[voiserPlayer]
“Yazdığımızı yok edebiliriz ama silemeyiz.”
-Anthony Burgess, Otomatik Portakal
Selma Aliye Kavaf, Ankara Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimini tamamladıktan sonra bir süre öğretmenlik yaptı. 2002 yılında Türkiye’de bir değişim rüzgârı eserken Ak Parti ile siyasete girdi ve 2007 yılında Denizli’den 23. Dönem milletvekili seçildi. Siyasi kariyerini hızla tırmanırken 2009 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı oldu. Bakanlık görevi sonrasında siyasete ara verip akademide çalışmalarına devam etti. 2014 yılında Hacettepe Üniversitesi tarih bölümünde yüksek lisans, 2015 yılında da aynı bölümde doktora programına kabul oldu. Kavaf şu anda DEVA Partisi’nin sosyal politikalardan sorumlu genel başkan yardımcısı olarak görev yapıyor.
DEVA Partisi kurucularının biyografilerinin yer aldığı internet sayfasından Kavaf’a dair bulabildiğim bilgiler bunlar. Kavaf’ın kayda değer bir akademik, önemli de bir siyasi kariyeri bulunuyor. Fakat bunların hiçbiri Aliye Kavaf’ın 2010 yılında “ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence” demesi kadar bu ülkenin yurttaşları üzerinde etki yaratmadı. Aliye Kavaf’ın, devlet bakanı kimliği ile bir sade vatandaş olarak düşündüklerini birbirine karıştırmasını bir kenara koyuyorum, her şeyden önce bu söylediği çağdaş bilimsel tıp ve insan haklarıyla örtüşmüyor[1]. Bu durumu Türk Tabipler Birliği, Kavaf’ın açıklamasına yanıt olarak yayınladığı görüşünde de belirtti.
Bir bakana yakışmayan bu ayrımcı sözlerin ardından LGBTİ+ ve insan hakları örgütleri bakanın bu sözlerini kınayan açıklamalarda bulundu ve kendisini istifa etmeye davet etti. Avrupa’dan kınamalar geldi ve hatta Kavaf’ın bu sözleri BM gölge raporlarında dahi kayda geçti. O dönem Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği Kavaf’a “eşcinsellerin hasta olduğu ve tedavi edilmeleri gerektiği gibi argümanlar bilimsel açıdan herhangi bir temele dayanmadığı gibi, halkın eşcinsellere yönelik önyargısını ve nefreti körüklemektedir” dediği açık bir mektup yolladı ve Kavaf’tan eşcinsellik, biseksüellik ve transseksüellik konusunda ayrıntılı bilgi sunmak için görüşme talebinde bulundu. Kavaf bu görüşme talebine yanıt vermedi.
Aliye Kavaf toplumdan yükselen bu tepkiye kulaklarını tamamen tıkadı, bu sözüne yönelik sorulan soruları ise yanıtsız bıraktı. 2011 yılında Cüneyt Özdemir’in sunduğu 5N1K programına konuk olan Kavaf, Cüneyt Özdemir’in “eşcinsellikle ilgili açıklamalarınızdan pişman mısınız?” sorusuna gülümseyerek karşılık verdi ve soruyu yanıtlamadı. Yine aynı yıl Kavaf’ın konuk olduğu Habertürk’te, Balçiçek İlter’in programının öncesinde “eşcinsellik hastalıktır” açıklamasına dair soru sorulmasını istemediğini Balçiçek İlter şu sözlerle ifşa etti: “Sayın Bakan’a “eşcinsellik hastalıktır” açıklamasına dair bir şeyler sormak istiyordum ama kendisi arzu etmedi, ben de saygı duydum ama burada açıklama gereği duyuyorum”.
Kavaf söylediği bu sözün 2010 şartlarında herhangi bir karşılığı olmadığını, bilimden uzak ve ayrımcı saikler içerdiğini sonradan fark edecek ki bu açıklamasını, karşısına birden fazla fırsat çıkmasına rağmen gerekçelendiremedi. Aradan ise tam on yıl geçti, Kavaf iktidar saflarından muhalefete geçerken bir dönem bakanlığını icra ettiği iktidar partisi ise LGBTİ+ yurttaşları kendine düşman olarak belirledi. Aliye Kavaf, Türkiye’de homofobinin kurumsallaşmasının, yani siyasi iktidarın LGBTİ+’lara yönelik nefret ve ayrımcılığı bir politika olarak benimsemesinin kapısını aralayan siyasetçi olarak tarihe geçti. Bu yüzden Aliye Kavaf bir bakan olarak sarf ettiği bu sözlerin nasıl sonuçlar yarattığını bilmeli ve Kavaf için, yıllardır muhalefette olduğundan bedel ödeyenlerin yanına geçmenin de bir bedeli olmalı. O bedelin ilk farzı Kavaf’ın LGBTİ+ yurttaşlardan kamusal anlamda özür dilemesidir. Kavaf sadece özür de dilememeli, aynı zamanda sosyal politikalarının başında olduğu DEVA Partisi’nin eşitsizliklerle, sosyal adaletsizliklerle mücadele planlarına LGBTİ+ yurttaşlarını da dahil etmelidir.
Aliye Kavaf sadece eşcinselleri hastalık olarak görmüyor, aynı zamanda LGBTİ+’ların aile kuramayacağını da düşünüyor. Kavaf, Avrupa Konseyi Aileden Sorumlu Bakanlar Konferansı’nın Haziran 2009’da Viyana’da gerçekleşen toplantısında, “Farklı aile formlarında yetişen çocukların haklarına ilişkin” düzenlemeler ele alınırken, “farklı aile formları” tanımının eşcinsellerin evlat edinmesinin önünü açabileceğini öngören maddeye dair Avrupa Konseyi’ne gönderdiği yazıda, “Biz ülke olarak eşcinsel evliliği kabul etmediğimiz gibi eşcinsel aile ve ebeveynlik kurumunu da kabul etmediğimizi belirtmek isteriz” geri bildiriminde bulunmuştu. Bu cevap, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın LGBTİ+’larla ilgili sorulan sorulara yanıt olarak verdiği “devletin Türk aile yapısını koruma yükümlülüğü de vardır” cümlesini açıklıyor.
2020 yılında DEVA Partisi henüz çok daha yeni kurulmuşken, “Deva Partisi LGBTİ+’lara Deva Olabilecek Mi?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Aradan 2 yıl geçti ve DEVA Partisi neredeyse 3 yaşını doldurmak üzere. Fakat hala LGBTİ+ haklarına dair partinin ne düşündüğünü net olarak bilmiyoruz. LGBTİ+ hakları konusunda alacağı pozisyonu sorulduğunda da genelde konu İstanbul Sözleşmesi’ne verdikleri desteğe geliyor ve kaçamak yanıtlar veriliyor. DEVA Partisi, programı ile çelişerek ve ortaya koyduğu iddia ile örtüşmeyecek şekilde henüz LGBTİ+’lara deva olabilmiş değil, ürkek tavrı ile diğer pek çok siyasi partinin gerisinde kalmış durumda.
DEVA Partisi’nin Sosyal Politikalar Eylem Planında LGBTİ+’lar Yok
DEVA Partisi’nin 14 Eylül 2021 tarihinde yayınladığı Sosyal Politikalar Eylem Planı’nda LGBTİ+’ları kapsayan herhangi bir eylem planı bulunmuyor. Halbuki LGBTİ+’ların yaşadığı en büyük sıkıntıların başında sosyal politikaların kapsamına giren sosyal yardım ve hizmetlere erişememe, emeklilik ve sosyal güvenlik, çalışma hayatında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık geliyor.
Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin (SPoD) danışma hattı verileri üzerinden pandeminin ilk üç ayını değerlendirdiği rapora göre LGBTİ+’lar, yaşam hakkı başta olmak üzere eğitim, sağlık ve çalışma (istihdam sürecindeki eşitsizlikler, gelir kaybı ve işsizlik vb.) gibi diğer haklara erişimde ciddi sorunlar yaşadı. Yanı sıra pandemi sürecinde LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemlerinin yaygınlaşması ve evlere kapanmak zorunda kalınması ile artan ev içi şiddet, görülen diğer olgulardır.
Yine SPoD’un Pandemi Sürecinde LGBTİ+’ların Sosyal Hizmetlere Erişimi Araştırması Raporu’nun anahtar bulguları LGBTİ+’ların pandemi sürecinde sosyal hizmetlere erişim açısından büyük engellerle karşılaştığını gösteriyor. Rapora göre araştırmaya dâhil edilen LGBTİ+’ların büyük bir çoğunluğu pandemi sürecinde:
- Barınma hizmeti ile ilgili bir bilgilerinin olmadığını, bahsi geçen hizmetlere erişimde cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz bırakılabileceklerini düşündüklerini, ailelerinin ya da arkadaşlarının yanına gitmek durumunda kaldıklarını,
- Sosyal yardımlara erişim konusunda nereye hangi şekilde başvuru yapabilecekleri hakkında bilgilerinin olmadığını, bahsi geçen yardımlara erişim noktasında cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz bırakılabileceklerini, arkadaşlarından yardım aldıklarını,
- Psiko-sosyal destek hizmetlerine erişim konusunda, hangi kurum ve kuruluşlara başvuru yapabilecekleri hakkında bilgilerinin olmadığını, bahsi geçen hizmetlere erişim noktasında cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz bırakılabileceklerini, gizliliğin sağlanması noktasında endişeli olduklarını, arkadaşlarından yardım aldıklarını ve bahsi geçen hizmetlerin ücretsiz olmadığını,
- Pandemi sürecinde dezavantajlı gruplara yönelik (kadınlar, çocuklar, engelliler, yaşlılar, LGBTİ+’lar, HIV ile yaşayan bireyler, mülteciler) koruyucu ve önleyici tedbirlerin alınmadığını,
- Kurum ve kuruluşların LGBTİ+’yı kapsayıcı hizmetler sunmadığını, LGBTİ+’ların özel ihtiyaçlarına ilişkin bilgilendirilmediklerini ve kurumların bu ihtiyaçlara yönelik çalışma gerçekleştirmediğini,
- Hizmetler ve sosyal yardımlar ile ilgili herhangi bir sorunla (yanıt alınamaması, ayrımcılık yaşanması vd.) karşılaşıldığında başvurulabilecek yerler olmadığını düşünüyor.
DEVA Partisi’nin sosyal politikalarının LGBTİ+’ları içermemesi akıllara Aliye Kavaf’ın LGBTİ+’ları sosyal politikalar eylem planında görmezlikten gelmesine sebep olan şeyin eşcinseller hakkındaki düşüncesi mi olduğu sorusunu getiriyor. Ya da Babacan’ın LGBTİ+’lar vs. aile ikiliğini kurmasının sebebi, Kavaf ile olan yakın temasları mı diye düşündürtüyor. Kavaf’ın düşüncesi hala aynıysa ve velev ki doğru, o halde DEVA Partisi “hasta” olan milyonlarca insana dair neden herhangi bir politika ve söz üretmekten imtina ediyor?
LGBTİ+ Gençler İntihara Daha Meyilli
Kavaf’ın sözlerinin çocuklar ve genç yetişkinler için ne kadar yıkıcı olabileceğini görmek gerekiyor. Aradan on yıl geçmesi belki Kavaf’ın bu sözünün etkisini azaltmış olabilir ancak Kavaf bu sözü sarf ettiğinde de bu sözü duyan, bu söz nedeniyle yanlış ve yalnız hisseden binlerce LGBTİ+ genç vardı. Dünyanın dört bir yanında yapılan araştırmalar bize LGBTİ+ gençler arasında intihar oranlarının LGBTİ+ olmayan gençlere göre çok daha yüksek olduğunu söylüyor. LGBTİ+ gençlerin intiharının önlenmesi için çalışan Trevor Project’in 2021 yılı sonu-2022 yılı verilerine göre;
-10-24 yaş aralığındaki gençler arasında en çok ölüme sebep olan ikinci etmen intihar olarak belirlenmiş.
-LGBTİ+ gençler akranlarına karşın intihara 4 kat daha fazla meyilli oluyorlar.
-Amerika’da 13-24 yaş aralığında intiharı düşündüğü tahmin edilen genç LGBTİ+ sayısı 1,8 milyon.
-Amerika’da 13-24 yaş arasında 34,000 genç ile yapılan ruh sağlığı araştırmasına göre LGBTİ+ gençlerin %45’i geçtiğimiz yıl içerisinde intiharı ciddi olarak düşündüğünü belirtti.
LGBTİ+ gençleri intihara sürükleyen sebepler arasında ise reddedilme, sosyal destek bulamamaları, fiziksel saldırı ve zorbalık, ayrımcılık ve onarım terapisi yer alıyor. Yukarıdaki rakamlara bakıldığında Trevor Project, her 45 saniyede bir LGBTİ+’lı bir gencin intihar girişiminde bulunduğunu tahmin ediyor. Bu gerçekten korkunç, yaralayıcı ve üzerine düşünülmesi gereken bir durum. Türkiye’de de LGBTİ+ intiharları 2014 yılında yani Aliye Kavaf’ın bakan olarak “eşcinsellik bir hastalıktır” demesinden 3 yıl sonra, İzmir’de Okyanus Efe’nin intiharı ile tekrar gündem oldu. Okyanus Efe, başarılı bir sporcuydu ve trans erkek olarak açıldı. Babası tarafından kabul görmedi ve “Ne boka yaradı normal olmak?” notu ile intihar etti. 2016 yılında Balıkesir’de 22 yaşında bir trans erkek olan Ayaz Utku Karakulak oturduğu binanın çatısından atladı ve yaşamına son verdi. Ailesinden şiddet gördüğü ve ölüm tehdidi aldığı için Nalan Bayar intihar etti. Eylül Cansın, Boğaz köprüsünden atlayarak yaşamına son verdi. İzmir’den Timuçin, Adıyaman’dan Ege Tanyürek ve belki daha bilmediğimiz nice genç insan… Hak savunucuları LGBTİ+ intiharları, cinayetler kadar politiktir diye boşuna bas bas bağırmıyor.
Bu konunun aciliyeti ve ciddiyeti nedeniyle LGBTİ+ örgütleri son zamanlarda intiharları önleme çalışmaları yapmaya başladılar. Geçtiğimiz haziran ayında SPoD Psiko+ Ekibi tarafından hazırlanan “Birlikte Neler Yapabiliriz?” serisinin ilk kitapçığı “İntihar Önleme: Birlikte Neler Yapabiliriz?” yayınlandı. Dört bir koldan bu kuşatılmışlık altında LGBTİ+’lar birbirlerini hayatta tutmaya çalışıyor. Çünkü yalnız ve yanlış olan LGBTİ+’lar değil, “eşcinsellik bir hastalıktır” diyen Aliye Kavaf.
Kavaf İktidarın Bile Gerisinde Kaldı
Baktığımız zaman Aliye Kavaf’ın “eşcinsellik bir hastalıktır” açıklamasının LGBTİ+’lara karşı savaş açan aşırı milliyetçi ve dini grupların söylemlerinin bile gerisinde kaldığını görüyoruz. Bu yıl birçok ilde düzenlenen Onur Haftası etkinlikleri dini ve milliyetçi grupların linç tehditleri nedeniyle iptal edildi. Tehditler karşısında LGBTİ+’ların can güvenliğinin sağlanmadığı, LGBTİ+’lara özel ayrımcı uygulamaları da barındıran yasak kararlarıyla Onur Yürüyüşleri engellenmeye çalışıldı, yürüyüşe katılmak isteyenler ise gözaltına alındı.
Yine benzer bir biçimde LGBTİ+’ların hedef haline getirildiği, nefret söylemi ve şiddet tehdidi içeren bir organizasyon Yesevi Alperenler Derneği ve 150 STK ile 18 Eylül saat 15:00’te Saraçhane Parkı’nda düzenlendi. Dernek, daha önce de “Aileni ve Neslini Koru, Sapkınlığa Dur De” temalı birden fazla etkinlik ve bu konuda basın açıklamaları düzenledi. Derneğin ve beraberindeki oluşumların talepleri arasında LGBTİ+ temalı faaliyetlerin yasaklanmasına yönelik yasa çıkarılması ve bu faaliyetlerin hukuki yaptırımla karşılaşması yer alıyor. Bir taraftan da mitingin duyurusuna ilişkin hazırlanan bir videonun, TV kanalları ve radyolarda yayınlanması için ‘kamu spotu’ başlığı adı altında RTÜK’ün internet sitesinde yer aldığını gördük.
LGBTİ+’lara savaş açan bu gruplar, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini bir propaganda aracı olarak görüyorlar. Siyasi iktidarın temsilcilerinin de yer yer bunun altını çizdiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Biz özgürlük ve hoşgörü gibi kavramların eşcinsellik propagandası için yozlaştırılmasına karşı çıkıyoruz. Biz eşcinsellik propagandasına karşı sessiz kalmayacağız” dedi. İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu ise “Bu iş öyle bir noktaya geldi ki LGBT derneklerine devasa bütçe aktarıyorlar, bunlara propaganda ve iletişim desteği veriyorlar” diyor. Siyasi iktidarın, eşcinselliği hastalık olarak görmekten ziyade, LGBTİ+ aktivizmini hedef alması, Kavaf’ın eşcinselleri hastalık olarak görmesinden maalesef çok daha ilerici bir noktada duruyor.
Aliye Kavaf’ın Hala Bir Fırsatı Var
Aliye Kavaf’ın geçmişte bakanlık görevinden bu açıklaması nedeniyle istifa etmesi gerekirdi ama bu olmadı. Aliye Kavaf, tekrar milletvekili adayı olarak gösterilmediğinde dönemin başbakanı Erdoğan bu kararı için “Bundan sonraki süreçte de kendisinden çok daha farklı bir şekilde istifade edeceğiz” demişti. Siyasi iktidar, LGBTİ+’lara yönelik baskıcı politikalarının dozunu arttırarak aslında bu kapıyı aralayan Kavaf’tan çokça istifade etti. Aliye Kavaf almış olduğu sorumluluk gereği artık açtığı bu kapıyı tekrar kapatmalı ve böyle fevri bir sözün bir siyasetçi tarafından bu kadar kolay sarf edilmemesi gerektiğini herkese göstermeli. Bunu hiç değilse DEVA Partisi’ne emek veren, yaklaşan seçimlerde partiye oy verecek olan LGBTİ+ seçmenleri için yapmalı. Kavaf, başını iki elinin arasına alarak, LGBTİ+ intiharlarında katkısı olup olmadığını ya da kaç LGBTİ+ gencin ailesinin “hasta” olduğunu düşünmesi nedeniyle bir işkence yöntemi olarak kabul edilen onarım terapisine sürüklendiğini düşünerek de vakit kaybetmemeli.
Kavaf’ın elinde hala bir fırsat var, o da Türkiye’yi yönetmeye dair iddiası olan bir siyasi partinin sosyal politikalarına yön verebilme kudretidir. Kavaf, DEVA Partisi çatısı altında LGBTİ+’ların yaşadığı sorunları gündem ederek, LGBTİ+’ları kapsayıcı sosyal politikalar geliştirilmesine kapı aralayabilir. Kavaf aynı zamanda LGBTİ+ dernekleri ile de görüşerek sosyal politikalar konusunda kendisinin ve ekibinin kapasitesini arttırabilir ve partisinin sosyal politikalarında dünya standartlarını yakalamasına vesile olabilir. Bunun önünde hiçbir engel yok, fakat Kavaf bunu yapmaz ise “eşcinsellik hastalıktır” beyanatı siyasi kariyerinin önünde ve içinde bulunduğu parti için hep bir engel olmaya devam edecek ve bu sözü ona her daim hatırlatılacaktır.
[1] Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Birleşmiş Milletler’in bir alt organı olan Dünya Sağlık Örgütü, eşcinselliğin bir hastalık olmadığını, heteroseksüellik gibi bir cinsel yönelim olduğunu yayınlarında belirtir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayımlanan Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması’nın bir bölümü olan ICD – 10, Beşinci Bölüm: Zihinsel ve Davranışsal Bozukluklar listesi, 1 Ocak 1993’ten beri eşcinselliği liste dışında tutmaktadır. Aynı şekilde, uluslararası psikoloji ve psikiyatri uzmanları tarafından otorite kabul edilen Amerikan Psikiyatrlar Derneği 1973’te, Amerikan Psikologlar Derneği de 1975’te eşcinselliğin zihinsel ve davranışsal hastalıklar listesinden çıkarılmasına karar vermiştir. Amerikan Psikiyatrlar Derneği’nin Zihinsel Bozuklukların Diagnostik ve İstatistiki Üzerine El Kitabı’nda eşcinselliğin doğal bir durum olduğu, heteroseksüellik ve biseksüellik ile birlikte üç farklı cinsel yönelimden bir tanesi olduğunun altı çizilmiştir.
Fotoğraf: Tanushree Rao