[voiserPlayer]
Eğer Türkiye’de yaşıyorsanız bu yazıyı retweet ederken iki kere düşünün.
Tartışmalı bir sosyal medya yasasıyla artık Türk makamları, herhangi bir demokraside – hatta birkaç yıl öncesinin Türkiye’sinde bile – düşünülemeyecek birçok yolla çevrimiçi ifade özgürlüğünü kontrol etme ve gerekirse kısıtlama hakkına sahip oldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümeti, uzun süredir muhalif sesleri susturmak ve ana akım medya üzerinde kontrol sağlamakla eleştiriliyordu. Ancak Türkiye’de yüksek tıklama oranlarıyla sosyal medya mecraları, bağımsız gazetecilik ve tartışma için nispeten açık bir forum haline gelmişti.
Türkiye’nin “dezenformasyon” yasası şimdi, gerçek bir Orwell tarzıyla, hükümetin tanımladığı haliyle yanlış bilginin yayılmasını suç saymayı ve içerikleri düzenlemeyi amaçlıyor. Ancak iktidarı eleştiren kesimler, 2023 seçimleri yaklaşırken bu yeni kuralların muhalefetin kampanyalarını susturmak ve zaten oldukça dar olan kamusal tartışma alanını daha da kısıtlamak için kullanılabileceğinden korkuyor. Daha da kötüsü, yasa tasarısı hükümetin gerekli gördüğünde Twitter veya Facebook’u engellemesine veya onları yetkililerle veri paylaşmaya zorlamasına izin veriyor.
Protestolar ve tüm dünyadan gelen eleştiriler arasında Ekim ayında meclisten geçen yeni yasa paketi, “korku, panik yaratmak” veya “Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini”, “kamu düzenini”, “kamu sağlığını bozmak” amacıyla “yanlış bilgi yayan” haber ve paylaşımlara dört yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörüyor.
Bu yasa, yerel makamlar tarafından onaylanmayan herhangi bir bilgi parçasını fiilen suç sayıyor.
Örneğin, ülkede en çok tartışılan konulardan biri olan enflasyonu ele alalım. Türkiye’nin resmi istatistik kurumu, ülkenin yıllık enflasyonunu %83,45 olarak veriyor. Ancak resmi rakam, yıllık fiyat artışının neredeyse bu rakamın iki katına çıktığını iddia eden ekonomistler ve gazeteciler de dahil olmak üzere birçok kişi tarafından sorgulanıyor. Bağımsız bir gözlemci olan ENAG, Eylül ayı için yıllık tüketici enflasyonunun %186 olduğunu tespit etti. Yeni yasa uyarınca ENAG’ın düzenli veri açıklamaları ve sosyal medya paylaşımları yasaklanıp cezalandırılabilir ve içeriğini paylaşanlar da onlarla eşit ceza alabilir. Benzer şekilde, Türkiye’nin resmi COVID-19 ölüm rakamlarının aslında daha yüksek olduğuna, enerji fiyatlarının muhtemelen yükseleceğine veya hükümetin orman yangınlarını yanlış idare ettiğine dair herhangi bir eleştiri de sorumlu tutulabilir.
Ve muhbirler -unutun gitsin. Araştırmacı gazetecilik, yeni yasaya göre fiilen imkansız olacaktır.
Ancak, siyasi hatları üzerinden derinden kutuplaşmış ve Erdoğan yönetimine karşı artan bir muhalefetin olduğu bir ülkede, “gerçeği” kim gerçekten tanımlayabilir ve “dezenformasyonu” nasıl tespit edebilir? Yeni mevzuat, işi Türk savcılarına bırakın diyor. İnsan hakları alanında köşe yazıları yazan Gökçer Tahincioğlu, dezenformasyon yasasının savcılara gerçeğin ne olduğunu belirleme ve yanlış gördüklerine karşı yasal yollara başvurma konusunda kapsamlı yetkiler verdiğini belirtiyor. Döviz krizinin tam ortasında, gazetecilerin ve ekonomistlerin Türk lirasının dolar karşısında değer kaybedebileceği ile ilgili tweet attıkları için mahkemelerin çoktan peşlerine düştüğü bir ülkede, bu durum kulağa hiç hoş gelmiyor.
Yeni yasa, Erdoğan’ın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ve milliyetçi müttefiklerinin medya üzerindeki kontrolleri sıkılaştırmaya yönelik ilk girişimi değil. Ancak muhalefet ve hak savunucuları tarafından “sansür yasası” olarak adlandırılan bu yasa, bu girişimlerin kesinlikle en sert olanı. 2020’de Türk milletvekilleri, hükümete sosyal medya içeriğini düzenleme yetkisi verdi ve Twitter, Facebook ve YouTube dahil olmak üzere teknoloji şirketlerinin Türkiye’de ofis açmalarını zorunlu tuttu. Hükümet ayrıca bu platformlara mali cezalar verdi ve koşullarının karşılanmaması halinde bu sitelerin trafiğini yavaşlatmakla tehdit etti.
İktidar şimdi vidaları biraz daha sıkıyor. Yeni kanuna göre teknoloji devlerinin yerel ofislerini yönetmeleri için Türk vatandaşlarını ataması gerekiyor. Ayrıca, verilerini Türkiye’de tutmaları ve hükümetin talep etmesi durumunda kullanıcılar hakkında bilgi vermeleri de gerekiyor, aksi takdirde engellerle karşılaşabilecekler.
Bu durum küresel şirketlere, açık kalıp işlerini sürdürebilme ve iktidarla çok uyumlu hale gelip itibarlarının zarar görmesini önleme seçenekleri arasında doğru dengeyi bulmak için büyük bir sorumluluk yüklüyor gibi görünüyor. Ülkedeki sosyal medya platformlarının popülaritesi ve iktidarın muhaliflere “terörizm” etiketi yapıştırabilmesi göz önüne alındığında, bu zorluklar birer gerçek. Signal, Facetime ve WhatsApp gibi mesajlaşma uygulamaları yaygın olarak kullanılıyor ve hem vatandaşlar hem de yetkililer için tercih edilen bir yazışma yöntemi haline geldi. Hükümet artık kaç kullanıcının olduğu, kimin kiminle konuştuğu ve gerekirse ne hakkında konuştuklarına ilişkin düzenli olarak güncel bilgiler almak istiyor. Bazı durumlarda, şifreleme verilerini talep edebilir ve aksi takdirde kullanımı kısıtlayabilirler.
Devletin gizli dinleme yapması ile ilgili bir tarihi olan ve büyükannelerle büyükbabaların dahi aile üyeleriyle konuşmak için WhatsApp’ı tercih ettiği bir ülkede yeni yasa, sıradan vatandaşlar için bir mahremiyet perdesini daha kaldırıyor.
Seçimin getirdiği zorluklarla ve azalan destekle karşı karşıya kalan Türkiye’nin iktidardaki muhafazakar-milliyetçi koalisyonu, seçimler yaklaşırken bilgi alanını kontrol etmeyi umarak otoriter oyun kitabından bir sayfa daha seçmiş görünüyor. Eleştirmenlere göre yeni yasa, iktidar koalisyonunun iktidarda kalmak için özgürlükçü olmayan yollara başvurmaya istekli olduğu fikrini güçlendiriyor.
Türkiye’nin “dezenformasyon” yasası, Erdoğan’ın muhalifleri için kampanya yapmayı ve örgütlenmeyi kesin olarak bir adım daha zorlaştırıyor ve vatandaşlarının bir özgürlüğünü daha elinden alıyor. Tartışma ve bilgi paylaşımı için alanı daraltıyor. Ve daha da kötüsü, şayet yaklaşan 2023 seçimlerinin sonuçları çok yakın ve tartışmalı olursa ve Türk hükümetinin tutumu eski ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’deki tavrına benzer şekilde gelişirse, bu yeni yasa hükümetin iddialarına karşı anlamlı bir tepki verilmesini engelleyebilir.
Ancak yeni yasanın Türkiye’nin seçim dinamiklerini kökten değiştirmesi pek olası değil. Türkiye tam anlamıyla demokratik olmadığı gibi bir diktatörlük de olmadığı için tuhaf bir yer. Liberal olmayan yönüne rağmen Türkiye; Rusya ve Çin’in aksine, hâlâ güçlü bir muhalefete ve hararetli bir tartışma ortamına sahip. Yeni yasanın insanların fikirlerini değiştirmek yerine, seçmenleri rahatsız etmesi ve zaten işsizlikten bunalmış ve hükümetin muhafazakar gündeminden giderek daha fazla uzaklaşmış genç vatandaşları huzursuz etmesi de muhtemel.
Neticede Türk seçmeni ekonominin durumuna ve cumhurbaşkanı adaylarının liyakatine göre karar verecek. Erdoğan, net bir şekilde iktidardaki İslamcı-milliyetçi koalisyonun tercihi ama neredeyse tüm anketler değişim arzusunun Erdoğan’a verilen destekten biraz daha büyük olduğunu gösteriyor. Bu, Türkiye’nin muhalefet bloğunun doğru adayı seçip seçmenleri yönetme yetenekleri konusunda ikna etmesi halinde hala bir şansı olduğu anlamına geliyor. Kesin bir şey değil, ama mümkün.
Ve bu arada, şayet sosyal medyada karartmalar ve soruşturmalar olursa, bu durum seçmenleri yalnızca daha da kızdırır.
Fotoğraf: camilo jimenez