Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • SenSensizsin
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • Avrupa Gündemi
      • ABD Gündemi
      • Altüst
    • D84 INTELLIGENCE
      • Kitap Yorum
      • Göç Sorunu
      • Başkanlık Sistemi Projesi
      • Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi
      • Herkes için Siyaset Bilimi
      • Yapay Zeka
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Türkiye’de Devlet Bürokrasisi ve “FETÖ”
    Yazılar

    Türkiye’de Devlet Bürokrasisi ve “FETÖ”

    Emrah Gülsunar19 Şubat 20206 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    [voiserPlayer]

    Türkiye’nin tarihsel olarak bakıldığında temelde bir Asya ülkesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Diğer Asya ülkelerinde olduğu gibi, Osmanlı’dan beri Türkiye’de de “devlet”, başta iktidar ilişkileri olmak üzere toplumsal hayatın her daim merkezinde olageldi. Osmanlı’da toplumsal sınıflar devlet politikalarını etkileme gücüne sahip değildi. Padişah çevresinde örgütlenmiş bir merkezi bürokratik aygıt iktidara sahipti ve temel politikalara karar veriyordu.

    Avrupa ülkelerinde ise, merkezi devletin rolü hiçbir zaman tamamen kaybolmamakla birlikte, sivil toplum alanı da güçlüydü. Devletin dışında yer alan, toplumsal sınıflarla ilişkili iktidar odakları, devlet aygıtını etkileyip, istedikleri politikaları hayata geçirebilme şansına sahipti. Diğer bir deyişle Asya’da “devlet”, Avrupa’da ise daha çok “toplum” güçlüydü. Asya’da iktidar merkezde toplanmışken, Avrupa’da topluma, en azından toplumu temsil iddiasındaki toplumsal sınıflara da yayılmıştı.

    Osmanlı’nın modernleşme sürecinde de devletin merkeziliği sürdü. Batılılaşma sürecinde önce padişah ve yüksek bürokrasi Batılılaştı, sonrasında devlet eliti bunu alt devlet kadrolarına ve mümkün olduğu kadar topluma yaymaya çalıştı. Bu durum, 19. yüzyılda, Osmanlı bürokrasisinin kendi içinde Batıcı/yenilikçi ve tutucu/gelenekçi iki kanadın ortaya çıkmasına ve bu iki kanadın mücadelesine sebep oldu. Bu mücadele 19. yüzyıl boyunca sürdü ancak 20. yüzyıl başında İttihatçıların iktidarı ele geçirmesiyle beraber Batıcı kanadın zaferi kesinleşti.

    Osmanlı’dan Türkiye’ye iktidar mücadelesinde vurgulanması gereken husus, mücadelenin devlet içerisindeki bürokratik bir elit ile sınırlı olmasıdır. Avrupa’da yaşanan ve hemen tüm toplumu kapsayan toplumsal mücadelelerin aksine, Osmanlı’da belirli bir ideoloji etrafında kümelenmiş bir bürokratik elit, başta ordu olmak üzere devlet mekanizmasına hakim olabilirse, o elit, tüm iktidarı elinde toplayabilmekte ve devlet politikalarına büyük oranda karar verebilmekteydi. Devlet içi bir fraksiyon bu şekilde iktidarı ele geçirdiği takdirde, toplumda herhangi bir gücün buna karşı direnebilmesi pek mümkün değildi.

    Cumhuriyet’le beraber bu temel dinamik değişmedi ama yeni rejim, radikal bir dönüşümle, devlet mekanizmasına ve bürokratik aygıta bir format attı ve İttihatçılığın devamı niteliğindeki Kemalizmi devletin resmi ideolojisi haline getirerek kurumsallaştırdı. Böylece Atatürk öldüğünde devlet bürokrasisi, toplumda Kemalist ideolojide örgütlenmiş kendi başına bir zümre görünümündeydi. Başta sermaye sahibi tüccar ve sanayiciler olmak üzere toplumsal sınıflar zayıf ve devleti etkilemede yetersizdi. Bu bürokratik zümre, toplumdan devşirdiği kadrolarını belirli bir tedrisattan geçirerek kendisini, Atatürk’ün ölümünden sonra da on yıllar boyunca yeniden üretmeye devam etti.

    1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi, artık toplumun tüm kesimlerinin, popülist bir dolayımla da olsa devlet politikalarında söz sahibi olmasını beraberinde getirdi. Ancak, kendi içinde bir zümre/sınıf oluşturan Kemalist devlet bürokrasisi, iktidarı olgunlaşmamış düzeyde gördüğü topluma tamamen devretme niyetinde değildi. Dolayısıyla Kemalist devlet bürokrasisi, ilerleyen on yıllarda demokratik siyasete tam teşekküllü darbeden, muhtıra verip hükümet düşürmeye kadar çeşitli müdahalelerde bulunmaya devam etti. Bu demek oluyordu ki, kağıt üzerinde demokratik bir sistem olsa bile, devlet politikalarında Kemalist devlet bürokrasisinin hassassiyetleri de dikkate alınmak zorundaydı. Alınmazsa sonuç, bu hassassiyetlerin siyasal partilere ve devlete zorla dikte edildiği askeri müdahaleler oluyordu. Aynı şekilde, Yüksek Yargı da 1990’lardan itibaren benzer bir misyonla demokratik siyasete müdahale etmekteydi. 2000’lerde sıkça bahsedilen “vesayet rejimi” işte temel olarak bu sistemdi.

    Özellikle yüksek Ordu ve Yargı bürokrasisi içerisinde örgütlü olan Kemalist/ulusalcı devlet eliti, temelde üç siyasal akımı devletin ve milletin varlığına tehdit olarak gördü. Bunlar, komünizm, Kürtçülük ve İslamcılık’tı. İktidara, ne kadar yüksek oy oranıyla hangi parti gelirse gelsin, Kemalist devlet eliti bu üç ideolojiden olduğu veya bu üç ideolojiden birine müsamaha gösterdiği ölçüde, bu partilerin devlet politikalarında söz sahibi olmalarına izin vermiyordu.

    “Devletin temel ve değişmez ilkelerini koruma” adı altında Kemalist devlet elitinin takındığı bu anti-demokratik tutumdan zarar gören andığımız bu üç ideoloji ve siyasal hareket, 1950’lerden ve 60’lardan günümüze, devletle farklı biçimlerde mücadeleye girdi. Komünistler, Kürtler ve İslamcıların üçü de farklı farklı fraksiyonlarda hem silahlı örgütler kurup devletle çatıştılar hem de legal siyasal partiler kurup toplumsal destek bularak kendi siyasal hedeflerine ulaşmak istediler. Öte yandan, birbirinden bağımsız olarak bu üç siyasal hareketin de ortak özelliği, silahlı yönteme başvurulmuş dahi olsa, siyasal mücadelenin “toplum bazlı” yapılıyor olmasıydı. Diğer bir deyişle, demokratik yollarla devlet iktidarı ele geçirilmeye de çalışılsa, silahlı mücadele ile devlete istenilen politikalar dayatılmaya da çalışılsa, temel yöntem “toplumsal mücadele” idi.

    1970’lerde ortaya çıkan İslamcı gelenekten “Gülen hareketi” ise, o dönemin Yön isimli sosyalist hareketinden esinler taşıyan, başka bir strateji izlemeye başladı. Madem demokratik yolla iktidara gelinse bile, Kemalist devlet eliti belirli politikaların izlenmesine hiçbir zaman izin vermeyecekti, o zaman geriye tek seçenek olarak “kaleyi içeriden fethetmek” kalıyordu. Örneğin 28 Şubat 1997’de İslamcı Erbakan hükümetinin Ordu tarafından muhtırayla devrilmesi, bir anlamda Gülencilerin perspektifini doğrulamaktaydı. Çünkü görünen oydu ki demokratik seçimle iş başına gelinse bile İslamcı bir hükümetin varlığına ve kendi politikalarını uygulamasına Ordu ve Yargı müsaade etmemekteydi. Demek ki yapılması gereken gerçekten de kaleyi içeriden fethetmekti.

    Burada “kaleyi içeriden fethetmek”ten kasıt, artık hepimizin bildiği, başta Ordu, Polis ve Yargı olmak üzere devletin zor aygıtlarını yöneten bürokrasisine, özellikle de kilit pozisyonlara, gizliden gizliye sızmak, kendilerine rakip ve düşman gördükleri Kemalist devlet bürokrasisini tasfiye etmek ve doğru konjonktür yakalandığında da devlet mekanizması üzerinde tam hakimiyet kurmak anlamına geliyordu. Tabii, Gülen hareketinin, sivil toplumda, medyada, iş dünyasında ve özellikle eğitim alanında da aktif faaliyetleri söz konusuyudu. Ancak kendilerini “Hizmet” adı altında uzun yıllar bir sivil toplum hareketi olarak sunsalar bile, asıl yapmaya çalıştıklarının iktidarı ve devlet mekanizmasını ele geçirmek olduğunu bugün rahatlıkla görebiliyoruz.

    2002’de AKP’nin iktidara gelişinden günümüze kadarki AKP – “FETÖ” ilişkileri ancak bu bağlama oturtulduğunda anlam kazanabilir. AKP’nin iktidara gelmesini izleyen yıllarda, Kemalist devlet bürokrasisi AKP’yi muhtıra, kapatma davası, mitingler gibi anti-demokratik yollarla düşürmeye çalıştı. Bu noktada, Kemalist devlet bürokrasisi ile tek başına mücadele edemeyeceğini düşünen Erdoğan ve AKP, biraz da zorunlu olarak, devlet içerisine sızarak o güne dek belirli düzeyde bir güç biriktirmiş olan Gülencilerle ittifak içerisine girdi ve Kemalist devlet bürokrasisini tasfiyede bu harekete siyasi destek sundu. Ergenekon, Balyoz ve benzeri operasyonlar hep bu devlet içi Gülenci – Atatürkçü çatışmasının tezahürleri olarak karşımıza çıktılar. Gülenciler, 2012 sonrası Erdoğan’la yaşadıkları çatışma sonrası tasfiye olana dek bir süreliğine gerçekten de devlet mekanizmasına hakim oldular.

    Bugün biz eğer Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyorsak, yapmamız gereken sadece “FETÖ’yle mücadele” olmamalı. Asıl olarak, devletin güvenlik aygıtlarını ele geçiren bir kliğin/hizbin devlet politikalarına yön verdiği sistemin kendisini sorgulamalıyız ve devlet politikalarına ancak ve ancak seçimle iş başına gelen siyasetçilerin karar verdiği bir sistemi savunmalıyız. Belki de en önemlisi bunu, merkezi devlet iktidarını ele geçiren yapı, kendi ideolojimizdense de yapabilmeliyiz. Diğer türlü “FETÖ” gider, yerine bir başka yapı gelir ve Türkiye de otoriter bir ülke olarak kalmaya devam eder.

    Fotoğraf: Ben Noble

    Dünya Siyaset
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikGezi Davası’yla Değil İnsanca Bir Yaşamla Sönecek Gezi’nin Alevi
    Sonraki İçerik Geriye Kalan %50’nin Fonksiyonu

    Diğer İçerikler

    Bültenler

    ABD Gündemi: Trump’ın İlk 100 Günü, Sol Muhalefet Meydanlarda, Kamuda Tasfiyeler, Mineral Anlaşması

    10 Mayıs 2025 Emrullah Özdemir
    Videolar

    Parlamenter Sistem Nasıl Geri Gelecek? | Çavuşesku’nun Termometresi #252

    8 Mayıs 2025 Melis Konakçı, İlkan Dalkuç ve Burak Bilgehan Özpek
    D84 INTELLIGENCE

    Turkey and Israel: Intense Geopolitical Rivalry from the Mediterranean to Central Asia

    8 Mayıs 2025 Reza Talebi

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    ABD Gündemi: Trump’ın İlk 100 Günü, Sol Muhalefet Meydanlarda, Kamuda Tasfiyeler, Mineral Anlaşması

    10 Mayıs 2025 Bültenler Emrullah Özdemir

    Turkey and Israel: Intense Geopolitical Rivalry from the Mediterranean to Central Asia

    8 Mayıs 2025 D84 INTELLIGENCE Reza Talebi

    Savaşların Kazananı Olur Mu?

    7 Mayıs 2025 Yazılar Oytun Meçik

    Dünya Gündemi: İsrail Gazze’yi Kalıcı Şekilde İşgale Hazırlanıyor

    6 Mayıs 2025 Bültenler Bahadır Çelebi

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}