[voiserPlayer]
Siyaset Bilimi literatüründe negatif kimliklenme olarak bilinen bir kavram vardır. Bu, seçmen davranışının bir siyasi partiden çok memnun olmaktan ziyade, karşıdaki siyasi partiden çekinmekten kaynaklı olarak şekillendiğini ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Yani bir seçmen, bir önceki seçimde oy verdiği siyasi partinin politikalarından rahatsız olsa dahi karşısındaki partinin sosyal ya da iktisadi politikalarından korkmasından kaynaklı olarak aynı partiye oy vermekte ısrar edebilir.
İşte Kılıçdaroğlu’nun helalleşme ve başörtüsü çıkışlarını da bu negatif kimliklenmeyi ortadan kaldırma kaygısı olarak değerlendirmek gerekiyor. İktidarın mevcut konjonktürde iktisadi olarak seçmenlere bir şey vadedemediği aşikâr. Bu da iktidarı mümkün olanın sınırlarını zorlamak pahasına kültür kampları üzerinden kutuplaştırmayı arttırma yoluna itiyor. Ben de CHP liderinin yaptığı başörtüsü çıkışının muhalif kamuoyunda yersiz bulunmasına tam bu noktadan itiraz ediyorum. Çünkü iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı, Kılıçdaroğlu bu çıkışı yapmasaydı da kültür kampları üzerinden kutuplaştırma kartına sarılacaktı. Nitekim Cumhurbaşkanı, bunun işaret fişeğini TBMM’nin açılış toplantısındaki yeni anayasa çağrısıyla atmıştı. Aslında iktidar partisinin 2011 seçimlerinden itibaren her seçim döneminde kullandığı, değişmeyen iki temel stratejisi var:
- “Dindar çoğunluk” ve “milletin değerlerine düşman azgın azınlık” ikiliği.
- Çatışmacı-milliyetçi ve saldırgan bir söyleme dayanan cinnet hâli.
İkinci olağanüstülük, 2015’ten beri zaten olağanlaştı ve yalnızca seçim dönemlerinde kullanılan bir strateji olmaktan çıkarak hem Cumhurbaşkanının hem de iktidar partisinin söyleminin ayrılmaz bir parçası hâline geldi. Ancak ilkini canlandırabilmek için bir engel vardı: Altılı Masa’nın çoğulculuğu ve geldikleri mahallelerin farklılığına rağmen Türkiye’yi demokratikleştirebilmek adına ortaklaşmaları. Bu noktada iktidar blokunun Altılı Masa’yı dağıtmak için uzunca bir süredir ekmeye çalıştığı nifak tohumlarını da hatırlatmak gerekir. Çünkü popülist liderler, toplumu ortadan ikiye bölüp çoğunluğu kendi yanlarında tutarak iktidarda kalma yolunu izledikleri için aktörlerin çoğulculaştığı (plurality) bir siyasi iklimdense aktörlerin ikiye indiği (duality) bir iklimi tercih ederler.
Muhtemeldir ki iktidar, farklı nifak tohumlarıyla altılı masayı dağıtmaya çabalarken, seçime çok kısa bir süre kala başörtüsüyle ilgili anayasa değişikliği maddesini kendisine kadifeden kılıf yaparak Altılı Masa’nın muhafazakâr aktörlerini, “başörtüsü karşıtlarıyla iş tutmak”la suçlayacaktı. Bu yolla seçimleri “başörtüsüne özgürlük isteyenler” ve “başörtüsü karşıtı yasakçılar” ikiliğiyle bir referanduma çevirecekti. Ancak Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışı bunun önüne geçti ve iktidarı bir erken doğuma zorladı.
Bu andan sonra ise iktidar, muhtemelen parlamentoya getireceği anayasa değişiklik paketinde, Aleviler üzerinden CHP’yi, muhafazakâr seçmen üzerinden Deva, Gelecek ve Saadet’i ve milliyetçi seçmen üzerinden de İYİP’i zor durumda bırakacak maddelerle Altılı Masa’yı dağıtmaya çalışacak. Bu noktada muhalefetin üzerine düşen iki temel görev var:
- Başörtüsüyle ilgili anayasal güvencenin neden 2010 ya da 2017 referandumlarında sağlanmadığını sorgulamak.
- Aslında birinci soruya da cevap vererek, iktidarın toplumu bu tür yapay tartışmalar üzerinden manipüle ederek asıl çelişkiyi, yani iktisadi sahadaki çelişkiyi perdelediğini ifade etmek. Bunun sonucunda da toplumun günden güne yoksullaştığının altını çizerken, altılı masanın son toplantısında hazırlanması için ortaklaştıkları müşterek programları toplumla paylaşıp, tartışmayı iktisadi sahada tutmak.