Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • SenSensizsin
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • Avrupa Gündemi
      • ABD Gündemi
      • Altüst
    • D84 INTELLIGENCE
      • Kitap Yorum
      • Göç Sorunu
      • Başkanlık Sistemi Projesi
      • Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi
      • Herkes için Siyaset Bilimi
      • Yapay Zeka
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Türkiye’de Toplum Sorumlu ve Bahane Aramaktan Vazgeçmeli
    Yazılar

    Türkiye’de Toplum Sorumlu ve Bahane Aramaktan Vazgeçmeli

    Aydan Gülerce17 Ağustos 20238 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    [voiserPlayer]

    Türkiye’ye “içerden” veya “dışardan” bakan sosyal bilimciler ve siyasi analistler, nasıl oluyor da bu ülkede hala bir “sosyal patlama” yaşanmadığına akıl sır erdiremiyorlar. Üstelik yıllardır…

    Oysa, ne her “patlama” öyle terör eylemlerindeki bombalar, tahıl tozu veya gaz sıkışmaları sonucu oluşan madenlerdeki ve tahıl ambarlarındaki patlamalar gibi birden bire olur, ne de her toplumun “sosyal patlaması” birbirininkine benzer.

    Zaten Türkiye’nin patlamaları kendi içinde en az üç koldan, yoldan ve düzlemde, bilinçli söylemlerle veya bilinçdışı imgelemlerle gerçekleştiriliyor. Çünkü bir yandan “gaz verilirken” diğer yandan da “gazı alınıyor”. Üstelik yıllardır:

    • Elbette öncelikle ve daha önce daima iktidar ve muhalefet iş ve el birliği ile yönetildiğini vurgulamış olduğum devlet tarafından.
    • Kurumsal siyaset ile toplumsal siyaset arasında kendi misyonlarınca ve taraflılıkları ile aracılık eden başta medya, aile, okul, dini/kültürel cemaatler, tarikatlar, hükümet-dışı örgütler (HDÖ/(NGO)/STK), kültür-sanat/eğlence endüstrisi vb. olmak üzere, tüm geleneksel, modern ve post-modern kurumlar tarafından.
    • Toplumsal/kişisel sorunlarına tüm olanakları, yaratıcılıkları ve dayanma gücü ile çözümler üretmeye çalışan bireyleri tarafından.

    “Sıklıkla balık baştan kokar” deniyor, fakat o işin sadece görünen ve geleneksel kültürel veya ideolojik ezber kısmı. İlk örseleyici ve zedeleyici darbe nereden alınmışsa balık kokuşmaya oradan başlar.

    Fakat burada bence önemli iki husustan birisi çürümenin her üç katmanda da eş zamanlı olarak yayıldığı ve ilerlediği. Diğeri ise halkın sürekli olarak gerek bozulmanın, gerekse iyileşmenin sorumluluğunu ve inisiyatifini tepeden, devlet yönetiminden ve güçlü bir liderden beklemeye koşullanması. Özetle, edilgen kalması.

    Özerkleşme Kaygısı ve Özgürleşme Korkusu

    Türkiye, Kuzey Avrupa’da başlayıp dünyaya yayılmış moderniteye direndikçe direndi. Tabii başlarda bu ülkelerin bilim-teknolojide ve ekonomide hızla ilerleyip güçlenmesine imrendi. Fakat kurumsal yapılanmasını ve sistemik işleyiş kurallarını doğrudan ithal veya taklit ederken, paketin içindeki diğer değerleri almayı ve kullanma kılavuzlarını okumayı reddetti.

    Böylece geçtiğimiz ilk yüzyılında, veya kendi deyişimle kolektif olarak toplumlaşmasının birinci yaşında, hem köklü dini/kültürel alışkanlıklarının, hem de uzak/yakın tarihsel travmalarının esiri olmaktan da kurtulamadı. Kapalı, cahil, muhafazakar ve otoriter güçlerin iradesine bağımlı kalmış nüfus; gelişme, demokratikleşme ve özgürleşme kaygılarını yenemedi.

    Atatürk’ün hevesleri, devrimleri ve modern bir ulus-devlet inşası için tüm girişimleri her ne olursa olsun, onun ve ilkelerinin izinden ne kadar güçle gidilmiş olursa olsun…

    Yüzyılın sonunda, parçalanmış Osmanlı İmparatorluğu’ndan artan nüfusun “duyuşsal ve bilişsel bakiyesi” tüm kazanç ve kayıplardan sonra buna yetmedi. Dahası, emperyalist, Yahudi-Hristiyan, Batı, düşman, vb. bellediği ve tanımadığı, “dilini bilmediği” tüm ötekilerinden ürkekliğini yüz yılda atamadı.

    Çünkü bekâsını, yani varoluşunu idame ettirebilmek için dışarda ve içerde “düşman” imgelemlerinden ve onları üretip, beslemekten bir türlü özgürleşemedi. 

    Ben böyle yazıp söyleyince ülkenin entelektüel veya çok bilmiş kişilerinden alınganlık yapıp bozulanlar oluyor. “Yarası olan gocunur” demeyeceğim. Zira tekil bireylerin şu veya bu biçimde gelişmişliklerinden, siyasi veya toplumsal görüşlerinden değil, ülkenin topyekûn bir kolektif oluşum olarak davranışlarından söz ediyorum.

    Bu kolektif yapı-sistem, amip gibi pek gelişmemiş, amorf ve esnek bir organizma veya ahtapot gibi akıllı, çok kollu ve akışkan bir yaratık gibi hareket ediyor olabilir.

    Fakat günün sonunda, tarihin akışı içinde, belirli bir yönde, istemli veya istemsiz değişimleri ve bilinçli veya bilinçdışı dönüşümleri mutlaka vardır.

    Toplumun bilinçlenmesi ve özerkleşmesi ise bireyleri, grupları, cemiyetleri, cemaatleri, hatta devlet ve özel kurumları ne kadar özerkleşebilmiş olurlarsa olsunlar, bütüncül toplumsal tasarım içindeki kendi rol ve konumlarının bilinci ile “eşgüdümlü” davranabilmeleri ile sağlanır ve sürdürülür ancak.

    Yani bir kurumun veya devlet yönetiminin “siyasi başarılarla gücü elinde tutması ve iktidarı bırakmaması” bu açıdan anlamsız. Çünkü faydasız. Nitekim bugün gerek ülke yönetimi, gerekse siyasi partilerin ve diğer kurumların yönetimi söz konusu olduğunda, Erdoğan’a ve Kılıçdaroğlu’na yöneltilen eleştiriler bunun en güzel (“başarısızlık”) örnekleri.

    Kaldı ki, bir ülkenin başka ülkelerden kurtuluş savaşı ile siyasi bağımsızlığını kazanmış ve bazı uluslararası antlaşmalarla da bunu garanti altına almış olması, özerkleşmiş olduğu anlamına gelmez.

    Zaten bağımsızlık (independence) ve özerklik (autonomy) ayrı kavramlardır. Bu konuyu zaman zaman “bağımsız Merkez Bankası” veya “özerk üniversite” gibi klişe söylemli tartışmalar gündeme geldiğinde hatırlatmışımdır. Şimdi ayrıntısına girmeyecek olmakla birlikte bugünlerde üzerinde yeniden-düşünülmesinde yarar görüyorum.

    Bilinçli veya Bilinçsiz Bastırma ve İnkarcı Savunma

    Öte yandan, elbette bugün de olduğu gibi, Osmanlı ve Cumhuriyet aydın ve entelektüelleri gibi bireysel öncüller ve bazı akımlar olmadı değil. Zaten başta TSK ve CHP olmak üzere bazı kurumlar, toplumu tepeden modernleştirmeye girişmiş elitlerin simgesel ve sosyal temsilleri olarak kolektif imgelemlere kazındı.

    Bana kalırsa bugün mutlaka doğru anlaşılması ve çözülmesi gereken temel problem şurada: Toplumun bir bölümü bunu “seçkinci kibir” ile sahiplenip başka bir bölümünün öznelliklerini, toplumcu ve bütünlükçü tasarımda söz söyleyememesini önemsemeyerek “bastırdı.” Zamanla serzenişler yükseldikçe ve kamusal alanda görünürlükleri arttıkça da “inkar” yolunu seçti.

    Diğer kesimler ise bir yandan muhtelif kimlikler etrafında ve rejim karşıtı ayrışırken, diğer yandan da bu durumu isyan duyguları ile “içe alıp” (interiorization), diğerlerinin de aslında kendileri gibi öznelliklerini ve toplumcu ve bütünlükçü tasarımda söz söyleyememesini inkar etti. Haset ve imrenmesini bastırdı. Kin, nefret ve husumet, kolektif bilinç dışında yeşerdi ve semizlendi.

    Kolektif Karakter ve Liderlik Tipleri

    Cumhuriyet toplumu Klein’ın terminolojisiyle yüzyılın başlarında savaş sonrası “depresif pozisyondan” yüzyılın sonlarına doğru “paranoid pozisyona” geçti.

    Bugün gerekçelerini ancak tahmin edebileceğim Disney dizisi tartışma yaratan Atatürk, hiç kuşkusuz inisiyatif ve radikal kararlar alabilen öncel bir liderdi. Travmatik ve depresif ahaliyi peşinden sürükledi ve bu ülkeyi kaostan çıkarıp inşa etti.

    Muhalefet ve bazı analistler Erdoğan’ın da hiç değilse toplumun yarısının algısını yöneterek, açıkçası kandırarak ve aldatarak, iktidarda kalmayı becerdiğini söylüyorlar. Hatta kara propaganda diye eleştirseler bile, onun “algı yönetimine” için için imreniyorlar. Seçimden iki yıl öncesinden beri ironik olarak ”siz de ak propaganda ile yönetmeyi öğrenin o halde” minvalinde yazmış olduğum halde ve hâlâ, ancak sızlanmayı ve sorumluluğu dışsallaştırmayı biliyorlar.

    Son seçimlerden sonra şimdi de yerel seçimlerde büyük şehir belediye yönetimlerini geri kazanmaya kararlı görünen Erdoğan da, siyaseten başarılı, radikal kararlara imza atmış ve öncülük etmiş bir lider sayılır.

    Fakat pek çok yönden olduğu gibi şu bakımdan da Atatürk ile kıyas kabul etmeyecek önemli bir fark var aralarında:

    Atatürk son derece heterojen halk kitlelerini kendi yanına çekip etrafında toplamayı başarıp peşinden sürüklerken, Erdoğan halkın kendine yakın ve yüzyılın ikinci yarısından itibaren hayli homojenleşmiş bir kesiminin olduğu yere gitti. Bastırılmış, hasır altı edilmiş diğer siyasi imgelemlerin de siyasi söylemsel sesi ve eylemsel simgesi oldu. Dileyeneler ister “tepeden/tavandan”, isterse “yerden/tabandan” toplumsal değişimi savunadursun. Dileyenler de işletme kitaplarındaki liderlik tipleri ezberini tekrar ededursun.

    Her hâlükârda, Cumhuriyet’in son çeyreğinde Türkiye tüm halledemediği iç/dış çatışmaları ile, daha doğrusu bunların “yansıtımsal özdeşimlerini” (projective identifications) olumlayarak, kendine yeni bir lider tipi üretti. Yani bir tür “proje liderler.”

    Belki de Erdoğan’ın ”ben ekonomistim” deyişini ve ülkeyi batıran faiz-enflasyon sarmalını ve para politikası(zlığı)nı eleştiren başta ekonomistler, onun “politik ekonomiden” değil de, “psişik ekonomiden” söz etmiş olabileceğini düşünebilmeliler. İktidarını bu şekilde sürdürebildiğini görebilmeliler.

    Toplumun psişik ekonomisi de “iflas” eder ve ettirilir elbette. Çünkü defalarca ve yukarıda da yazmış olduğum gibi, ülkeyi iktidar ve muhalefet, kurumsal/toplumsal siyaset birlikte yönetir.

    Tarihte liderler, toplumların kolektif karakteri ile aday olarak çıka(rıla)n bireyler ona hitap edebildiği takdirde ve zamanlarda çıkar.

    Geçtiğimiz yüzyılda bu “tampon” ülkede toplumunun kolektif karakter yapısı da, kendi dış/iç dünya ilişkilerinin yönetimi ile ve karşılıklı pazarlıkları ile birincil/temel narsisizmden daha kırılgan bir yapı olan “borderline/sınır” karakter de değişti. Yedi yıl önceki yaz ortasında yaşanmış büyük krizin şokunu hâlâ atlatamayarak ise artık patolojik boyutlara geldi.

    Nitekim “birincil/temel narsisizmi” örselenmiş kitleyi Atatürk, “Türk milleti zekidir, çalışkandır” vb. söylemleri ile  yüceltmiş ve motive etmişti. Bu, “sağlıklı narsisizm ve milliyetçilik”tir. Depresif ve post-travmatik bireylerin, kurumların ve elbette toplumların özerkleşip güçlenebilmesi için de elzemdir.

    Fakat cinsiyet, ırk, etnisite, din, mezhep, dil, vb. bazlı ayrımcı ve kendini kayırıcı, ötekini düşmanlaştırıcı faşizan milliyetçilik ise patolojik narsisizmdir. Ve “gerileme”dir. Bireye, kuruma, topluma zarar verir. Bugün dünyada ve bizde yükselişe geçen milliyetçilik de budur.

    Türkiye’de kötü yönetilen ve karşısına antagonistik konumlanarak çıkarılan göçmen karşıtı söylemler, Maraş depremi sırası ve sonrasında dehşetle izlenmiş insan canının ve malının değersizleştirilmesi, doğanın katledilmesi, her türlü hak, hukuk ihlalleri, kısacası özgürlük ve özerkleşme ve demokratik güçlenme borderline/sınır patolojinin “kendini jiletlemek” gibi çok uç noktalara varmış ve kendine zarar veren birer “gerçeklik testidir.”

    “Kutuplaşma” diye diye tartışmalarla ve popülist araçsal rantçı siyaset taktikleri ile olumlanarak şizo-yarılmış Türkiye, bu derin ve paradoksal sarmalından çıkarak kendi kendine toparlanmak zorunda.

    Zaten edilgen halk da çok uzun süreler kolektif her hangi bir “patlamaya” mahal vermeyecek şekilde, bireysel ve toplumsal krizlerle beslenerek yaşadı. Fakat kendine zarar vere vere de birden çöker.

    Bugünlerde, yani seçimin üstünden üç ay geçtikten sonra düş kırıklıkları yaşayanların öfkeleri arttıkça artıyor. Öfke patlamaları köşe bucak ayırt etmiyor. Şiddetin envai türünden, biçiminden ve dozundan geçilmiyor.

    Tüm toplumsal paydaşlar, yani bireyler ve kurumlar, iş ve el birliği yaparak öncelikle kendi dışında suçlu ve bahane aramaktan vazgeçmeli. Mutlaka sorumluluk üstlenmeli.

    Yeni hikayeler ve mucize yaratacak liderler aramayı bırakmalı. Halkın durduğu yere giden, ona dokunan ve inisiyatif alabilen kişilerin önünü açmalı.

    Kendisi de hem onların elinden tutmalı, hem de kendi içindeki lideri bulup çıkarmalı. 

    Bir yandan özerkleşmeye, bir yandan da kolektifle dayanışma ve eşgüdüm içinde olmaya uğraşmalı.

    Fotoğraf: Susanne Jutzeler

    R2 Siyaset Sosyoloji
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikTürk Turizminin Bilançosu
    Sonraki İçerik Kitap Yorum: Muhafazakârlığın İki Yüzü, Fırat Mollaer

    Diğer İçerikler

    Yazılar

    Yatırım mı Sömürü mü?: ABD ve Ukrayna Arasında Tartışmalı Maden Anlaşması

    14 Mayıs 2025 Cem Özen
    Yazılar

    Abdülhamid ve Sherlock Holmes

    12 Mayıs 2025 Umut Dağıstan
    Bültenler

    ABD Gündemi: Trump’ın İlk 100 Günü, Sol Muhalefet Meydanlarda, Kamuda Tasfiyeler, Mineral Anlaşması

    10 Mayıs 2025 Emrullah Özdemir

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    Yatırım mı Sömürü mü?: ABD ve Ukrayna Arasında Tartışmalı Maden Anlaşması

    14 Mayıs 2025 Yazılar Cem Özen

    Dünya Gündemi: Trump’ın Körfez Turu, ABD-Çin Ticaret Savaşlarında Geçici Ateşkes

    13 Mayıs 2025 Bültenler Bahadır Çelebi

    Abdülhamid ve Sherlock Holmes

    12 Mayıs 2025 Yazılar Umut Dağıstan

    ABD Gündemi: Trump’ın İlk 100 Günü, Sol Muhalefet Meydanlarda, Kamuda Tasfiyeler, Mineral Anlaşması

    10 Mayıs 2025 Bültenler Emrullah Özdemir

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}