Bugünlerin yeni gündemi yapay zekâ… Yapay zekâ, toplumlar ve ekonomiler üzerinde derin ve kalıcı etkiler yaratma potansiyeline sahip. Toplumların karşı karşıya kaldığı bu denli derin teknolojik ilerlemeler, ekonomik verimliliği artırmak, yeni iş alanları yaratmak ve toplumsal dönüşümü teşvik etmek için önemli bir araç olarak görülür. Ancak bu potansiyelin tam ve pozitif anlamıyla gerçekleşebilmesi için, yapay zekânın adil ve kapsayıcı bir şekilde dağıtılması kritik bir gereklilik olarak karşımıza çıkar.
Uçuruma Dikkat!
Yapay zekânın toplum ve ekonomi üstündeki potansiyel etkilerini spekülatif biçimde değerlendiren pek çok içerikle karşılaşmak mümkün. Bu konuda referans alabileceğimiz ve bu potansiyeli değerlendiren Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yayınladığı “Yapay Zekâ Uçurumuna Dikkat: İşlerin Geleceği Üzerine Küresel Bir Bakış Açısı Şekillendirmek” isimli rapora baktığımızda yapay zekâ çağında ne gibi gelişmelerle karşı karşıya kalabileceğimizi daha sağlıklı biçimde ortaya koyabiliriz.
Bugünün dünyası ve toplumları ekseninde değerlendirildiğinde, yapay zekânın benimsenmesindeki eşitsizliklerin, ekonomik ve sosyal ayrışmalara yol açma, zengin ve fakir ülkeler arasındaki farkı daha da derinleştirme yönünde ilksel etkiler ortaya çıkaracağını ifade edebiliriz. Kuşkusuz bu tür bir dengesizlik, teknolojinin sunduğu fırsatların büyük bir kısmından sadece belli bir kesimin faydalanmasına neden olacaktır. George Orwell’ın ünlü deyişiyle “herkes eşit ama bazıları daha eşit” olmaya, hatta bu durum güçlenmeye devam edecektir.
İş ve Yaşam Değişiyor
Yapay zekânın çalışma hayatı üzerindeki etkileri ise özellikle otomasyon ve mesleklerin yeniden şekillenmesi açısından dikkat çekicidir. Otomasyon, birçok sektörde belirli görevlerin yerini alabilir veya bu görevleri tamamlayıcı bir rol üstlenebilir. Bu süreç, bazı meslekler için önemli fırsatlar yaratırken, diğerleri için işsizlik riskini artırır. Örneğin, masa başı rollerde bulunan büro destek çalışanları, görevlerinin büyük bir kısmının otomatize edilmesi nedeniyle bu dönüşümden daha fazla etkilenebilir.
Ancak otomasyonun her zaman işsizlikle sonuçlanmadığı, aksine yeni iş alanları yaratma potansiyeline sahip olduğunu unutmamamız gerekir. Dolayısıyla bu konuda kesin bir yargı, ancak otomasyonun sektörel etkilerinin derinlemesine bir incelemesine dayandırılabilir. Nitekim bazı sektörlerde; örneğin, sağlık sektörü gibi insan etkileşiminin kritik olduğu alanlarda, bu teknolojilerin tamamlayıcı bir rol oynayarak verimliliği artırabileceği öngörülüyor.
Yapay zekânın toplumsal etkileri incelendiğinde söz konusu gelişmelerin cinsiyet bazlı eşitsizlikleri derinleştirme riski taşıdığı da gözlemlenmektedir. Özellikle büro ve iletişim sektörlerinde yoğun olarak çalışan kadınlar, otomasyon nedeniyle daha yüksek bir risk altındadır. Kuşkusuz bu durum yine ülke ve bölge bazlı demografilere bağlı olarak ele alınmalıdır. Ancak bugünün dünyasında öne çıkan Hindistan ve Filipinler gibi gelişmekte olan ülkelerde bu durumun daha belirginleştiğini; çağrı merkezleri gibi alanlarda çalışan bireylerin, teknolojik gelişmelerin etkilerine karşı daha hassas hale geldiğini söyleyebiliriz.
Bununla birlikte, yapay zekânın sunduğu fırsatlardan tam anlamıyla yararlanabilmemiz, dijital becerilerin ve altyapının geliştirilmesine bağlıdır. Zira bu faktörler, yapay zekânın çeşitli bölgelerdeki etkilerini önemli ölçüde şekillendiriyor. Bu bağlamda, eğitim ve beceri kazandırma programlarının oluşturulması, dijital dönüşümün kapsayıcı bir şekilde gerçekleşmesi için kritik bir adım olarak değerlendirilebilir.
Bu Değirmenin Suyu Nereden Gelecek?
Küresel değer zinciri, farklı aşamalardan oluşan bir ekosisteme sahip. Verilerin toplanması, işlenmesi ve etiketlenmesi gibi düşük katma değerli işler genellikle gelişmekte olan ülkelerde yoğunlaşmış durumda. Buna karşılık, model tasarımı, eğitim ve uygulama gibi yüksek katma değerli faaliyetler ise daha çok gelişmiş ülkelerde gerçekleştiriliyor. Bu durum, söz konusu teknolojinin sunduğu ekonomik faydaların da adaletsiz bir şekilde dağılmasına yol açıyor.
Örneğin, OpenAI’ın GPT-4 modelini eğitmek için harcadığı milyonlarca dolarlık bilişim maliyeti, gelişmekte olan ülkeler için büyük bir finansal engel oluşturuyor. Bunun yanı sıra, verilerin etik kullanımı ve gizlilikle ilgili meseleler de giderek daha fazla önem kazanıyor. Dolayısıyla, değer zincirinde düşük katma değerli işler için çalışan bireylerin emeklerinin adil şekilde karşılanması ve bu işlerin sürdürülebilir hale getirilmesi, uluslararası topluluk için çözülmesi gereken kritik konular arasında sayılabilir. Öte yandan, bugün hemen her ülkede yapay zekâ çağına yönelik atılması gereken adımlar sıralanırken, bu adımları kimin nasıl ve hangi finansal kabiliyetle atacağı belirsizdir.
Küreselleşmede Yeni Bir Aşama
Toplumlar giderek hızlanan teknolojik gelişmelerle yüzleşirken, bu gelişmelerin yaratabileceği “beyin göçü” sorunu da önemli bir mesele olarak karşımıza çıkar. Bilindiği üzere, önceden bu yana gelişmekte olan ülkelerde yetenekli çalışanlar, daha iyi iş ve yaşam olanakları sunan gelişmiş ülkelere göç etme eğilimi gösteriyor. Bu durum, ulusal bazda teknolojiye dayalı endüstrilerin gelişimini sınırlandırıyor ve sonuç olarak yarıştan kopan ülkeler, küresel teknolojik yarışın gerisinde kalıyorlar. Bu nedenle, yapay zekâya yapılacak yatırımlar, sadece fiziksel altyapının değil, aynı zamanda dijital becerilerin ve beşerî sermayenin geliştirilmesini de içermelidir.
Yetenekli bireylerin kendi ülkelerinde kalmalarını sağlamak için cazip iş fırsatları yaratmak, bilgi birikimlerini ulusal düzeyde değerlendirebilecekleri ortamlar oluşturmak ve yaşanabilirliğin, adil yaşamın ve refahın ön planda tutulduğu bir iklim yaratılması gerekiyor. “Bunlardan bazılarını yapalım, diğerleri olmasa da olur” düşüncesinin çalışmayacağını piyasanın kuralları peşinen söylüyor. Küresel dünyada bu itme-çekme etkilerinin dışında kalabilmek mümkün değil!
Bilindik Ama Uygulanmayan Reçete: Şeffaflık ve Sosyal Diyalog
Yapay zekâ, çalışma hayatına nasıl entegre edilebilir sorusunun basit yanıtı, şeffaflık ve sosyal diyaloğun sağlanması olarak verilebilir. Çalışanların teknolojiye adaptasyonunun sağlanması, bu sürecin başarısında kritik bir role sahiptir. Nitekim Avrupa’da yapılan araştırmalar, şeffaf iletişim ve işbirliğine dayalı bir yaklaşımın, teknolojinin daha hızlı ve etkin bir şekilde benimsenmesine olanak tanıdığını gösteriyor. Bu nedenle, sosyal diyalog, yapay zekâ çağında hem çalışma hayatına entegrasyonu kolaylaştırmak hem de olası olumsuz etkileri azaltmak için kaçınılmaz bir rolde. İşyerlerinde demokratik süreçlerin güçlendirilmesi, çalışanların yeni teknolojilere yönelik endişelerini giderebilir ve onların bu süreçlere aktif katılımını sağlayabilir. Bu bağlamda, sendikaların ve diğer işçi temsilcilerinin rolünü de göz ardı etmemek gerekir.
Uluslararası işbirliğinin sağlanması, yapay zekânın pozitif dışsallıklarının adil şekilde dağıtılmasını sağlamak için kritik bir önemdedir. Bilgi paylaşım ağları, ortak eğitim programları ve teknoloji transferini destekleyen politikalar, gelişmekte olan ülkelerin teknolojik dönüşüme ayak uydurmasına yardımcı olabilir. Bunun yanı sıra, uluslararası topluluğun, yapay zekânın etik ve sosyal sorumluluk ilkelerine uygun bir şekilde geliştirilmesi ve uygulanması konusunda aktif bir rol oynaması gerekiyor. Örneğin, uluslararası kuruluşların rehberliğinde, küresel standartlar oluşturulması ve bu standartların uygulanabilirliğinin denetlenmesi önemlidir.
Eğitim ve Sağlık Sistemlerinde Değişime Hazır mıyız?
Yapay zekânın eğitim sistemleri ve sağlık sektöründeki etkileri de büyük öneme sahip, çünkü toplumun tamamını istisnasız biçimde ilgilendiriyor. Yapay zekânın eğitimde kullanımı, öğretme ve öğrenme yöntemlerini kökten değiştirme potansiyeli barındırıyor. Temelde yapay zekânın öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarına göre özelleştirilmiş eğitim programları geliştirme kapasitesine sahip olması, eğitimde fırsat eşitliğini artırabilme potansiyeline sahip. Ancak dijital uçurumun derinleştiği bir toplum yapısı, bu potansiyelin tam anlamıyla hayata geçirilmesini engellemekle kalmayıp aleyhte etkiler de yaratabilir. Dolayısıyla eğitim teknolojilerine yapılan yatırımların artırılması, yapay zekânın eğitimde etkin bir şekilde kullanılmasını sağlayacak altyapıyı oluşturmak için kritik bir adım olarak görülmelidir.
Aynı şekilde, yapay zekânın sağlık sektöründeki etkileri de geniş bir yelpazeye yayılıyor. Kuşkusuz yapay zekâ, tıbbi teşhis ve tedavi süreçlerinde devrim niteliğinde yenilikler sunma potansiyeli taşıyor. Örneğin, radyolojik görüntülerin analizinde kullanılan algoritmalar, teşhis doğruluğunu artırarak sağlık hizmetlerinin standardını yükseltebilir. Bununla birlikte, bu tür teknolojilerin etik boyutlarının dikkatlice değerlendirilmesi gerektiğini not edelim. Zira hasta mahremiyeti, veri güvenliği ve algoritmik önyargılar, sağlık sektöründe yapay zekânın entegrasyonu sırasında ele alınması gereken önemli konular arasında sayılabilir.
Sözün Özü
Sonuç olarak, yapay zekânın toplumsal ve ekonomik etkilerinden tam anlamıyla faydalanmak için kapsayıcı ve adil bir yaklaşım benimsenmesi gerekiyor. Teknolojinin sunduğu fırsatların tüm dünya genelinde eşit bir şekilde dağıtılması, toplumsal refahı artırmak ve ekonomik kalkınmayı desteklemek için elzem. Bunun için ise altyapı yatırımlarının artırılması, beşerî sermayenin geliştirilmesi ve uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi gerekiyor.
Yapay zekâyı, sadece bir teknoloji olarak görmemeli; aynı zamanda sosyal adalet, ekonomik kalkınma ve kapsayıcılık için bir katalizör olarak değerlendirmeliyiz. Ancak söz konusu potansiyelin hayata geçirilmesi için sadece teknolojik değil, aynı zamanda sosyal, politik ve etik bir dönüşüme de ihtiyacımız var. Görünen o ki insanlığın geleceğinin şekillendirilmesinde yapay zekânın etkili ve adil bir şekilde kullanılması, toplumsal ilerlemenin anahtarlarından biri olacaktır.
Fotoğraf: Steve Johnson