Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • SenSensizsin
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • Avrupa Gündemi
      • ABD Gündemi
      • Altüst
    • D84 INTELLIGENCE
      • Kitap Yorum
      • Göç Sorunu
      • Başkanlık Sistemi Projesi
      • Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi
      • Herkes için Siyaset Bilimi
      • Yapay Zeka
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Sandık Var Ama Rekabet Yok: Türkiye’de Seçimlerin Anlamı ve Otoriterleşmenin Yönü
    Yazılar

    Sandık Var Ama Rekabet Yok: Türkiye’de Seçimlerin Anlamı ve Otoriterleşmenin Yönü

    Mustafa Bölükbaşı30 Haziran 20257 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    Türkiye’de 1950’den bu yana rekabetçi seçimler, siyasal rejimin temel meşruiyet kaynağı olarak varlığını sürdürüyor. Ancak seçimler gittikçe daha adaletsiz koşullarda gerçekleşiyor. Geçtiğimiz on yıl boyunca Türkiye, istikrarlı bir demokratik erozyon süreci yaşadı.

    Freedom House 2024 raporuna göre “özgür olmayan” ülke olarak sınıflandırılan Türkiye, son on yılda en keskin düşüşü yaşayan ülkeler arasında yer alıyor. Demokratik değerlerdeki gerileme, World Justice Project tarafından hazırlanan Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde de açıkça görülüyor. Türkiye, ölçülen 142 ülke arasında temel haklar alt kategorisinde 133’ncü, hükümet yetkilerinin kısıtlanması kategorisinde ise 135’inci sırada. V-Dem Enstitüsü 2024 raporuna göre Türkiye, son on yılda sivil toplum, medya özgürlüğü ve yürütmenin denetimi koşullarının önemli ölçüde kötüleştiği ülkeler arasında yer alıyor ve 179 ülke arasında 140’ncı sırada bulunuyor. Kısacası Türk demokrasisi, çok partili hayat boyunca –askeri darbe dönemleri dışında– en kötü performansını bugün sergiliyor.

    Rejim seçimlerden vazgeçmiyor, ancak son dönemde yaşanan siyasal gelişmeler bizi şu kritik soruyla yüzleştiriyor: Seçimlerin var olması, Türkiye’deki siyasal sistemin rekabetçi karakterini koruduğunu söylemek için yeterli olacak mı?

    Türkiye, bugün yalnızca demokratik gerileme yaşamıyor, aynı zamanda siyasal sistemin temel ilkelerinde köklü bir rejim dönüşümüne tanıklık ediyor. Erdoğan’ı yenebilecek en güçlü adayın cezaevinde olması, muhalefetin kazandığı belediyelere sandık dışı yollarla el konulması, ana muhalefet partisinin yargı yoluyla şekillendirilmeye çalışılması ve seçim sistemini kökten değiştirecek anayasa hamleleri… Bütün bunlar, Türkiye’yi rekabetçi otoriterliğin sınırlarına dayandırıyor. Dolayısıyla geldiğimiz noktada asıl soru artık demokrasinin nasıl aşındığı değil, rekabetin hâlâ mevcut olup olmadığıdır.

    Otoriterleşme Türkiye’ye özgü bir durum değil, dünya genelinde yükselen bir trend. Rusya’dan Venezuela’ya, Macaristan’dan Belarus’a kadar pek çok ülkede benzer bir tablo var: Demokrasiler aşınırken, rekabetçi otoriter rejimler adım adım güç kazanıyor ve kurumsallaşıyor.

    Levitsky ve Way’in literatüre kazandırdığı “rekabetçi otoriterlik” kavramı, biçimsel olarak demokratik ama işleyiş açısından otoriter rejimleri tanımlar. Bu tür rejimlerde seçimler yapılır, muhalefet tamamen yasaklanmaz. Ancak rekabet eşitsiz, kurumsal yapı partizan, medya tek seslidir. Muhalif partiler baskı altındadır, bölünmeye ya da sisteme yedeklenmeye çalışılır ancak yarış dışı bırakılmaları nadiren gerçekleşir.

    Bu tür rejimler statik değildir. Zamanla daha da otoriterleşebilir, özellikle muhalefet risk yarattığında. Bu süreç, Venezuela ve Rusya’da merkezileşme, medyanın bütünüyle rejim güdümüne girmesi, seçim manipülasyonu, meclisin etkinliğinin azaltılması, bürokrasinin partizanlaşması, muhalefetin hapsedilmesi, sistem dışına itilmesi ya da ehlileştirilmesiyle gerçekleşti. Bu ülkelerde seçimler hâlâ yapılıyor ama artık gerçek bir rekabetin değil, önceden belirlenmiş sonuçların törensel onayı anlamına geliyor. Siyasal rekabet hem eşitsiz hem de neredeyse tamamen anlamını yitirmiş durumda –iktidarın seçim yoluyla el değiştirme ihtimali söz konusu bile değil.

    Türkiye’de otoriter rejim bir gecede kurulmadı, adım adım inşa edildi. Hatırlayalım, Mart 2019’da yaklaşık 13 bin oy farkla İmamoğlu’nun kazandığı İBB seçiminin iptali, bugün yaşanan endişenin erken tarihli bir habercisiydi aslında. İmamoğlu’nun tekrarlanan seçimde bu kez sekiz yüz binin üzerinde oy farkıyla kazanması, şu can alıcı sorunun göz ardı edilmesine yol açtı: Türkiye’de seçimlerin yapılmasına izin verilecek ama sonuçlarına izin verilmeyecek mi? Seçim sonuçlarının kabul edilmemesine yönelik daha erken tarihli bir örnekle Haziran 2015’te de karşılaşmıştık. O seçimde AKP popüler desteğini kaybetse de iktidar değişimi söz konusu olmamıştı.

    Yıllar içerisinde kurumların partizan çıkarlarla dönüştürülmesi, seçim mühendisliği ve siyasal kutuplaştırma yoluyla rejim güçlendirildi. Nihayet Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yürütme, bürokrasi, medya, yargı, güvenlik aygıtı ve sivil toplum arasında kısmi gleichschaltung (yani kurumların iktidar çizgisine zorla hizalanması) sağlandı ve bu sayede derin ekonomik krize rağmen rejim 2023 seçiminden çıkabildi.

    Yine de AKP, 2018’den bu yana seçmen desteğini sürdürmekte zorlanıyor ve tek başına parlamento çoğunluğunu elde edemiyor. Partinin oy oranı 2018’de %42,6’ya, 2023’de ise %35,6’ya düştü. Parti 2015 Kasım’ında sağdaki oyların neredeyse %80’ini kazanıyordu ancak 2023’de bu oran %60’ın altına geriledi. Bu kayıplarda, sağdaki ideolojik yeniden hizalanmanın ciddi bir etkisi oldu. Örneğin YRP, AKP’nin oy kaybettiği yerlerde, özellikle Doğu Anadolu’da önemli bir destek buldu. 2023 genel seçimlerinde Cumhur İttifakı’na katılarak oyların %2,8’ini aldı ve beş milletvekili çıkardı. YRP, hayal kırıklığına uğramış AKP seçmeninin desteğini alarak muhalefetin kazanımlarını etkili bir şekilde sınırladı ve dolaylı olarak Erdoğan’ın yeniden seçilmesine katkıda bulundu.

    AKP’nin artan kayıpları, özellikle 2024 yerel seçimlerindeki yenilgisi, bu otoriter yapıda gözle görülür bir çatlak yaratmışa benziyor. Parti, katıldığı bir seçimde ilk kez ülke genelinde CHP’nin gerisine düştü. Muhalefetin güç kazanması ihtimali, “sistemin çökebileceği” korkusunu daha da büyütüyor ve iktidarı giderek daha sert yöntemlere itiyor. Dolayısıyla Türkiye’deki otoriterleşmenin derinleşmesinin temel nedeni, iktidarın artık kaybedebileceği bir olasılığın belirmiş olması.

    Rekabetçi otoriter rejimler bir kez kurulduğunda, eskiye dönmenin siyasi maliyeti çok yüksektir. Yasaların öngörülebilir olmaktan çıkması ve keyfiliğin istisna değil, norm haline gelmesi, iktidar için bir “geri dönüşsüzlük” durumu yaratıyor. Bu noktada daha fazla otoriterleşmek, iktidarın elindeki gücü korumanın neredeyse tek yolu haline geliyor. Siyasi rekabet artık sadece eşitsiz değil, aynı zamanda cezai risk taşıyan bir zemin üzerinde yürütülüyor. Kaybetmenin maliyeti arttıkça, geri dönüş ihtimali de neredeyse imkansızlaşıyor. Üstelik bu maliyet sadece iktidara değil, ona bağımlı hale gelen bürokrasi, sermaye ve medya aktörlerine de yayılmış durumda. Rejim, kaybetmenin bedelini tüm bu aktörler için ağırlaştırarak daha kapalı ve daha sert bir yapıya yöneliyor. Seçimi kaybetmek, artık neredeyse her şeyi kaybetmek anlamına geliyor.

    Tam da bu nedenle, son dönemde açılan davaların siyasi olduğu algısı toplumda çok güçlü olmasına rağmen, iktidar bu algıyı değiştirme ihtiyacı duymadan, krizi derinleştirecek adımları arka arkaya atmayı sürdürüyor. Bu konuda iktidar, kendi seçmenini bile tam olarak ikna edebilmiş değil. Fakat asıl amacın kamuoyunu ikna etmek olup olmadığı da şüpheli. İmamoğlu’nun adaylığının engellendiği ve CHP’nin kurumsal yapısının yıpratıldığı bir denklemde, toplumun ikna edilmesi artık ikincil bir mesele haline gelebilir.

    Bu stratejik otoriterleşme uzun vadede sürdürülebilir mi? Otoriterliğin bu düzeyde yoğunlaşması, rejimi daha dayanıklı mı yoksa daha kırılgan mı yapar? Türkiye’ye dair iyimser değerlendirmelerde sıkça dile getirilen bir görüş, ülkenin Rusya, İran ya da Venezuela gibi tamamen otoriter bir rejime dönüşemeyeceğini savunuyordu. Bu görüşe göre Türkiye’nin Batı sermayesine yapısal bağımlılığı, güçlü yeraltı kaynaklarının eksikliği, Batı ittifakının bir parçası oluşu ve bütünleştirici bir ideoloji yaratamaması gibi yapısal sınırlamalar, rejimin otoriterleşme kapasitesini frenleyecekti. Özellikle AB üyelik sürecinin Türkiye’yi demokratik normlara bağlı tutacağı düşünülüyordu. Ancak yaşanan gelişmeler bu beklentileri boşa çıkardı.

    Otoriterleşmenin ciddi maliyetleri olduğu açık, fakat bu maliyetler Türkiye’nin demokratik erozyonunu durdurmaya yetmedi. Türkiye bu süreçte uluslararası konjonktürü lehine kullanmayı başardı. Göç ve güvenlik gibi konularda iktidar uzun süredir Avrupa’ya karşı güçlü bir pazarlık gücüne sahip. Demokrasi, Avrupa’nın önceliği olmaktan çıktı –zaten sağ kanat popülizmle başı dertte. Batı sermayesiyle kriz yaşadığında Türkiye yönünü Arap sermayesine çevirdi, ABD ile sorun yaşadığında Rusya ile yakınlaştı. Ekonomik kriz derinleştiğinde toplum genel olarak fakirleşti ama hükümet, işsizliği düşük tutarak kitle desteğini kısmen koruyabildi. Bölgesel krizler ise yalnızca iktidarın güvenlik politikalarını artırmasına değil, aynı zamanda dış politikayı içerideki sorunları perdelemek için bir araç olarak kullanmasına da imkân sağladı. İktidar bloğundaki çatlaklar ise liderin kişisel karizması ve sadakat inşa etme becerisi sayesinde büyük ölçüde görünmez hale getirildi.

    Türkiye hâlâ seçim yapılan bir ülke ancak seçimlerin anlamı giderek silikleşiyor. Seçimlerin sonucu artık yalnızca oy sayısıyla değil, seçim öncesi koşulların —kampanya özgürlüğü, medya erişimi, yargı müdahaleleri gibi— nasıl şekillendirildiğiyle belirleniyor. Türkiye henüz Rusya değil, ancak Rusya’da bugün görülen otoriter konsolidasyonun erken evrelerini kendi içinde taşıyor. Bu nedenle, Türkiye’de seçimli otoriterliğin hegemonik otoriterliğe evrilme ihtimaline dair kaygıların artması şaşırtıcı değil. Muhalefet fiilen işlevsizleştirilirse seçimler yalnızca bir vitrin, iktidarın meşruiyetini onaylama töreni haline gelecek.

    Bu açıdan ana muhalefet partisinin kurumsal yapısına yönelik müdahalelerin rejimin geleceğinde kritik bir rol oynayacağı ortada. Türkiye’nin Batı ile olan yapısal bağımlılığı geçmişte zannedildiği kadar frenleyici bir güç olmadı. Ancak Türkiye’nin diğer otoriter ülkelerden belki de en önemli farkı, her şeye rağmen toplumsal muhalefetin sinmemiş olması ve inatçı bir şekilde varlığını sürdürmesi. Bu nedenle hegemonik otoriterlik kaçınılmaz değil ama engellenmediği her durumda gerçekleşebilir. Bu gidişatı durdurabilecek tek güç, hâlâ seçmenin iradesidir.

    M Siyaset
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikTürkiye’de Fon Ekosistemi | Marsel Tuğkan Gündoğdu: Yaratıcı yolları, alternatif mücadele biçimlerini ve farklı arayışları tartışmamız gereken bir süreçten geçiyoruz

    Diğer İçerikler

    Röportajlar

    Türkiye’de Fon Ekosistemi | Marsel Tuğkan Gündoğdu: Yaratıcı yolları, alternatif mücadele biçimlerini ve farklı arayışları tartışmamız gereken bir süreçten geçiyoruz

    30 Haziran 2025 Daktilo1984
    Yazılar

    AKP’nin Yeni Anayasasında Meşruiyetin Sınırlarını Genişletmek

    27 Haziran 2025 Armağan Öztürk
    Yazılar

    Türkiye’deki Basın Meslek Örgütleri ve STK’lar: Sorunlar ve Çözüm Yolları

    27 Haziran 2025 Gökhan Korkmaz

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    Sandık Var Ama Rekabet Yok: Türkiye’de Seçimlerin Anlamı ve Otoriterleşmenin Yönü

    30 Haziran 2025 Yazılar Mustafa Bölükbaşı

    Türkiye’de Fon Ekosistemi | Marsel Tuğkan Gündoğdu: Yaratıcı yolları, alternatif mücadele biçimlerini ve farklı arayışları tartışmamız gereken bir süreçten geçiyoruz

    30 Haziran 2025 Röportajlar Daktilo1984

    AKP’nin Yeni Anayasasında Meşruiyetin Sınırlarını Genişletmek

    27 Haziran 2025 Yazılar Armağan Öztürk

    Türkiye’deki Basın Meslek Örgütleri ve STK’lar: Sorunlar ve Çözüm Yolları

    27 Haziran 2025 Yazılar Gökhan Korkmaz

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Haziran 2025
    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}