[voiserPlayer]
Eskiçağ Mezopotamya’sında ortaya çıkmış kültürlerin ve yapıların günümüz dünya algısında bir etkisi olduğunu görüyoruz. Neolitik çağ ile tarım topluluklarının ortaya çıkışı; katma değer ve mülkiyet gibi kavramları yaratmış ve sonrasında yerleşik toplumun gelişip büyük şehirler kurulmasına ve bu büyük şehirlerin de devletleşmesine yol açmıştır. Bu şema bize; din, kral, devlet, tebaa gibi normların işlevlerinin ne olduğuna, nasıl oluştuğuna ve niçin birbiriyle bağlantılı olduğuna yönelik soruları cevaplamak için örnek sunuyor.
Yazının devamında Tanrı-Kral ilişkisi üzerinden propaganda mekanizması dinamiklerini irdeleyeceğim. İktidarın otoritesini halka nasıl bir propagandayla gösterdiğini anlamaya; kralın, otoritesini dini kullanarak mı var etmiş olabileceğine dair sorulara cevap bulmaya çalışacağım.
Kaos, Düzen ve Devlet
Devlet, ortaya çıkışından sonra hükmetme ve kontrol gücünü elinde tutan en geniş kapsamlı toplumsal mekanizma olmuştur. Platon’dan Aristoteles’e, İbn Haldun’dan Dante’ye birçok düşünür hükmetmenin çoğunluğa bırakılamayacağı fikrini ortaya koymuşlardır. Burada hükümdara atfedilmek istenen güç mutlaktır; paylaşılamaz, parçalanamaz veya dağıtılamazdır.
Yakındoğu ve Yunan-Roma kozmogonilerinde evrenin başlangıcı genellikle kaos olarak tanımlanır. Evren, düzensizlik ve belirsizlik ortamından bir aracı sayesinde düzene kavuşur. Bu düzen kosmos’tur. Düzenin kurucusu ve idare ettiricisi mutlak güç (plenitudopotestatis) ile donatılmıştır. Bu güç, artık yeryüzünde insanoğlunun bildiği ve aklının idrak edebildiği her şeyin ötesine geçmiştir. Bir diğer deyişle aşkınlaşmıştır. Bu aşkınlaşma, yani din veya tanrılar sisteminin mutlak kabulü, evrensel bir yönetme mekanizmasına dönüşür.
Bu durumda tanrı-kral veya kral-tanrı fenomeninin ortaya çıkış koşullarını ve çalışma prensibini incelemek için elimizde bir formül bulunmaktadır. Bu formül “kaostan düzene (kosmos)” veya “parçadan bütüne” olarak karşımıza çıkar. İlkçağlardan itibaren gördüğümüz tanrı-kral veya kral-tanrı olgusu, açıkça belirtmek gerekirse, merkezlerin (devlet, krallık, cemaat vb.) çevresini içine katarak ve merkeze bağlayarak genişlemesi süreçlerinde karşımıza çıkmaktadır. Ele aldığımız tanrı-kral olgusu, birbirlerini tamamen dışlamayacak şekilde, bazen birbirinin üzerini tamamen örten, bazen sadece üstü örtük şekilde destekleyen, bazen de idea veya maddesel gerçeklik olarak farklı, ancak paradoksal şekilde beraber kabul gören formlar oluştururlar.
Bahsettiğimiz formu Mezopotamya özelinde örneklersek, bu coğrafyada tarım yapan yerleşik toplulukların oluşturduğu en önemli olgulardan birisi şehirleşmedir. Bu yapının devletinin, üzerindeki yansımasını şehirleşmeyle birlikte ortaya koyduğunu görmekteyiz. Şehirleşme, insanların ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik ustalaşma gerektiren bir yapıdır. Bu yapıyı oluşturan aktörler; yöneticiler, din adamları, zanaatkarlar, mühendisler gibi toplumun ihtiyaçlarını giderebilecek kesimlerden oluşmaktadır. Bu organizmanın yönetilmesi; askeri, dini ve siyasi ölçekte birbiriyle bağlantılı bir yapı oluşturmuştur.
Asker, koruma erkini üstlenmekteyken yönetici veya kral, otorite sahibi ve karar mercii olmakta, din görevlileri ise tapınağın yükümlülüklerini yerine getirmekle Tanrı veya Tanrıların buyruğunu aktarmak, kutsamak ve hizmet etmek için görevli kişiler olmaktadırlar. Bu durum bize şunu göstermektedir ki yönetici yani kral meşruluğunu ve bu meşruluk üzerinde yapacağı propaganda gücünü hem askeri güçten hem de tanrıdan almak zorundadır. Bunun sebebi ise eskiçağ toplumunun din anlayışının kuvvetli olması ve vergi, asker toplama gibi yönetme erkini gerçekleştirebilme olanaklarına sahip olmasıdır.
Kralın Otoritesi ve Propaganda
Platon, krallık bilimini tartışırken bir krala atfettiği özellikler, aynen bir çobanın veya ailesini yönlendiren bir hane reisinin sahip olması gereken özelliklere benzemektedir. Bir kral çobanı andırır. Kralın otoritesinin tam olması için insanları buyruğu altında birleştirebilmesi gerekir.[1]
Urartu’da Kral-Halk ilişkisini kısaca Çoban-Sürü terimiyle tanımlamak yanlış olmaz. Eskiçağ Mezopotamya’sındaki birçok kral da kendini bu terim üzerinden tanımlamaktadır. Buna Urartu’daki bir yazıttan örnek verirsek: Kral “Tanrı Haldi’nin hizmetçisi ve halkının sadık çobanı”dır.[2]
Bu noktada, otoritenin sağlanması ve kralların gücünü pekiştirmesi için bir propaganda yöntemi izlendiğini görüyoruz. O da yazıtta geçtiği gibi “Tanrı Haldi’nin hizmetçisi” yani gücünü tanrısallaşmadansa, tanrıya ve halkına hizmet etmekten alan bir kral tasviridir. Tabii bu anlatı bir propaganda mekanizması olup yönetici sınıfının bu mekanizmayı kendi halkına karşı da kullandığını görmekteyiz. Yönetici sınıf; kanallar, yollar, kaleler ve şehirler kurdurarak merkezi sistemin iskeletini oluşturmuş ve halka hizmet götürmüştür.
Urartuda kral Menua kendisini Haldi’nin yeryüzündeki temsilcisi olarak görürken meydana getirdiği yapılanma zamanla teokratik bir devlet ile sonuçlanmıştır.[3] Bu genişleme ve merkezileşme Urartu’da da tanrı-kral veya kral-halk ilişkisini güçlendirme açısından önemlidir. Bu yapıların ve unvanların krallara getirdiği güç sembolizmi, yönetim erkinin propaganda yoluyla kendini göstermesi ve bu ilişkiyi güçlendirmesi açısından değerlendirilebilir.
Tanrı-Kral ve Tapınağın Gücü
Tanrı-Kral ilişkisinin boyutları toplum ve coğrafyayla ilişkili değişiklikler gösterebilir. Şöyle ki, merkezi otoritesi güçlü olmayan ve kendilerini meşrulaştırmak isteyen kralların tapınak görevlileriyle olan ilişkileri doğal olarak dengede olmak zorundaydı. Çünkü, tapınağın maddi kaynağı sağlamdı ve ellerindeki ayin ve kutsama gibi tekellerine aldıkları önemli güçleri bulunmaktaydı. Bu noktada, tanrıları onurlandırmak ve tapınağı korumak kralın görevlerinden sayılmaktaydı. Bu durumun zamanla rahip kralın yönettiği teokratik bir yapıya dönüşmüş olabileceğini düşünebiliriz.
Rahip-krallar gücünü bizzat tanrıdan alıyor ve tapınağın da en üst kısmında yer alıyorlardı. Bu nedenle rahip-krallar zenginleşmişlerdir. Kralların bu denli bir güç elde etmiş olması merkezi otoritelerini güçlendirmiştir.
Rahip-Kral ilişkisini anlayabilmek için evren tasvirine geri dönersek, “Tanrısal dünyanın işleyebilmesi adına Tanrılara hizmet etmesi için insanlar görevlendirilmiş ve tapınakların bakımı için kaynak sağlasın diye de kral tayin edilmiştir.”[4] Buradan çıkartabileceğimiz sonuç, kaostan düzene olan güç ilişkisinin kralın kendisine verilmiş bir görevle alakalı olmasıdır.
Bu tanrıdan gelen görev ve güç imgesi Sümer kil tabletinde geçen yazıyla da özetlenmektedir: “Krallık cennetten indikten sonra, Kraliyet Eridu’daydı. Eridu’da, Alulim kral oldu; 28800 yıl boyunca hükmetti.” Bu yazıt tanrının krallığına atıf yapmaktadır. Bu terim Cennetin Krallığı, Tanrının yeryüzündeki krallığı gibi birçok şekilde ifade edilebilir. Bu noktada da bizler Kral ve Tanrı arasında doğrudan bir ilişki görüyoruz. Krallık cennette Tanrıya aitken, yeryüzünde krala geçen bir yapıya dönüşmüştür.
Öte yandan, Babil tecrübesine bakıldığında yönetim ve meşruiyet anlayışı tanrıdan değil, bizzat kralın ordusunun gücünden geldiği için mutlak monarşi dediğimiz bir yapıya da evrilebilmektedir. Otoritenin merkezileşmesi, Mezopotamya’da Asurlar gibi önemli aktörlerin de ortaya çıkmasıyla birlikte eski sistemi zamanla sona erdirmiş ve artık tanrıların gücü ve kutsallığı yerine, kralların gücü ön plana çıkmaya başlamıştır.
Lakin bu durum, kralların kendilerini tanrı olarak görme durumu da değildir. Krallar kendilerini tanrıların görevlisi olarak tanımlamaya devam etmişlerdir. Bu sürece bir anda geçilmemiş, bir süre daha Sümer’den kalan dini imgeler devam etmiştir. Örneğin Kral İlişuma, Asur’da yaptırdığı bir kitabede kendisini “Tanrı Asur’un Rahibi” olarak adlandırmıştır.
Yine başka bir kral Şamşi-Adad, “Tanrı Aşur’un tapınağını yapan evrenin kralı, onu esirgemeyen tanrı Aşur’dan aldığı güç ile Dicle ve Fırat arasındaki topraklara barış getirdi…”[5] ifadeleriyle kaydedilmiştir. Bu örnekte hâlâ tanrılardan icazet alan kralları görmekteyiz. Mezopotamya’da halk krallarını, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edip onları aşkın bir güce bağlıyorlardı. Bunların yanı sıra Mısır medeniyetinde bu durumun dışında olarak Firavun-Kral, Tanrı-Krala dönüşmüştür.
Bu dönüşüm, Mısır coğrafyasının, yani Nil nehri çevresinde gelişen Mısır Firavununun güçlü bir otorite kurmasından kaynaklamış olabilir. Tanrı-Kral anlayışı aslında daha güçlü ve kutsal bir imge olmasından kaynaklı tercih edilmiş olabilir. Bu olgunun Mısır’da güçlü olmasının sebebinin, Mısır’daki tecrübelerin ve merkezi otorite ve devlet kurumlarının yapısının Mezopotamya’dan farklı olması olduğunu da eklemek gerekir.
Sonuç
Sonuç olarak, Tanrı-Kral ilişkisine baktığımızda coğrafi ve toplumsal gelişmelerin, Krallar ve Tanrıların algılanmasını etkilediğini görmekteyiz. Medeniyetlerin kendi coğrafi şartları, tecrübeleri ve maddi süreçleri Mezopotamya’da farklı sonuçlar doğurmuş ve bu süreçlerden etkilenen Mısır, Hitit ve Urartu gibi yapılar ise kendi doğal süreçleriyle birlikte sistemlerini geliştirmişlerdir.
Bu açıdan bakıldığında genel kavram olarak Tanrı imgesinin belirli zaman süreçlerinde sınırsız bir güç ve meşruluk sağladığını, bunun toplum ve kralla olan ilişkilerinde uzun dönemler boyunca sarsılmaz bir olgu olduğunu, kralların ise gücünün sınırlı olduğu dönemlerde bu duruma boyun eğip bu anlayıştan güç almaya çalıştıklarını görmekteyiz. Bu durumu Sümer, Asur, Urartu gibi örneklerde görmemiz mümkün.
Öte yandan, güçlü bir siyasi yapı ve devlet organizasyonu; Babil ve Mısır gibi medeniyetlerde kralın gücünü tanrıdansa bizzat kendisinin eline almasıyla olmuştur. Hatta Mısırda Firavun tanrısallaşmıştır. Her ne kadar mitlerde bahsettiğimiz medeniyetlerin kahramanları ya da soyluları Tanrılara dayandırılsa da yaşayan bir Tanrıdansa öldükten sonra Tanrısallaşmış bir tanrıya inanç olduğunu da görmekteyiz. Bu da bize Kralların sınırlılığını ve Tanrı olgusunun sınırsızlığını göstermektedir.
Kaynakça:
Ağaoğulları, M. A. (2009). Kent Devletinden İmparatorluğa. Imge Kitabevi.
Baytak, İ. (2019). Eskiçağ Mezopotamya’sında Rahip-Kral Tanrı-Kral Anlayışı Yönetim Ve Devlet. Mezopotamya’nın Eski Çağlarında İnanç Olgusu Ve Yönetim Anlayışı, 421-436.
Eser, Y. K. (2016). Urartu Yazıtları Işığında Din-Siyaset İlişkisi Üzerine Bir İnceleme . Belgi Dergisi , (12) , 268-289.
Platon. (1962) Statesman, Harvard Universitypress, Loeb.
Taşdöner, K. (2021). Eskiçağ Dünyasında Tanrı-Kral İmajı Örneklemeleri Üzerine Bir Değerlendirme . Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi ,(39), 616-636
Salvini, M.(2006). Urartu Tarihi Ve Kültürü. Çev. Aksoy, B.Arkeoloji Ve Sanat Yayınları.
Ünsal, V. (2013). Eski Anadolu’da Teokratik Devlet Düzeni:(Hitit Ve Urartu). Berikan Yayınevi.
[1]Platon (261 c- 276 c)
[2] Eser, Y. K. (2016).
[3] Tarhan, M. T. (2011, s. 290)
[4] Baytak, İ. (2019).
[5] Baytak, İ. (2019).