[voiserPlayer]
50 bine yakın insanımızın hayatını kaybettiği 6 Şubat Kahramanmaraş deprem felaketinin iç ve dış sonuçları daha net anlaşılmaya başlandı. Depremin yıkıcı etkisiyle travmatize olan ülkede, uzun yıllar depremin ekonomik, sosyal, psikolojik ve siyasal etkilerinin devam edeceği öngörülüyor. Depremin yarattığı dayanılmaz acıyı, dayanışma ve birlik duygusuyla hafifletmeye çalışan toplumun ortaya koyduğu feraset, Türkiye’deki kutuplaşma ortamını kısa bir süre de olsa yumuşattı. Ancak yıkımın her açıdan mimarı olan iktidarın Türkiye’yi 20 yılın sonunda getirdiği nokta, süreç içerisinde yaşanılan bir takım somut olaylarla açığa çıktı ve iktidarın ortaya koyduğu güçlü devlet anlatısının maskesi düşmüş oldu.
Türkiye’de devletin organizasyon kabiliyetindeki kurumsallaşmayı yok eden tek adam sistemi, deprem felaketinin ardından yeterli aksiyonun alınamamasının bir tezahürü olarak ortaya çıkmış ve devletin afet bölgesine ilk üç gün ulaşamamasına neden olmuştu. Nitekim kamuoyunun en çok tartıştığı unsurlardan biri, devletin kolluk güçlerinin depremin ilk anında afet bölgesindeki çalışmalara yeterli sayıda katılmaması oldu. Kimsenin anlam veremediği bu durum, kimilerince daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel ihtiraslarıyla ilişkilendirildi. Türkiye’deki güç dengeleri arasındaki çatışmayı açığa çıkaran deprem felaketinde hem İçişleri Bakanı, hem de Savunma Bakanı depremin ilk anında müdahale için hazır olduklarını ve talimat beklediklerini açıklamışlardı.
Afeti Yönetemiyorsan Algıyı Yönet!
Türkiye’de kurum ve kuruluşlardaki çürümenin ayyuka çıktığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde, insanlarımız deprem sonrası tüm çıplaklığıyla aynı zamanda bir ahlaki çöküşe de tanık oldu. Deprem felaketi karşısında ciddi bir acziyet gösteren iktidarın İletişim Başkanlığı üzerinden algıyı yönetme konusundaki seferberlik hali, rejimin makyavelist zihinsel arka planını açığa vurdu. Depremin “Asrın Felaketi” olarak lansmanının yapılması, insanların yaşadığı acının “kader planı” çerçevesinde açıklanması, dinin istismarının çarpıcı örnekleri oldu. Dahası, Türkiye’de rejimin ruhunun temel karakteristik özelliği olan Batı karşıtlığı, deprem felaketinde dahi bir takım sosyal medya hesaplarından senkronize bir şekilde devam etti. Türkiye’nin ABD tarafından işgal edileceği veya depremin ABD savaş gemisi tarafından HAARP teknolojisi kullanılarak tetiklendiği şeklindeki komplo teorileri, rejimin medya aparatları tarafından yıkımın ardındaki gerçekleri örtmek için kullanıldı. Ancak iktidarın “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” söylemiyle devamlı suni bir şekilde arttırdığı Batı karşıtlığı, Türkiye’nin kurumsal olarak parçası olduğu Batı İttifakından gelen güçlü yardım ve dayanışmayla anlamsızlaştı.
İktidarın deprem felaketi sonrası giriştiği gerçekleri makyajlama ve halktan gizleme çabaları, sosyal medya aracılığıyla muhalif kamuoyu tarafından çürütüldü ve ortaya birçok yeni skandal çıktı. Deprem felaketi sonrası insanlarımızın iyice yolsuzluğa batmış rejime güvenmeyip bağışlarını Ahbap başta olmak üzere birtakım derneklere yapmış olması, iktidarda ciddi bir paniğe yol açmış ve organize edilen bağış şovu, Türkiye’deki rejimi tüm derinlikleriyle ortaya çıkarmıştı. Büyük ölçüde devletin kurum ve kuruluşlarının imkanlarıyla yapılan bağış şovu, tarihimizin en utanç verici anlarından biri olarak anılacak. Ayrıca çürümenin bir başka boyutu olan ve insanlara “bu kadar da vicdansızlık olmaz” dedirten Kızılay’ın çadır skandalı, iktidarın uzun yıllardır saklamaya çalıştığı Kızılay rezilliklerinin doruğa çıktığı bir an olarak hafızalara kazındı.
Yıkımın Bilançosu
Tabii geçmişte ülkemizde yaşanılan acı verici olaylar sonrası durumun vahametini anlamayan veya anlamak istemeyenlerin savunduğu, “olsa olsa bunlar devletimizi karalamak için yapılan kirli propagandalardır” zihniyeti ve “devlet ayrı, hükümet ayrı” bakış açısı tümüyle iflas etti. İktidarın ülkenin üstüne beton dökerek inşa ettiği “Yeni Türkiye” anlatısının, ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu olgusu dışında son derece ciddiyetsiz bir şekilde oluşturulması, aslında “devlet aklı” kavramının içinin ne kadar boş olduğunu da gözler önüne sermiş oldu. Öyle ki, depremlerden en çok etkilenen 10 şehirde 1981-2000 yılında inşa edilen binaların oranı %26,1 olurken, 2001 ve sonrası inşa edilen binaların oranının ise %51,8 olduğu ortaya çıktı. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm bu olguları reddetmiş ve binaların %98’nin 1999 öncesi inşa edildiğini iddia edebilmişti.
Sonuç olarak 11 ilde incelenen 830 bin binanın %51’i az hasarlı, orta hasarlı, ağır hasarlı veya yıkılmış durumda. Son 22 yılda “Özel iletişim Vergisi” olarak toplanan vergi tutarı 38,4 milyar dolara ulaşırken, iktidarın çıkardığı imar aflarının tutarı ise 25 milyar TL’yi buluyor. Türkiye’de inşaat sektörüyle övünen iktidarın ülkenin kaynaklarını betona harcadığı 20 yıllık sürecin sonunda Dünya Bankası’nın ilk belirlemelerine göre depremin maliyetinin 34 Milyar doları aşması bekleniyor. İktisatçı Mahfi Eğilmez’in hazırladığı analize göre ise deprem sonrası konut yapımı için ihtiyaç duyulan finansman tutarının 45 milyar doları bulacağı, GSYH’a ise 25 milyar dolarlık bir etki yapacağı öngörülüyor. Türkiye’nin ihracat kaybı 7 milyar dolar olarak tahmin edilirken, devletin vergi kaybı ise 3 milyar dolar olarak hesaplanmış. Başka kaynaklarda 80 milyar dolar civarında maliyet hesaplamaları da yapıldı.
Bundan Sonra Ne Olacak?
Türkiye’nin yaşadığı siyasi kriz, deprem sonrası farklı iç ve dış dinamiklerle şekilleniyor. Önce seçimin ertelenmesi konuşulmuş, fakat ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan kendi siyasi geleceği açısından seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılmasını uygun görmüştü. Millet İttifakı deprem sürecinden kısa bir süre kopup kendi iç tartışmalarına odaklandı. Aday tartışmaları Millet İttifakını yıprattı. İYİ Parti lideri Meral Akşener kendi partisi içinden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yapılan itirazları yüksek bir perdeden kamuoyuna açıklayarak önce masadan kalktı, fakat daha sonra partisinin varoluşsal bir krize girdiğini görüp bir ara formülle geri döndü. Bu geri dönüşte toplumsal muhalefetin Millet İttifakının bir arada kalmasına yönelik baskısının da çok ciddi etkisi oldu. Nihayetinde Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin genel başkanlarının ve Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlarının Cumhurbaşkanı Yardımcısı olduğu bir koalisyon protokolü ile Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ismi açıkladı.
İktidar, devletin tüm imkanlarını araçsallaştırarak depremin yaralarını hızlı bir şekilde sardığı görüntüsünü verip depremin orta ve uzun vadeli yakıcı etkilerini halka yansıtmamaya çalışarak seçimlere hazırlanıyor. Ancak Erdoğan liderliğinde oluşan ulusalcı, milliyetçi ve siyasal İslamcı koalisyon tamamen tükenmiş durumda. İktidar tüm stratejisini muhalefeti bölmek üzerine kurdu ve bunu, din ile milliyetçilik istismarı üzerine kurulu algı operasyonları üzerinden gerçekleştirmek istiyor.
Türkiye’de hikayesini tamamlayan Erdoğan döneminden sonra yeni bir anlatı ile seçmenlerin karşısına çıkmak isteyen muhalefetin en önemli 3 aktörü olan CHP, HDP ve İYİP gibi partilerin iktidarın oyunlarına karşı zamanın ruhunu yakalaması ve seçimlerin kazanılması için gerekli mobilizasyonu “voltran” etkisiyle açığa çıkarması gerekiyor.
Deprem felaketi sonrası psikolojik olarak da yıkılan ülkenin yeniden ayağa kalkması ve tarumar olmuş ekonominin yeniden normalleşmesi için Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu kaynak Batı dünyasında. Türkiye’nin kurumsal olarak bağlı olduğu Batı ile ilişkilerini başta ABD ve AB olmak üzere yeniden düzenlemesi ve kendisini kademeli olarak demokrasi ve otokrasi ayrışmasının giderek perçinlendiği bir dünya düzeninde yeniden konumlandırması, en acil ihtiyaçlar olarak karşımıza çıkıyor.
Fotoğraf: Jens Aber