde hızlı bir şekilde fenomenleşecekti.
2007 yılında Bin Umut Adayları’ndan biri olarak Diyarbakır Bağımsız Milletvekili seçilip Parlamento’ya giren Demirtaş, erken siyasi döneminde Kürt Meselesi’nde Öcalan’ın etkisi altında gelişen ve oluşturulan politikaların sınırlarında, demokratikleşme süreci kapsamında ana akım tartışma programlarına davet ediliyor ve Kürt siyasetinin beklentilerini kamuoyuyla paylaşıyordu. Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı programında ulus devlet modelini eleştiriyor, Kürt halkının eşit yurttaşlık taleplerini başta asimilasyona karşı anadilde eğitim hakkı ve Kürtlerin kendini yönetme sorununa ilişkin olarak da demokratik özerklik kavramını kamuoyuna açıklıyordu.
Demirtaş’ın demokratik söylemlerde bulunarak yola çıkmasının, hem kendi kişiliğinden hem de partisinin konumundan kaynaklandığını belirten Vahap Coşkun, Demirtaş’ın siyasete atılmadan önce insan hakları savunucusu genç bir avukat olduğunu, dolayısıyla siyasete atıldığında insan haklarının güçlendirilmesi ile Türkiye’nin demokratik olarak gelişmesi arasında doğrudan bir bağ kurarak politikalar oluşturduğunu hatırlatıyor. HDP veya HDP geleneği içerisinde yer alan partilerde siyaset yapmasının ve bu partilerin Kürt Meselesi’ni merkeze koyarak siyaset yapıp demokratik bir takım talepleri dile getirmesinin, Demirtaş’ın parti içerisinde bir konuma yükselttiğini aktaran Vahap Coşkun, bu iki temel unsurun Demirtaş’ın demokratik söylemlerle ön plana çıkmasına sebebiyet verdiğini vurguluyor.
Zamanla Kürt Hareketi İçinde Demirtaş’ın Özgül Ağırlığı Oluşmaya Başladı
“Selahattin Demirtaş’ın erken siyasi dönemi, Kürt siyasal hareketi ile paralel seyretmekte, fakat Demirtaş bence erken döneminde Türkiye’deki otoriterleşme sürecine karşı belirli söylemler geliştirmeye başlamıştı” diyen Kemal Büyükyüksel, Demirtaş’ın Kürt Hareketi’nin ilgisini erken yaşta çekmesinin nedenini, parlayabilecek biri olarak düşünülmesine bağlıyor. Ancak ters tepen ve kimsenin hesaba katmadığı gelişmenin, değerlendirilmek istenilen cevherin tamamen kontrol altında tutulabilen ve kullanılmaya yönelik olmaktan çıkması olduğunu belirten Büyükyüksel, Demitaş’ın zamanla özgül ağırlığının oluştuğunu söylüyor.
Önceleri Kürt Hareketi’nin Demirtaş’tan faydalanmak istediği orijinal kişiliğinin, daha sonradan onu etkili bir lidere dönüştüren temel siyasi karakteristik özelliği ile bütünleştiğini vurgulayan Büyükyüksel, Demirtaş’ın hareket içinde sivrilmesiyle oluşan sürtüşmenin ve hafif mesafeli ilişkinin çok uzun zamana yayılarak oluştuğunu, Demirtaş’ın 2011’den itibaren iktidara karşı belirli bir söylem geliştirdiğini ve Roboski Katliamı’ndan sonra yavaş yavaş sert çıkışlar yapmaya başladığını ifade ediyor.
Çözüm Süreci
2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri öncesinde CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge Programı’nda Gazeteci Kadri Gürsel’in “İçinizdeki bazı aktörler sürecin şu anda iyi gittiğine yönelik açıklamalar yapıyor olsalar da ben bağımsız bir gözlemci olarak iyi gittiği kanaatinde değilim. Ben mevcut durum için ‘süreç’ de demiyorum, ‘çatışmasızlık’ diyorum. Siz bu sürecin canlandırılması ve iyi gitmesi için şu an Erdoğan Hükümetinden ne talep ediyorsunuz? Acil talepleriniz nelerdir?” sorusuna, “Sürecin yasal zemine oturması, şeffaflaşması, ne olduğuna dair bir tarifin halka anlatılması ve konunun başlıklarla tanımının yapılıp bir müzakere yasasının oluşturulmasına ihtiyaç olduğunu” belirtiyor. Sürecin böylelikle partiler arası olmaktan çıkıp Parlamentoya, kamuoyuna ve halka mal olacağını açıklayan Demirtaş, bu dönemde müzakerelere destek ve katkıda bulunuyor.
Öcalan’ın Pragmatizmine Karşı Demirtaş’ın İlkeselliği
Selahattin Demirtaş’ın AKP’nin gidişatı yönüyle Öcalan kadar rahat bir pozisyonda olmadığını vurgulayan Kemal Büyükyüksel, belirli pazarlıklar yapılarak “al-ver” ilişkisi karşılığında bir işbirliğine Öcalan’ın daha açık bir figür olduğunu değerlendiriyor ve Demirtaş’ın iktidar ile çok daha huzursuz bir diyalog içerisinde bir çaba sarf ettiğini aktarıyor.
Büyükyüksel’e göre Çözüm Süreci’nin giderek çıkmaza girdiği dönemlerde Demirtaş, partinin Eş Genel Başkanı olmasıyla bu süreç içerisinde yavaş yavaş içeriden farklı parametreleri görmeye başlıyor. Lider olarak konumlanmasına rağmen başkalarının sözünün daha geçerli olabileceğini, iç ve dış dinamiklerin kendisinin gerçekten istediklerini yapmasına izin vermediğini, bazı noktalarda belki de yeteri kadar dinlenmediğini, parti hiyerarşisi içerisinde başkaları tarafından baypas edildiğini görüyor. Büyükyüksel ayrıca, Demirtaş’ın bazı konularda dışarıda bırakıldığını veya sürece yönelik eleştirel bir tavır takındığı için sürecin dışına itildiğini hissetmiş olabileceğini de belirtiyor.
Çözüm Süreci döneminde Kürt Siyasal Hareketi’nde Öcalan’a çok daha yakın bir kanat olduğunu belirten Büyükyüksel, süreç içerisinde yavaş yavaş Demirtaş’ın iktidarın Çözüm Süreci’ne yönelik ciddiyetsiz tutumuna eleştirilerini yükselttiğini söylüyor. Bunun tezahürlerini 27 Şubat 2014 yılında CNN Türk’te Şirin Payzın’ın 360 Derece Programı’nda Demokratik Özerklik kavramına yönelik eleştirilere cevaben Demirtaş’ın verdiği, “Yetkilerimizi halkla paylaşacağız. Hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk olmayacak. Olduğu anda halk siyasetçiyi o koltuktan indirebilecek. Bunda korkacak bir şey yok. Korkanlar, dikkat edin, kendi egemenlik ve iktidar alanları sarsılacak olanlardır. Halkın korkmasına gerek yok. Mesela Recep Tayyip Erdoğan korkabilir demokratik özerklikten. Çünkü onun iktidarını sarsacak bir proje. Edirne’de, Trabzon’da, Samsun’da, İzmir’de, Antalya’da yaşayan insanların korkmasına gerek yok. Tam tersine bu proje hepimizi daha da eşitleyecek ve buluşturacak bir projedir.” yanıtında görebiliyoruz.
“Çözüm Süreci şeffaf yönetilmediği için, bugün hala Öcalan mı, HDP mi, Demirtaş mı, yoksa Erdoğan mı masayı devirdi? Bilmiyoruz. Ancak Öcalan’ın sivil aktörlere göre devletle pazarlık noktasında daha pragmatik olduğunu biliyoruz.” diyen Büyükyüksel’e göre Öcalan’ın bu pragmatizmine karşı Demirtaş’ın daha ilkesel yaklaştığı süreçte bir kırılma anı oluştu. Demirtaş’ın siyasete girişi ve lider olarak ortaya çıkmasının ardından adım adım kendi çizgisini inşa etmesi, Kürt Siyasal Hareketi için başka bir sorun yarattı. Bu kadar kendi çizgisini oluşturan karaktere karşı daha kolektif bir süreç yürüten Kürt Siyasal Hareketi, kendi içinde belirli odaklar tarafından huzursuzluk yaşamış olabilir. Çünkü bu gelişmeler, öngörülemez ve kontrol edilemez bir aktörün ortaya çıkması riskini doğuruyordu.
Gezi Parkı eylemlerinde Demirtaş’ın ilk başta nasıl bir tutum takınması gerektiğini bilemediğini söyleyen Büyükyüksel, Demirtaş’ın bir arada kalmışlık yaşadığını, bu duygunun belirli ölçüde farklı taraflardan gelen dinamiklerin baskısıyla oluştuğunu söylüyor. Demirtaş’ın olgunlaşmaya ve kendi sesini bulmaya çalıştığı bir dönem olarak Gezi sürecini değerlendiren Büyükyüksel, “Gezi ile empati yapan Kürt Hareketi’nin bir kısmı için bu konuda sert bir çıkış yapmanın siyasi pragmatizm açısından dezavantajlı olabileceğini bildiği için başka bir yerden gelen dinamiğin yaptığı baskıyla ne yapacağını bilemedi ve arada kaldı. Fakat bunu çok hızlı bir şekilde toparladı. Ancak bunun sonucunda kırılma daha fazla hızlandı.” diyor.
Demirtaş’ın Çözüm Süreci’nin aktörlerinden olan Erdoğan’a karşı tamamıyla dışlayıcı bir politik dil geliştirdiğini belirten Vahap Coşkun, bunun ciddi bir handikap içerdiğini, sürecin bitmesinin tek başına nedenlerinden biri olmasa da önemli parçalarından bir tanesi olduğunu düşünüyor.
Demirtaş ve Öcalan arasındaki farkı bir örnekle açıklayan Coşkun, Demirtaş’ın Öcalan’ın yakalanmasından sonra devletle olan ilişkisinde kullandığı gibi bir dili kullanmadığını, Erdoğan’a karşı çok daha meydan okuyucu bir dil kullandığını, sürekli bir şekilde topluma kendi mesajlarını vermeye devam ettiğini ve bunun sonucunda HDP siyasetinin de bu durumdan etkilendiğini belirtiyor. İnsanların herhangi bir konuda HDP’nin kurumsal tavrından ziyade Demirtaş’ın ne dediğine bakar olduğunu vurgulayan Coşkun, “HDP daha ziyade kurumsal kimliğiyle ön plana çıkan, kişilerin çok fazla rol almasından haz etmeyen bir siyasal geleneği ifade eder.” diyor.
Cumhurbaşkanlığı Adaylığı
2007-2011 yılları arasında daha çok Kürt Meselesi’ne yönelik olarak kamuoyunun tanıdığı, fakat 2011 sonrası zaman zaman Erdoğan’ın otoriter eğilimlerine karşı eleştirileri yükselten Demirtaş, 2014 yılında HDP’nin kurulması ve Cumhurbaşkanı Adayı olmasıyla birlikte “Türkiyelileşme” stratejisi kapsamında Türkiye’nin karşısına “radikal demokrasi” kavramıyla çıkıyordu.
Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı Adayı olup %10’a yakın bir oy almasının, kendisini Kürt siyaseti içerisinde daha önceki genel başkanlardan ayrı bir konuma oturttuğunu belirten Vahap Coşkun, HDP ve HDP geleneği içerisinde olan siyasal partilerde genel başkanlar, tırnak içerisinde “Genel Başkandı”, bir siyasi lider değildiler. Ancak Demirtaş’ın ilk defa 2014’te bir Genel Başkan olmasının ötesinde bir siyasi lider kumaşına ve karizmasına sahip olduğunu göstermesi, onun artık lider vasıflı bir kişi haline geldiğini bize gösteriyor.
2013 Gezi Parkı Olayları ve 17/25 Aralık Yolsuzluk Skandalı’nın ardından gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde partisinin Cumhurbaşkanı Adayı olan Demirtaş, o dönem CNN Türk’te katıldığı “Ne Oluyor?” programında demokrasi ve özgürlüklerden yana bir Cumhurbaşkanı olacağını söylemiş ve Erdoğan’la İhsanoğlu’nun Türkiye’ye bir umut olamayacağını belirtmişti.
Otoriterleşme, bölünme ve laiklik tartışmalarıyla siyasette kutuplaşmanın toplumsal yansımalarının yükseldiği bu dönemde Türkiye için radikal demokrasi kavramını savunan ve gerekçelerini Suriye’deki kanlı İç Savaş örneğiyle açıklayan Demirtaş, “Türkiye’de Müslüman bir topluluk var, İslami geleneği yaşayan muhafazakar bir topluluk var. Kemalist bir topluluk var, ulusalcı olarak kendini tarif eden bir topluluk var. Sol-sosyalist bir kesim var, liberaller var. Bunun dışında etnik kimlikler var. Şimdi bunlardan herhangi birini öne çıkarıp geri kalanları baskılamaya devam mı edeceğiz, bu topluluklardan egemen olanı esas alıp geri kalanları bu ülkeden kovacak mıyız, kesecek miyiz, ne yapacağız? Birlikte yaşamanın formülünü bulamadığımız sürece bu gerilim devam edecek. İşte Suriye’de yaşanan artık bunun vahşete dönüşmüş halidir. Biz çok şükür ki burada boğazlamıyoruz birbirimizi. Yoksa Türkiye’deki gerilim, Irak’taki, Suriye’deki mezhep gerilimi, etnik gerilim, toplumsal gruplar arasındaki gerilimin bir benzeridir. Şimdi buradan nasıl çıkacağız? Herhalde bölünerek, parçalanarak çıkmak bir seçenek olmayacak. Ya da herhangi bir ideolojinin tümüyle hakim olduğu, bir kimliğin hakim olduğu devlete daha da güçlü bir şekilde dönüşerek de çıkmayacağız. Ya da güçlü bir şahıs şahsında otoriterleşerek de çıkmayacağız. Bunun tek kurtuluşu radikal demokrasidir.” demişti.
Selahattin Demirtaş o dönem, AKP ile yürütülen Çözüm Süreci nedeniyle muhalif kesimlerin “Kürt Siyasi Hareketi, Erdoğan’la özerklik karşılığında başkanlık sistemini (otoriterleşmeyi) destekleyecek” eleştirilerini, Kılıçdaroğlu’na özgürlükçü ve demokrat bir adayın belirlenmesi ve desteklenmesi önerisinde bulunduklarını açıklayarak anlamsızlaştırmıştı.
Programda Gazeteci Aslı Aydıntaşbaş devam eden Çözüm Süreci’yle ilişkili olarak “Değişim isteyen, sizin söyleminizi ilgiyle dinleyen bir kesimin kafasında (HDP tabanı dışındaki kesimden söz ediyorum) şöyle bir kaygı var: Evet biz Selahattin Demirtaş’a oy verirsek, birinci turdan sonra bunun şu veya bu şekilde Kürt Meselesi’nde, Çözüm Süreci’nde bir el sıkışma, bir adım vb. karşılığında HDP kanadının Tayyip Erdoğan’ın otoriterliğine veya herhangi bir şekilde Türkiye’de güçlü bir tek adam rejimine ‘evet’ demeyeceğinin garantisi var mı?” sorusuna, “Bakın şunu çok net ifade ediyorum. Selahattin Demirtaş olarak, Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı Adayı olarak… İlk turda veya ikinci turda ölmezsem, Allah bu canı almazsa, hiçbir zaman bir aday lehine ne ilk turdan çekilirim, ne ikinci turdan çekilirim. Savunduğumuz bir ilkemiz var. Çankaya veya başka bir yerde… Radikal demokrasi mücadelem devam edecek. ” demişti.
Demirtaş Cumhurbaşkanı Adayı olarak Rıza Türmen’i Kılıçdaroğlu’na önerdiklerini açıklamış fakat Kılıçdaroğlu MHP ile çatı aday kurarak Ekmelettin İhsanoğlu’ndan yana tercih yapmıştı. Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde %9,76’lık oya ulaşan Demirtaş, Kürt Siyasal Hareketinin Türkiyelileşme vizyonu çerçevesinde kurulan HDP ile birlikte Türkiye siyasetinde de geniş toplumsal kesimlere adını duyurmaya başlıyor ve bir sonraki Genel Seçimler için HDP ve Kürt Siyasal Hareketi’nin Türkiye siyasetinde konumunu güçlendiriyordu.
Kobani Olayları
2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı’nda, Esad rejiminin devrilmesinden yana bir strateji izleyen Ankara, bu kapsamda Esad’a karşı cihatçı yapıları desteklemiş, bu süreçte PYD’den işbirliği beklemiş, ancak PYD lideri Salih Müslim’den, “Ankara’nın Şam savaşında asker olmayız” şeklinde ret cevabı almıştı. 2014 yılında IŞİD’in Kobani’ye saldırması, Çözüm Süreci devam ederken Türkiye’nin PYD’ye destek konusunda isteksizliği, özellikle HDP tabanında ciddi bir hayal kırıklığına yol açmış ve hükümete baskı oluşturmak için HDP’liler sokağa çıkmıştı. Günümüzde Demirtaş’ın yargılanmaya devam ettiği Kobani Olayları’nın faturasını iktidar, Çözüm Süreci’nin sona ermesinin ardından Selahattin Demirtaş ve HDP’ye çıkarmıştı.
27 Kasım 2014 yılında CNN Türk’te Ne Oluyor? programında Şirin Payzın’ın “Kobani Eylemleri sırasında kamuoyu öfkeli bir Kürt gençliği görmüştü. Eğer HDP seçim barajıyla sistem dışına itilirse ya da bu müzakereler devam etmezse, o öfkeli, hakkını almaya kararlı gençlik orada. Bu Türkiye açısından korkunç günlerin işareti olabilir. Bu gençliği nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz zorlanıyor musunuz kontrol etmekte?” sorusuna, “Elbette. Bu gençler çocukluklarını savaş ortamında geçirmişler. Köyleri yakılan, ailesi işkence gören, faili meçhul cinayetlerde yakınlarını kaybetmiş, ve yoksullukla büyümüş, halen de yoksul olan işsiz olan, geleceğe dair eğitime dair bir ideali olmayan bir gençlik ve öfkeliler. Bu öfkenin kaynağı da biz değiliz. Gençlerin bu sorunlarını çözmeyen, kültür, dil, ekonomik problemlerini kalıcı olarak çözmeyen hükümet politikaları bu öfkeyi yaratıyor. Dolayısıyla öfke de ona yöneliyor. Dediğiniz doğru. Bu öfke bizi de dinlemez. Bize de yönelebilir bu öfke, bunun da farkındayız. HDP bu öfkeyi örgütlüyor ve Hükümete karşı yönlendiriyor diye bir şey yok. Ben daha öncede söyledim. Öfke öyle bir yere gelir ki bu sadece Kürt gençleri için değil, Gezi’de gördük. Bu Türk gençleri için de, Alevi gençleri için de, Sünni gençler için de geçerlidir. Araplar için de geçerlidir. Öfke herkeste büyüyor. Öfke öyle bir noktaya gelir ki ne Cumhurbaşkanı’nı tanırlar, ne Başbakanı, ne de beni… Halk ayağa kalktı mı hiçbirimizi tanımaz.” cevabını veren Demirtaş, sokağa çıkma çağrılarının nedenini hükümetin Kobani’de IŞİD’in zulmüne karşı bir adım atması için gerekli olduğunu fakat bu kadar insanın ölümünü öngöremediklerini vurguluyor. Biz halkımızın yanında oluruz diyen Demirtaş, bir özeleştiride bulunarak “Provokasyonlara karşı, ölümlere ve şiddete karşı daha dikkatli oluruz.” diyor.
7 Haziran Seçimleri: Seni Başkan Yaptırmayacağız
“Sonuca baktığımız zaman, Selahattin Demirtaş’ın 7 Haziran Seçimleri öncesi “Seni Başkan Yaptırmayacağız” çıkışına kadar gelinen noktada yaşanılan gelişmeler, onun siyasi karakterinin olgunlaşıp piştiğini bize gösteriyor.” diyen Kemal Büyükyüksel, HDP içerisinde otoriterleşmeye karşı Demirtaş’la benzer çizgide olanların olduğunu, ancak Türkiye siyasetinde tarihe geçen bu seçim sloganının artık kendisini farklı noktalara çeken dinamiklerden öteye geçip Türkiye siyasetinde özgül ağırlığıyla ortaya çıktığı bir kırılma anını sembolize ettiğini söylüyor. Demirtaş’ın siyasi olarak olgunlaşmasının, tam da bu otoriterleşme sürecinde geliştiğini ifade eden Büyükyüksel, gerçek kriz anlarında liderlerin karakterlerinin açığa çıktığını ve Demirtaş’ın yavaş yavaş ortaya çıkmaya hazır olan karakterinin “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sözünden sonra ortaya çıktığını vurguluyor.
7 Haziran Seçimleri sonrası HDP ve Demirtaş açısından süreci değerlendiren Büyükyüksel, Demirtaş’ın gideceği yönün belli olduğunu, HDP’nin ortaya koyduğu başarının sistemi çok ciddi bir şekilde sarstığını ve Erdoğan’ın bunu gördüğünü belirtiyor. Erdoğan’ın kendi iktidarını kaybedebileceğini görmesiyle kendisinin kontrol edemediği Kürt Siyasal Hareketi’nin tehdidini görmüş oldu ve bu tehdidi bertaraf etmek için her şeyi yaptı diyen Büyükyüksel, Demirtaş’ın içeri atılmasının Erdoğan’ın Demirtaş’ı kendisine tehdit olarak görmesinden kaynaklandığını hatırlatıyor ve Demirtaş’ın statükoyu bozan birisi olduğunu ifade ediyor.
Nitekim Habertürk’te Fatih Altaylı’nın 14 Temmuz 2015 tarihli programında, Türkiye siyasi tarihinde dengelerin bu kadar sarsıldığı çok az seçim olduğunu ve dengeleri sarsan şeyin HDP’nin pozisyonu olduğunu belirten Demirtaş, seçim sonuçlarının ardından Türkiye’nin rahat bir nefes aldığını, Türkiye’nin son dönemlerde gidişatının bu ülkenin tek sahibi benim, bizim gibi düşünmeyen, hatta beni eleştiren herkes vatan hainidir noktasına geldiğini hatırlatıyor ve böyle bir anlayışın tek başına güçlü bir iktidar kurma ihtimali nedeniyle toplumun artık kendisini güvende hissetmeyeceğini, HDP’nin barajı aşmasıyla bunun önüne geçildiğini söylüyor.
28 Temmuz 2015 yılında HDP’nin Grup Toplantısı’nda “7 Haziran Seçimleri sonrası halkın iradesine karşı bir Recep Tayyip Erdoğan darbesi yapılmıştır. Bir sivil cunta yönetimi, hükümete, devlete el koymuştur.” diyen Demirtaş, 13 yıldır milletin iradesiyle geldik, milletin iradesiyle gideriz diyenlerin, bugün halkın tercihi karşısında bir darbe yaptıklarını ve bir cunta devleti, hükümeti kurmayı tercih ettiklerini söylüyor.
Burada HDP her ne kadar seçim sonuçlarına göre Parlamento’nun en büyük üçüncü partisi olmuş olsa da gerek yürüttüğü siyaset, gerekse etkisi açısından adeta bir ana muhalefet partisi rüzgarı estirdiğini aktaran Vahap Coşkun’a göre Demirtaş’ın “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sloganı yanlıştı. Ancak nihayetinde Demirtaş’ın popülaritesini arttırdı.
“Erdoğan’ın siyasi hedefleri, seni başkan yaptırmayacağız sözüyle sekteye uğradı”
6 Ekim 2015 yılında Medyascope yayınında Ruşen Çakır’ın “%13 oy, 80 milletvekili, sizin deyiminizle HDP geldi ve merkeze oturdu. Birdenbire Kandil fazla konuşulur, HDP az konuşulur hale geldi. Kürt Siyasi Hareketi’nin yasal ayağı ilk defa bu kadar güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Ancak çatışmaların tekrar başlamasıyla beraber, gölgede kaldınız. Doğru mu?” sorusuna, “Tabii ki de ölümlerin, kanın, gözyaşının, çatışmaların, her gün cenazelerin olduğu yerde bir şekilde demokratik siyaseti ortaya çıkarmak mümkün değil. Bu bir realite. Bu bizim başarısızlığımızdan kaynaklı değil ama reel durum, savaşın yeniden başlamış olması nedeniyle tartışmaları buraya yoğunlaştırdı. Biz HDP olarak 7 Haziran Seçimlerinin AKP tarafından kabul edilmeyeceğini görebiliyorduk. Ancak Çözüm Süreci’nin bitmiş olması, çatışmaların yeniden başlamış olması, HDP’nin başarısıyla aslında çok da alakalı değil. Dolmabahçe Mutabakatı ve masa,seçimlerden önce devrilmişti aslında. HDP barajı aştı ve savaş çıktı demek doğru değil, mantıklı da değil. Seçimden önce bu kararlar aşağı yukarı verilmişti” diyor.
7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arası süreçte yaşananların ardından Demirtaş’ın günah keçisi ilan edilmesinin, Çözüm Süreci’nin tüm aktörleri tarafından dile getirildiğini bugün daha iyi görebiliyoruz diyen Kemal Büyükyüksel, “HDP, bu süreç içerisinde hem Erdoğan, hem de PKK’yı zayıflatan bir aktör olarak ortaya çıktı.” diyor. Demirtaş’ın aynı zamanda Kürt Siyasal Hareketi içinde de değişim ve dönüşümü sembolize eden bir figür olarak eski alışkanlıkları bozabilecek biri olduğu değerlendirmesinde bulunan Büyükyüksel’e göre Erdoğan en başından beri Kürt Sorunu üzerinden bütün Kürtleri kendi etrafında toplayıp, başkanlığını ilan edip, yeni bir Türkiye inşa etmek ve hegemonyasını sağlamlaştırmak arayışındaydı. Ancak bu siyasi hedef “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sözüyle sekteye uğratıldı.
Kürt Siyasal Hareketi’nin politik anlamda böyle bir kazanım elde etmesinin, sivil siyasetin ihtimalinin artmasının, Kürt Siyasal Hareketi içinden çıkan böyle bir partiye seçimlerde bu kadar rağbet gösterilmesinin, dengeleri bozan bir durum olduğunu vurgulayan Büyükyüksel, Demirtaş’ın burada rolünün büyük olduğunu, bu gelişmenin PKK’nın hegemonyasını sarstığını, 7 Haziran sonrası PKK ile yeniden başlayan çatışmalı sürecin ardından Demirtaş’ın demokratik siyaset zeminine ve müzakerelere yeniden dönülmesi yönünde girişimleri ve çağrıları olduğunu söyledi.
Yeniden Başlayan Çatışmalı Süreç: Demirtaş Taraflara Demokratik Siyasete Dönme Çağrısında Bulundu
Demirtaş’ın daha önce yaptığı konuşmalarda, şiddet sarmalına girildiği o dönemde kendi etkisinin ve gücünün olayları durdurmak için yeterli olmadığını belirttiğini ve özeleştiri de bulunduğunu aktaran Büyükyüksel, “Tabii yaşanılan trajedinin tüm yükü, başta Demirtaş ve arkadaşlarına kesildi. Ancak kendisi tüm bu dağılmışlığın içinden hem PKK’ya hem de devlete yeniden demokratik siyaset zeminine ve müzakerelere dönülmesi yönünde çağrılarda bulundu. Ancak tüm bu çabaların yeterli olmadığını görmek mümkün.” diyor.
7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arasındaki dönemin, Demirtaş’ın geldiği yer ve gideceği yöne dair o yolculukta arada kaldığı bir süreç olduğunu belirten Büyükyüksel, “Demirtaş bir şeyleri düzeltmeye çalıştı ve eski statükonun içerisinden gelen belirli siyasal kodlarla çatışmaları sonlandırabileceğini düşündü. Ancak günün sonunda bu başarılı olmadı. Hendek Olayları ve PKK’nın özyönetim ilan etme kararlarına yeteri kadar güçlü ses çıkaramadığı için pişmanlığını birçok kez belirtiyor. Demirtaş o dönem söyleyemediklerini, son yıllarda yazdığı yazılarda daha güçlü bir şekilde ifade ediyor.” şeklinde süreci değerlendiriyor.
Demirtaş’ın süreç içerisinde kademe kademe yol aldığını ve aslında 2015’te de yapmaya çalıştığı ama yapmaya gücünün yetmediği ya da arada kalmışlık veya sıkışmışlıktan dolayı kendisinde bu kapasiteyi hissetmediği durumlar bugün daha çok ortaya çıkıyor diyen Kemal Büyükyüksel, “2015 yılında söyleyemediklerini bugün daha da net bir şekilde söylüyor ki bu o dönem buna hazır değildi meselesi değil, toplum da dönüşüyor, insanların beklentileri de değişiyor. Kürt Halkı da dönüşüyor. İnsanların artık çatışmalardan bezdiği bölgede görülüyor. Her şeye rağmen bir arada yaşama arzusu hala düşük değil. Sivil siyaset iyice güçlenmeye başladı. Demirtaş’ın Kürt halkının sivil siyasete inancının artmasında rolü ve etkisi çok büyük oldu.” diyor.
2015 seçimleri sonrası PKK’nın başlatmış olduğu Hendek veya kent savaşlarıyla çatışmaları şehrin içine taşıma stratejisi karşısında Demirtaş’ın ve HDP’nin de çok sağlıklı bir siyasal duruş sergilemediğini düşünen Vahap Coşkun, bu gelişme karşısında daha radikal bir siyasal tavır göstermiş olsalardı, hem Demirtaş’ın, hem de HDP’nin çok daha güçlü bir konuma geleceğini söylüyor. Çözümün siyasette ve Parlamento’da olduğuna dair çok güçlü bir politik dil ve tutumu inşa edemediklerini aktaran Coşkun, HDP ve Demirtaş açısından bu durumu ciddi bir şekilde kaçırılan bir fırsat olarak değerlendiriyor.
15 Temmuz Darbe Girişimi ve Demirtaş’ın Tutuklanması
7 Haziran Genel Seçimleri sonrası Türkiye’nin yaşadığı çalkantılı süreç ve 15 Temmuz 2016 yılında gerçekleşen Darbe Girişimi, tüm Türkiye’de korku atmosferinin oluştuğu ve güçlendiği bir dönemdi. Buna paralel bir şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’de nüfusun çoğunluğunu oluşturan muhafazakar/dindar ve milliyetçi seçmenlerin üzerinde güçlü bir retorikle etkili olan siyaset tarzı, Türkiye’yi giderek güvenlikçi bir otoriter rejime doğru sürüklüyordu.
15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası darbeye karşı toplumda oluşan birlikteliğin demokratikleşmeden yana bir gelişmeye evirilmediğini o dönem konuşmalarında ifade eden Selahattin Demirtaş, muhalefeti, Erdoğan’ın peşine takılıp “Yenikapı Ruhu” olarak adlandırılan şovenist yapının parçası olmakla suçluyordu. Erdoğan’ın uzun yıllar devleti ele geçirmiş Kemalist elitlere karşı devlette demokratik dönüşüm gerçekleştirmek yerine, Fetullahçılarla işbirliği yaptığı görüşünde olan Demirtaş, Gülencilerin Erdoğan’a karşı giriştiği darbe girişimine karşı önlem alınmadığını söylüyor ve Erdoğan’ın kendi rejimini inşa etmek için darbeyi araçsallaştırdığını vurguluyor. Nitekim 3 Şubat 2023 tarihinde Gazete Duvar’da yayınlanan yazısında, Türkiye’deki otoriter rejimi, “Bu iktidarı sıradışı kılan şey askeri bir darbe yapmadan, tam tersine askeri bir darbe mağduru gibi görünmeyi başararak hileyle elde ettiği meşruiyet zemininden ustaca faydalanıp bir tür askeri baskı rejimini kurmayı başarmış olmasıdır.” şeklinde tanımlıyor.
Demirtaş’ın cezaevine girdikten sonra bu süreci kendi siyasal kimliğini inşasında oldukça verimli bir şekilde kullandığını aktaran Vahap Coşkun, Demirtaş’ın herhangi bir şekilde devlete veya iktidara karşı alttan alan, daha yumuşak bir dil kullanan bir tutum içine girmediğini belirtiyor.
Selahattin Demirtaş’ın 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin gidişatına yönelik öngörülerinin ve uyarılarının bugün doğru çıkmasının köklerinde “Seni Başkan Yaptırmayacağız” söylemi yer alıyor diyen Büyükyüksel, bu nedenle Demirtaş’a Türkiye kamuoyunda Kürt Hareketi’nin içinden çıkmış bir isim olmasına rağmen bir itibar söz konusu olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Siyasette belirli bir partiden çıkarsınız ama o partiden ibaret kalmazsınız. Bazen siyasette bir kişi çıkar ve o kişi içinde bulunduğu hareketi de dönüştürerek geniş toplumsal kesimlere ulaşma konusunda öncü olabilir. Tabii bu gelişme, statükodan fayda sağlayan aktörlerin tepkisini çekebilir. Selahattin Demirtaş’ın hikayesi, bence biraz böyle bir hikaye.”
“Demirtaş Artık Türkiye ve Küresel Meselelere Dair Bir Vizyon Ortaya Koyuyor”
Bu döneme dair, “Mahkum edilmesinden sonra bir takım süreçleri daha farklı ele almaya başlıyor. Belki bir süre yalnızlaştırılmaya başlandığını hissediyor. Kendi partisi tarafından nasıl bir muamele gördüğü kamuoyunda bir dönem tartışıldı fakat tabii ki bunları derinlemesine bilmiyoruz.” şeklinde değerlendirmede bulunan Büyükyüksel, “2016 yılında otoriterleşmenin hızlandığı bir dönemde Demirtaş, 2015 yılında kesinleşen siyasi karakterini daha fazla güçlendirerek mahkumiyetinden sonra bunu sürdürmeye devam ediyor” diyor.
Demirtaş’ın otoriterleşme sürecine karşı bir anlatı oluşturduğunu belirten Büyükyüksel, artık bunu Kürt siyasetinden çıkarıp Türkiyelileşme kavramıyla birlikte daha da Türkiye çapında bir dönüşüm arayışıyla birleştirdiğini ve bugün geldiğimiz noktada Demirtaş’ın yazılarına ve paylaşımlarına bakınca, artık sadece Kürt Hareketi’yle ilgili bir hikaye anlatmadığını gözlemliyor. Günümüzde demokrasi ve otokrasi söylemlerinin küresel bir anlatı olduğuna değinen Büyükyüksel’e göre Demirtaş, Türkiye ve küresel meselelere dair bir politik vizyon ortaya koyuyor. Büyükyüksel ayrıca, Demirtaş’ın 2007 yılında Parlamento’ya girdiği süreçten günümüze kadar yaşadıklarının bu politik vizyonu olgunlaştırdığını söylüyor.
Selahattin Demirtaş Demokratik Siyaset Alanını Güçlendiriyor
Cezaevi sürecini hukuki terimlerle açıklamanın yanlış olacağını belirten Selahattin Demirtaş, kendisini bir “siyasi rehine” olarak tanımlıyor. AİHM, Türk Hükümetini siyasi saiklerle Demirtaş’ı cezaevinde tuttuğunu belirtmiş ve “derhal serbest bırakılmalı” çağrılarında bulunmuştu. Nitekim Selahattin Demirtaş, hüküm giymediği için 2018 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde partisinin Cumhurbaşkanı Adayı olmuş ve cezaevinden seçim kampanyasını sürdürmüştü. Demirtaş, 24 Haziran Genel Seçimleri için cezaevinde yaptığı ve TRT’de yayınlanan konuşmasında, ülkemizin son derece kritik bir kavşağa geldiğini, Erdoğan’ın seçimleri kazanması halinde ülkenin tek adam sistemine geçeceğini, tüm dünya demokrasi yolunda ilerlerken Türkiye’nin çağ dışı bir yönetimle yalnızlaşacağını, Türkiye’nin otoriter, baskıcı ve demokrasiden kopmuş bir ülkeye dönüşeceğini söylüyor.
2019 Yerel Seçimleri öncesinde Millet İttifakı’nın adaylarına destek çağrısında bulunan Selahattin Demirtaş, 2019 sonrası Kandil, Saray ve İmralı hattına karşı ısrarla demokratik siyaseti savunmayı sürdürüyor.
“2019 yılında bir mektup yayınlandı. Öcalan’ın yazdığı bir mektup olduğu söylendi ve Osman Öcalan’la yapılan bir röportaj TRT’de yayınlandı. Burada hatırlayacaksınız seçimlerden önce Kürt seçmene “tarafsız kalma” çağrıları yapıldı. Burada kamuoyu, PKK-İmralı ve Demirtaş arasında bir cepheleşme gördü.” diyen Kemal Büyükyüksel, bunu eski düzenin çatırdaması ve yeni düzenin gelişinin güçlü emareleri olarak değerlendiriyor. Nihayetinde Kürtler için Öcalan’ın işaret ettiği tarafsızlık vurgusu yerine Demirtaş’ın işaret ettiği başka bir anlatının üstün geldiğini belirten Büyükyüksel, bu nedenle 2019 Yerel Seçimlerinin Selahattin Demirtaş için bir kırılma noktası daha olduğunu vurguluyor.
“Bu sadece Demirtaş’la ilgili olan bir hikaye değil, Kürt halkı da artık PKK ve devlet arasında süregelen statükonun aksine dönüşmesi ve olaylara karşı bir tutum geliştirmesiyle de ilişkili oldu.” diyen Büyükyüksel, Kürt halkının Öcalan ne derse onu yapar algısının ne kadar yanlış olduğu sonucunun ortaya çıktığını, Öcalan’ın Kürt Hareketi içinde önemli bir figür olduğunu kabul etmekle birlikte, işin bu kadar basit olmadığını, Türkiye kamuoyu olarak, Kürt sorununda “eskiyle yeni” arasında artık yavaş yavaş sivil siyasetin ana eksen olarak ortaya çıktığını ifade ediyor. Selahattin Demirtaş’ın bir lider olarak bu dönüşümde öncü rol oynadığını aktaran Büyükyüksel, “Hem PKK’nın hem de Erdoğan’ın Demirtaş’tan rahatsız olmasının sebebi bana göre budur” diyor.
Sivil Hareketle Şiddet Yanlısı Hareket Artık Aynı Cephede Değil
Demirtaş’ın son zamanlarda öne çıkmasında devletin izlediği siyasetin etkili olduğunu düşünen Vahap Coşkun, Kürt Meselesi’nde rol alan Öcalan, Kandil ve HDP gibi merkezlerin farklı nedenlerden ötürü son 5-6 yıllık süreç içerisinde etkisizleştirildiğini ifade ediyor. Kürt Meselesi’ne dair doğrudan mesajları veren tek aktörün neredeyse Demirtaş kaldığını söyleyen Coşkun, özetle Demirtaş’ın siyasete başladığı 2007 tarihinden günümüze gelen süreç içerisinde Kürt Hareketi’nin alışık olmadığı bir Genel Başkanlık tarzı yürüttüğünü, bu durumun daha sonradan Genel Başkanlık’tan siyasi liderliğe giden bir sürece evrildiğini, özellikle genç Kürt seçmenlerde popülaritesinin arttığını ve nihayetinde HDP içerisinde en önemli siyasal aktöre dönüştüğünü aktarıyor.
Kürt sorununda artık iki farklı yaklaşımın ve yöntemin farklı cephelerde yer aldığını söyleyen Kemal Büyükyüksel, bir tarafta Kürt Hareketi’nin 78’den beri en etkili aktörlerinden biri olan şiddet yanlısı, terör faaliyetleri yürüten PKK’nın olduğunu, diğer tarafta ise var olmaya çalışan bir sivil hareket olduğunu ve sivil hareketle şiddet yanlısı hareketin aynı cephede olmadığını belirtiyor. Bu durumu çok önemli bir kırılma olarak nitelendiren Büyükyüksel, 2019 seçimleri öncesi konjonktürü, “Old guard dediğimiz eski aktörlerin, artık yavaş yavaş tek bir cephede toplandığı, bir başka deyişle eski Türkiye’nin bir şekilde hepsinin aynı yerde buluştuğu ve bu Türkiye’nin de otoriter bir tahayyül ile yönetilmek istendiği dinazorvari bir düzene karşılık, muhalefet içerisinde yeni yeni aktörlerin ortaya çıktığı, bir dönem” olarak tanımlıyor.
Kemal Büyükyüksel’e göre hem Kürt Hareketi içerisinde belirli dönüşümlerin yaşanması, hem de muhalefet içerisinde yeni ortaklıkların kurulması, yeni anlatıların oluşması ve kucaklaşmaların başlaması ile eskiyle yeninin savaşı, otoriterlik ve demokrasinin savaşı, biraz üst üste gelmiş gibi gözüküyor. Artık Demirtaş’la PKK arasında ayrımın iyice netleşmeye başladığı, bu sistemin ve düzenin değişme ihtimali arttıkça, bu gelişmede eskinin tasfiyesini gündeme getireceği bir süreç ortaya çıktı.
Ancak bu gelişmelerin eski aktörleri önemsizleştirmeyeceğini vurgulayan Büyükyüksel, Öcalan’ın PKK üzerindeki etkisinin devam edeceğini, bu nedenle silah bırakma konusunda Demirtaş’ın Öcalan’ı işaret ettiğini söylüyor. Ancak bununla birlikte 10 yıl önce başlayan Çözüm Süreci’ne göre en büyük farklılığın, Demirtaş’ın muhalefetle görüşebilmesi ve uzlaştıkları alanları oluşturması olduğunu değerlendiren Büyükyüksel, Demirtaş’ın sürecin şeffaf bir şekilde Meclis’te görüşülmesi ve toplumsallaşması gerektiğini talep ettiğini belirtiyor.